Yakın bir gelecekte -eğer ciddi bir kaza yaşanmazsa, siyasi irade ve konjonktür ciddi bir aksaklığa uğramazsa- PKK silah bırakacak. Böylece ülkenin yaklaşık yarım yüzyılına damgasını vuran, en çetrefilli sorununda yeni bir faza geçilecek. Ancak, bu kritik eşikte sormamız gereken temel bir soru var: Post-PKK dönemine (PKK sonrası dönem) zihnen ve stratejik olarak hazır mıyız? Daha da önemlisi, silahsız bir PKK döneminin ülkemizde neleri kalıcı olarak değiştireceğini veya değiştiremeyeceğini yeterince tartışıyor muyuz? Ne yazık ki, bu hayati geçişe dair ne Türk siyasetinin ne de Kürt siyasi aktörlerinin ciddi bir zihinsel hazırlığı yok.
Fakat hakkını yemeyelim. Bu genel hazırlıksızlık tablosunda istisna teşkil eden tek bir aktör bulunmakta: Abdullah Öcalan. Öcalan, yeni dönemi pasif şekilde beklemek yerine, aktif olarak şekillendirmeye çalışıyor. Geçmişi analiz ediyor, bugünün dinamiklerini yorumluyor ve geleceğin ideolojik mimarisini şekillendirmek için çalışıyor. Çözüm süreci boyunca edindiği tecrübeyle, Post-PKK döneminde hareketini daha güçlü ve etkili kılacak stratejik temelleri atıyor. Onun çabası, silahsızlanmayı bir zayıflama değil, siyasal etki alanını genişletme fırsatı olarak görme yönünde.
Öcalan rahatlığı
Ancak Öcalan’ın bu aktif çabasına karşın, “Kürt siyasi cephesi” derin bir atalet içinde. Kimse bu işle uğraşmak, emek harcamak istemiyor. Muhafazakar Kürt çevreler, "1500 yıl öncesine dönelim" gibi, güncel dinamiklerden kopuk, anakronik öneriler dışında kayda değer bir siyasal proje ortaya koyamadı. Kürt milliyetçileri ise, hala yeni dönemin değişen doğasını ve gerekliliklerini kavrayacak stratejik bir derinlikten uzak. Cephenin büyük bölümünde ise, "Ne de olsa Öcalan düşünüyor, Öcalan üretiyor, biz sadece icra edeceğiz" şeklinde, zihinsel bir vekâlet hali hüküm sürmekte. Özellikle Kandil henüz kendisinden beklenen ideolojik atılımı ve yeni döneme uygun vizyonu ortaya koyamadı. Legal alan ise (DEM, PKK habitatındaki sivil kuruluşlar) bırakın yeni döneme hazırlıklı olmayı daha yeni dönemin ahlaki ve siyasi kodlarını belirleyemedi. Onlara kalsa bu kodlar Erdoğan’ın gözlerinin içine hayran hayran bakmak siyaseti olacak!
Türk cephesi
Türk siyasi mahallesindeki durum ise daha vahim. Burada ne yeni döneme dair bir öngörü ne de yapısal bir hazırlık mevcut. Egemen olan tek şey, eski Türkiye’nin reflekslerinden beslenen ve değişimi erteleyen "Kervan yolda düzülür" mantığı. Ne akademi, ne aydınlar, ne STK'lar, ne siyasi partiler, ne de kendilerinden istifade edilmeleri için meclise davet edilenler şu temel soruları soruyor:
- “Silahlar sustuğunda Kürt sorununun doğası neye evrilecek?
- Yeni dönemde Devlet ile Kürt siyaseti arasındaki etkileşim nasıl bir dengeye oturacak?
- Devlet, çatışmasız bir dönemin gerektirdiği kurumsal ve zihinsel geçişleri nasıl, hangi mekanizmalarla sağlayacak?”
Bu soruların yok sayılması, Türkiye'nin Post-PKK dönemine eski alışkanlıklar, algılar ve çözümsüzlük reçeteleriyle girmeye hazırlandığı anlamına gelmektedir. Bu ise, barış potansiyelini heba eden ve yeni krizlere zemin hazırlayan felakete davetiye çıkarmaktır.
Üç kritik senaryo
Bu zihinsel ve stratejik hazırlıksızlık, bizi kaçınılmaz olarak üç temel senaryodan birine sürükleyebilir:
Kötümser Senaryo: Silahlar susar ama hiçbir şey değişmez. Eski zihniyetlerle devam edilir. Yapısal kriz ve kaos sürer; sadece çatışmanın biçimi değişir. Silahsızlanma gerçek bir paradigma dönüşümüne yol açmaz.
Dalgalı Senaryo (Hibrit Geçiş): Eski alışkanlıklarla yeni gereklilikler arasında gelgitler olur. Kısmi açılımlar yaşanır; ancak köklü zihniyet dönüşümü gerçekleşmediği için ilerleme-geri çekilme döngüsü hakim olur. Süreç sürekli “yarım adım” halinde kalır.
Pozitif Senaryo (Toplumsal Sözleşme): Taraflar geçmiş hatalardan ders alır, yeni bir zihniyeti kabul eder. Bu, yeni bir demokratik ve toplumsal sözleşmeyi tetikler. Kürt sorunu çatışmalı alandan çıkıp müzakere edilebilir, yarışmacı bir siyasi alana dönüşür. Silah bırakma, AB sürecini canlandıran; gelir eşitsizliğini azaltan; bölge için refah üreten bir dinamiğe dönüşür. Dört parçalı Kürdistan imgesinin sınırlar yerine zenginlik üreten bir habitat haline gelmesi bile mümkün olur.
Zihniyeti de bırakmak gerek
Post-PKK döneminin gerçek bir anlam taşıyabilmesi için silahların susmasından çok daha fazlası gereklidir. Eğer bu dönem, yeni bir toplumsal uzlaşma ruhu yaratmayacaksa, taraflar geçmişin hatalarından arınarak yeni bir eşiğe geçemeyecekse, Türkiye'yi zenginleştiren yeni bir ekonomik ve demokratik ortam yaratmayacaksa, PKK'nın silah bırakmasının pratik bir anlamı kalmayacaktır.
Beklemeyi bırakıp, zihniyeti, ataleti ve kolaycılığı terk etmeliyiz. Aksi takdirde, bizler fiziki olarak silah bırakmış bir örgütle yüzleşsek bile, silah bırakmayı başaramamış bir Türkiye gerçekliğini yaşamaya devam edeceğiz.
Oysa Post-PKK döneminde, klasik ulus-devlet ve mevcut birlikte yaşama paradigmalarımızın hem yıprandığı hem de aşıldığı gerçeğini kabul eden, birleştirici yeni bir meta anlatıya ihtiyacımız var. Türkiye'nin geleceği, bu yeni birleştirici hikayenin inşasına ne kadar erken başlanacağıyla doğru orantılıdır.

Yorum Yazın