Bayramlar, tatiller, mevsimler... Hepsi içi boş ritüellere dönüşür. Çünkü insan ancak anlamlı bir hayatın içinde kutlama yapabilir. Aksi hâlde kalabalıklar içinde yalnız, gürültüler içinde sessiz hisseder kendini. Edward Said’in sürgünlüğe dair söyledikleri burada da yankılanır: “Sürgün, yersizliğin trajedisidir.”
Yaşadığımız her güzel duygu haram gibi geliyor artık hepimize. Çünkü bu ülkede mutlu hissetmek bile lüks olmuş durumda. Yüzümüzde beliren bir gülümseme, hemen ardından gelen bir suçluluk duygusuyla karışıyor.
“Bunca acı varken nasıl gülebilirim?” diye sorarken buluyoruz kendimizi, mutlu olmayı başardığımız o nadir anlarda. Etrafımızdaki hayatlar, yoksulluğun, adaletsizliğin ve umutsuzluğun sıradanlaştığı bir suskunluk içinde kıvranırken, sevinmek bile aykırı kalıyor.
Eskisi kadar da uzak da değil üstelik başkalarının yaşadığı acılar. Ya zaten içindeyiz, ya da bir adım kenarında. Yaşanılanların büsbütün dışında kalmak pek mümkün gözükmüyor artık.
Evimizde, her şeyden çok sevdiğimiz vatanımızda, yanımızda sevdiklerimizleyiz. Ama yine de eksiğiz. Sevinçlerimiz de eksik, hak edilmiş mutluluklarımız da.
Bu derin eksikliğin birçok sebebi var. Ama en büyük payı değersizliğe vermek gerekiyor sanırım. İnsan değer görmeden mutlu olamaz. En temel ihtiyaç bu: ‘‘Görülmek’’.
Ama bu topraklarda insan, ya unutulur ya da hedefe konulur sadece. Gerçek bir görülme, biraz uzaklarda…
Siyaset sadece ülkeyi değil, algıları da yönetmek ister. Her gün yeni bir kriz, yeni bir düşman, yeni bir tehdit yaratılır. Düne kadar ‘‘terörist’’ ilan edilenlerle bugün masaya oturulur; sıradan, sessiz bir hayat yaşamaya çalışanlar ise bir gecede terörist ilan edilir. Kimin makbul vatandaş olduğu hukukla değil, siyasal konjonktürle belirlenir.
Bugün doğru olan, yarın suç olur. Dün alkışlananlar bugün hain ilan edilirken, dün yerden yere vurulanlar ‘‘stratejik ortak’’ oluverir. Bu belirsizlik, sadece güven duygusunu değil, insanın kendilik duygusunu da parçalar. Çünkü burada hiçbir kimlik, hiçbir emek, hiçbir duruş güvencede değildir.
Ekonomi ise bu değersizliğin en görünür kısmını oluşturur. Asgari ücretle çalışan milyonlar, emeğinin karşılığını alamazken, birilerinin lüks içinde yaşaması artık normaldir. Pazarda meyve bile alamayan emekliler, borç içinde kıvranan gençler, yıllarca okuyan ama mülakatta elenen öğretmen adayları…Hepsinin aklında aynı soru belirir: ‘‘Ben bu ülkede neden yok sayılıyorum ve neden görülmüyorum?’’
Üretmek, çalışmak, alın teri dökmek artık değerli değil. Ne bilgi, ne de emek kıymetli. Kısa yoldan, hak edilmemiş kazançların- makamların peşinde herkes. Sadece itaat edenin, biat edenin önü açık. Suç işleseler bile başlarına bir şey gelmiyor üstelik. Bu da ekonomiyi sadece sayısal bir mesele olmaktan çıkarıp, ruhsal bir çöküşe dönüştürüyor.
Ve insanlar yavaş yavaş kendi içlerine kapanır. Bayram kutlamak, tatile çıkmak, hayal kurmak…Bütün bunlar suçluluk duygusuyla karışır. Yaz gelir ama deniz ıssız, güneş soğuktur. Bayram gelir ama neşesi eksiktir. Çünkü kalbin bir yanı hala adaletsizliğe takılıdır. Tatil planları yapılır ama bavula mutluluk değil, memleketin yükü konur.
Üniversite öğrencileri fikir beyan ettikleri, demokrasiyi savundukları içi tutuklanır, kadınlar katledilir, failler serbest kalır. İş cinayetleri ‘‘kader’’ denilerek geçiştirilir, liyakat yerini sadakate bırakır, adaletin yerini cezasızlık alır. Bütün bunlar olurken, televizyonlarda şatafatlı hayatlar, alkışlarla karşılanan yalanlar yer alır. Gerçek susar, gürültü konuşur.
Ve insan kendine dönüp sorar: Burası gerçekten benim vatanım mı?
Edward Said’in “yerinden edilme” kavramı gelir akıllara. Yerinden edilme yalnızca fiziksel bir sürgünü değil; ruhsal, kültürel ve duygusal bir dışlanmayı da tarif eder. Bu bağlamda Türkiye’de milyonlarca insan, yaşadığı topraklarda “vatanında” hissetmiyor. Çünkü “vatan” dediğimiz yer, ancak güvende ve saygın bir biçimde yaşayabildiğimiz, fikrimizi korkmadan söyleyebildiğimiz, adaletin herkese eşit uygulandığı bir yerdir. Aksi hâlde, ait olunan coğrafya bir vatan değil; bir belirsizlik, bir iç sürgün alanı olur.
Bayramlar, tatiller, mevsimler... Hepsi içi boş ritüellere dönüşür. Çünkü insan ancak anlamlı bir hayatın içinde kutlama yapabilir. Aksi hâlde kalabalıklar içinde yalnız, gürültüler içinde sessiz hisseder kendini. Edward Said’in sürgünlüğe dair söyledikleri burada da yankılanır: “Sürgün, yersizliğin trajedisidir.”
Türkiye’de birçok insan, artık ülkesine yabancılaşmış durumda. Sokağa çıkarken, haber izlerken, fikir beyan ederken kendini kısıtlıyor, sakınıyor. Çünkü aidiyet, sadece bayrakla kurulmaz; adaletle, eşitlikle, insan onuruna saygıyla ve özgürlükle inşa edilir.
Ve işte tam da bu yüzden, vatan yalnızca doğduğun yer değildir. Vatan, kendini güvende ve değerli hissettiğin yerdir. İnsanın kendini bir yere ait hissetmesi için sadece orada doğmuş olması yeterli değildir; o yerin ona tanıdığı haklar, sunduğu güvenlik ve verdiği anlam da gereklidir. Eğer bir ülkede insan, kendini sürekli tehdit altında hissediyor, değersiz görülüyor ve dışlanıyorsa, orası artık bir yurt değil, bir değersizlik coğrafyasıdır.
Gerçek vatan, insanı yaşatan yerdir. Çünkü vatan dediğimiz şey, sadece bir toprak parçası, bir nüfus cüzdanı ya da sınır çizgisi değildir.
Vatan insanın kendini korunaklı hissettiği, sözüne ve duygularına değer verildiği kimliğinin tehdit değil zenginlik sayıldığı yerdir. Eğer bir ülkede insanlar sürekli olarak ötekileştiriliyor, fikirleri nedeniyle susturuluyor, yaşamları değersizleştiriliyorsa orası bir yurt değil travmalar diyarına dönüşür.
Ülkemizi terk eden, terk etmeyi düşünen insanların sayısı her geçen gün artmakta. Bu ülkeye faydası dokunabilecek binlerce nitelikli, donanımlı insan, sadece insanca yaşamanın, emeğinin karşılığını almanın, korkmadan düşünmenin, nefes almanın peşinde.
Vatandaşlık tanımının yeniden gündem yapılmaya çalışıldığı şu günlerde, olmaz ama umut ya işte, belki bu eksiklikler de dikkate alınır mı? Vatanında kendini gurbette hisseden insanların vatanlarına kavuşma arzuları da değer görür mü?
Bu değersizlik ikliminde zor. Ama biz, vatanını her şeyden çok seven ve her şeyin iyiye gideceğine dair umudunu yitirmeyen vatandaşlar olarak vatanımıza sahip çıkmaya devam edeceğiz.

Yorum Yazın