Mesele sadece milli teknoloji veya savunma başarısı değil artık. SİHA siyasi hareketi, siyaset pazarı, arz-talep analiziyle yönetilen bir SİHA’sal projeye dönüşecek gibi görünüyor. Ve en önemli soru: Bu mal, yani SİHA siyasi hareketi, siyasi pazarda da Türkiye’nin İHA ve SİHA’ları kadar kolay ve hızlı satılacak mı?
SİHA, silahlı insansız hava aracının kısaltması. Damat, Selçuk Bayraktar, daha doğrusu merhum babası Özdemir Bayraktar cesur girişimciydi. İHA ve SİHA üretti. Bu askeri amaçlı üretimle ilgili türlü türlü rivayetler dönüp duruyor ortalıkta. “Tamamen yerli” denmesine rağmen, birçok bileşenin ithal olduğu, devlet desteğiyle büyüdüğü konuşuluyor. Ama ne önemi var ki? Sonuçta bu insanlar, milli bir motivasyonla bu araçları ürettiler, alkışı hakettiler.
Sonra ne oldu? Bayraktarların küçük oğlu, Cumhurbaşkanı’na damat oldu ve şirketin önü Konya Ovası gibi dümdüz açıldı. Hikâyeyi iki açıdan okumak lazım.
Birincisi: Bu araçlar Türkiye’nin terörle mücadelesinde gerçek bir avantaj sağladı. Kafasını kaldıran terörist imha edildi, sahada inanılmaz başarılı oldu. Belki birçok Mehmetçik’in şehit olmasını engelledi. Yani ülkemize hizmet etti. Savunma sanayimizin gelişme sürecinde iştah açıcı bir rol oynadı, savaş araçları ihracatı arttı. Teknofest gibi organizasyonlarla alanı popüler hale getirdi.
Önce TUSAŞ’a bakalım. Bayraktar TB2’den önce üretilen SİHA modelleri Anka-A ve Anka-B’dir; bunlar TUSAŞ ürünüdür. TUSAŞ devlete ait. Daha önce yaptı ve hatta daha iyisini yaptı. Ancak TUSAŞ hep bastırıldı, adeta görmezden gelindi. İyi mühendislerin Baykar’a transfer edildiği yaygın bir söylenti. TUSAŞ büyük üretim potansiyeline rağmen güdük bırakıldı.
Öte yandan Bayraktar ürünlerinin dış pazarlarda önündeki bütün engeller kaldırıldı. Kayınpeder Erdoğan, damadının pazarlama müdürü gibi çalıştı. Damat büyük paralar kazandı, şirket biriken milyarlarca doları yabancı savunma sanayi şirketlerini satın almak için kullandı. Öyle ki İsrail’e silah satan bir İtalyan şirketle ortaklık kurmak bile görmezden gelindi.
SİHA başarısı, belli ki kayınpeder-damat ikilisinin vizyonunda yeni bir seviyeye geçme ihtiyacını doğurdu. “Silahlı hava aracı” SİHA’dan, “siyasi hareket” SİHA’ya evriliyoruz: “SİHA’sal Hareket”. Yani silahlı hava aracı olmaktan çıkıp, siyasi bir araç haline, hatta siyasi hareketin sembolü olmaya doğru sürüklüyorlar işi.
Yani artık SİHA sadece gökyüzünde değil, siyasetin göbeğinde de uçuyor. Tabii inişi ve kalkışı halkın nabzına göre ayarlanıyor. Böylece milli teknolojiyle milli siyaset birbirine karışıyor, hangisi ne kadar yer bulacaksa pazarlanıyor.
Burada Erdoğan’ın kafasında siyaseti yönetmenin çok basit ama güçlü bir yöntemi var: “Bakkal yöntemi.” Düşünün; bakkal hangi malı daha çok satıyorsa, vatandaştan hangisine talep daha fazlaysa, o malı stoklar, öne çıkarır. Siyaset pazarı da böyle işliyor.
Bu pazarda Erdoğan, iki aktörü, yani damadı ve oğlunu, pazar araştırması yapar gibi piyasaya sürüyor. Damadı, teknoloji ve gençlik vurgusuyla, Teknofest sahnelerinden, İHA-SİHA başarı hikâyelerinden beslenen bir “yüksek teknoloji” markası gibi pazarlanıyor. Oğlu ise vakıf çalışmaları, eğitim faaliyetleri ve dindar nesil söylemleriyle muhafazakâr seçmene hitap eden bir “kültürel değer” markası gibi sunuluyor. Yani tam bir Harpower – Softpower mücadelesi olarak karşımızdalar. Belli ki vatandaşın ilgi ve talebi hangisine daha çok olucaksa o isim öne çıkarılacak.
Belli ki vatandaşın ilgi ve talebi hangisine daha çok olucaksa o isim öne çıkarılacak. Teknofest kalabalıkları Selçuk Bayraktar’ı yükseltiyorsa sahne ona bırakılıyor; dini ve milli değer temalı törenlerde ilgi Bilal Erdoğan’a kayıyorsa ve oy sandıklarını onun konsolide edeceği anlaşılırsa sahne bu kez ona teslim edilecek. Sosyal medya paylaşımlarından miting sahnelerine kadar bu “arz-talep” ayarı, tıpkı raf düzeni değişen bir dükkân gibi sürekli güncellenecek. Ta ki Erdoğan kendi siyasi geleceğine karar verene kadar.
Bu süreçte damat, televizyonlarda CHP’yi eleştirmekten geri durmuyor. Oysa CHP eski liderleri Baykar tesislerini ziyaret etmiş, babasının cenazesine gitmiş ve destek açıklamaları yapmıştı. Özgür Özel’in bile ara sıra olumlu sözleri vardı. Ama ekranlarda siyaset numaralarının en kötü biçimiyle CHP suçlanıyor.
Bu arz-talep çalışması ise durup dururken ortaya çıkmadı. Özellikle görünen o ki, bir sonraki en güçlü Cumhurbaşkanı adayı İmamoğlu rüzgarına karşı geliştirilmiş stratejik bir hesap bu. İmamoğlu’nun halktaki karşılığı, toplumun geniş kesimlerinde uyandırdığı sempati ve siyasi potansiyel, iktidar cephesinde yeni bir denge arayışını zorunlu kıldı.
Erdoğan, bu durumu klasik yöntemle çözüyor: Talep varsa, ona uygun arz yaratılır. İmamoğlu’nun “sahici, halkla iç içe, genç ve enerjik” profiline karşı, aynı enerjiyi “yerli-milli teknoloji” parantezinde Selçuk Bayraktar üzerinden kurguluyor. Siyaset mühendisliği burada devreye giriyor. Bir yanda belediye hizmetlerinden gelen güç, diğer yanda savaş teknolojisinden gelen rüzgâr.
Bu iki isim de, kamuoyu yoklamalarında İmamoğlu’nun muhtemel rakibi olarak sık sık karşımıza çıkıyor. Ancak ne kadar siyası alana ittirilseler de, şu ana kadar bu rüzgarı aşacak gibi görünmüyorlar. Selçuk Bayraktar’ın teknolojiyle yoğrulmuş “sessiz lider” imajı ve Bilal Erdoğan’ın muhafazakâr zemindeki görünürlüğü, Erdoğan sonrası dönemde siyasi aktör yaratma çabasının birer parçası. Ama mesele sadece sahneye çıkmak değil, sahnede karşılık bulmak.
İmamoğlu’nun halktaki yeri, organik gelişen bir sempatiye dayanıyor. Bir doğal akış var orada. Öte yandaki isimler ise bir stratejinin ürünü; vitrine konulmuş, üzerinde çalışılmış, tasarlanmış profiller. Bu yüzden halkın zihninde hâlâ bir mesafe, bir tereddüt var.
Ve hatta — zorlama gibi görünebilir ama — ne komik bir tesadüf ki, Genelkurmay Başkanı olarak isim benzerliğiyle Selçuk Bayraktaroğlu atandı. Bu da yetmezmiş gibi, kamuoyunda adı giderek daha fazla anılır oldu. İsim tanınırlığı sadece kişinin kendisiyle değil, çağrışımlarıyla da çalışır. Bu benzerlik, farkında olmadan halkın hafızasına bir başka “Selçuk Bayraktar” ismini daha yerleştiriyor. Bu, siyasal iletişimde “görünmez alıştırma” etkisi yaratmak için fark edilmeyen bir zemin hazırlığı olabilir mi acaba?
Bu süreçte damat, televizyonlarda CHP’yi eleştirmekten geri durmuyor. Oysa CHP eski liderleri Baykar tesislerini ziyaret etmiş, babasının cenazesine gitmiş ve destek açıklamaları yapmıştı. Özgür Özel’in bile ara sıra olumlu sözleri vardı. Ama ekranlarda siyaset numaralarının en kötü biçimiyle CHP suçlanıyor.
Bu tablo gösteriyor ki, SİHA artık sadece sahada değil, siyaset arenasında da sorti yapıp, ateş edecek.
Sonuç olarak, mesele sadece milli teknoloji veya savunma başarısı değil artık. SİHA siyasi hareketi, siyaset pazarı, arz-talep analiziyle yönetilen bir SİHA’sal projeye dönüşecek gibi görünüyor.
Ve en önemli soru: Bu mal, yani SİHA siyasi hareketi, siyasi pazarda da Türkiye’nin İHA ve SİHA’ları kadar kolay ve hızlı satılacak mı?
Yeni SİHA’nın rotası ikinci bölümünde...

Yorum Yazın