Charlemagne/Pignal’in AKP yandaşlarını mutlu eden başlığının Türkiye’nin AET’den AB’ye uzanan macerası için nasıl hazin çağrışımlar yaptığını Aydınlanma mirasını savunan Türkiye muhalefeti olarak her platformda vurgulamak gerekiyor.
Economist’in Bir Yazısı Üzerinden Türkiye-AB ilişkilerine dair kaygılar
Medusa’nın Salı belgeseli bize geçmişe dair önemli hatırlatmalar yaptı. Özellikle AKP’nin ilk 5 yılı dediğimizde karşımıza AB üyeliğine dair bir vizyonun çıktığını hatırladık.
Erdoğan iktidarı ilk yılları boyunca içeride ve dışarıda bu vizyonu tereddütsüzce pazarladı ve önemli primler topladı.
Bu primlerin kalıcı olmadığının ve amacın AB’ye girmek olmadığının anlaşılması Medusa’nın Salı’nın ilerleyen bölümlerinde anlatılacaktır.
Ben belgeselin yaptığı başarılı işlerin hakkını teslim ederken, iktisadi istikrarın otoriter rejime feda edilmesinin taşlarının döşenmesine dair ayrıntıların unutulmaması gereğinin altını çizmeye çalıştım.
Genelde Bankacılık sektörünün özelde de Kamu Bankalarının bu alanda işlevselleşmesi ve Halk Bank’ın özelleştirme listesinden düşülmesi üzerine daha çok kafa yorulması muhalefetin finansal boyutlarının anlaşılması açısından önemli.
Soğuk Savaş yıllarından bu yana müesses rejimin destekçisi ve toplumun dinamik güçlerinin içeriden freni olan eski Maocu yeni Aydınlıkçı ekipten Gaffar Yakınca pek çok iktidar yanlısı yazar gibi hemen her gece kamu Bankası reklamlarının eksik olmadığı kanallarda muhalefetin kanıtlanmamış suçlarını ifşa ediyor.
Türkiye’nin demokraside Türkmenistan olmaya doğru ilerlediğini ifade eden bir yazıdan cezbe bulan yazar ekibinin bize söylediği gerçeklik ise Türkiye-Avrupa ilişkilerinin ontolojik varlığına bir tehdit.
“Korkmayın Avrupalılar! Arkanızda Recep Tayyip Erdoğan var!”
Yakınca’nın Twitter zaman tünelinde Economist’in bir makalesini paylaşması dikkatimi çekti.
Economist’in makalesi başka mecralarda da yankı bulmuştu. Sağolsun Serbestiyet makaleyi Türkçeye çevirmiş.
Yakınca pek çok benzeri gibi Nasrettin Hoca’nın ölen ve doğan kazan diyalektiğine dahil. Aynı zamanda yayınlanan FT Makalesine ise ateş püskürmüştü.
Sonuçta Gaffar Yakınca dönemin muteberi olarak benimle fazla zaman kaybedecek değildi. Kendisini anlıyorum. Zaten konu Yakınca’nın Nasrettin Hoca ile olan rabıtası da değil.
FT Makalesinde Economist’de de aslında çok fazla olumlu bir husus yok. Ama Economist makalesinin başlığı her AKP yandaşı yazarın hayalini süsleyecek kıvamda : “Korkmayın Avrupalılar! Arkanızda Recep Tayyip Erdoğan var!”
Bu cümleden başı dönmeyen bir AKP muhibbi bulmak kolay olmaz. Yazının içeriğine girdiğinizde tıpkı Medusa’nın Salı’nda ifade edildiği üzere Türkiye’nin en önemli ihraç ürünü ordusudur tezinin desteklendiğini görüyorsunuz :
“Türkiye bir ateşkes durumunda daha büyük bir barış gücünün parçası olarak bölgeye asker göndermeyi teklif etti. Türkiye’nin özellikle Suriye ve Libya’da Rusya’ya karşı koyma sicili göz önüne alındığında, bu hiç de küçümsenecek bir teklif değil.” Bunu yeterli bulmayanlar için dahası da var : “ Türkiye halihazırda Ukrayna’da önde gelen bir yatırımcı. Erdoğan, hiç de mantıksız olmayan bir tavırla Barış Gücü askerlerinin Türkiyeli müteahhitlerin önünü açacağını varsayıyor.”
Yakınca ve şürekanın başlıktan ötesini okumaya değer bulmadığı makale şu satırlarla bitiyor:
“Türkiye, Avrupa’daki göçmen krizinin doruk noktasında AB’nin milyonlarca çaresiz Suriyeli ve Afgan’ı Türkiye’de tutmak için milyarlarca euro ödemesini kabul etti. Bugün Avrupa’da mültecilerle ilgili endişeler yerini Rusya’yla ilgili endişelere bırakırken, Avrupa neredeyse Erdoğancayı (Erdoganese) akıcı bir şekilde konuşur hale geldi. Türkiye’nin üyelik teklifi derin dondurucuda bekliyor. Normlar dışarıda. Menfaatler ise içeride… Bu Ukrayna ve Avrupa’nın savunması için iyi bir haber olsa da, Türkiye demokrasisi için değil”
Türkiye’nin demokraside Türkmenistan olmaya doğru ilerlediğini ifade eden bir yazıdan cezbe bulan yazar ekibinin bize söylediği gerçeklik ise Türkiye-Avrupa ilişkilerinin ontolojik varlığına bir tehdit.
Economist’teki yazıyı AKP ekibinin algılayış biçimi ile yorumladığınızda elinizde Türkiye’yi AB standartlarında bir demokrasi ile karşılamak isteyen değil Türkmenistan tadında bir otokrasi olarak görmekten çok da dertlenmeyen bir Avrupa olduğu düşünüyorsunuz.
Özsaygısı olan bir Türkiye vatandaşı olarak Economist’in yazısından AKP kadrosunun aldığı hazzın aynı zamanda Türkiye’de demokrasinin ruhuna Fatiha okunması anlamını çıkaracak değilim.
Ama benim Avrupa Birliğine dahil ülkelerle kurulan ilişkinin bu toksik hallere dönüşmesine dair itirazım da en üst düzeyde olacaktır.
Türkiye-AB ilişkilerinin Türkiye’yi demokratik normlarda sınıf atlatması gerekirken tam tersine doğru çektiğini ima etmek en hafif ifadeyle Türk insanını aptal yerine koymaktır.
Economist’in “Charlemagne” başlıklı yazarının yani Stanley Pignal’ın kaleme aldığı yazının başlığı ile içeriği arasındaki çelişkileri umursamayan AKP yandaşları olsa da geniş Türkiye demokrasi cephesi için buradaki çerçeve kabul edilebilir değil.
Charlemagne yani Şarlman Kutsal Roma Cermen imparatoru idi. Aydınlanma döneminin büyük yazarı Voltaire ne Kutsal ne Roma’lı ne de İmparatorluk diye dudak bükmüştü Şarlman’ın devletine.
Charlemagne/Pignal’in AKP yandaşlarını mutlu eden başlığının Türkiye’nin AET’den AB’ye uzanan macerası için nasıl hazin çağrışımlar yaptığını Aydınlanma mirasını savunan Türkiye muhalefeti olarak her platformda vurgulamak gerekiyor.

Yorum Yazın