Türkler, Kürtler ve Araplar olarak Anadolu’da mutlu mesut yaşadığımız günlere geri dönüş nostaljisinin tek eksiği milliyetçilik de değil. Bu projenin içinde refah toplumu, sosyal devlet, hukuk, demokrasi ve özgürlükler gibi modern devletlere has olguların hiçbirisi yok. Ama bol bol kılıç kalkan var.
Türkiye’nin son zamanlardaki ana gündemi, Türk millî kimliğine dayanan ulus-devletin siyasal bir mühendislikle aşındırılarak yerine etnik çeşitlilikleri İslam çatısı altında buluşturma tartışmaları etrafında şekilleniyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Türk, Kürt, Arap” çıkışı ve ABD Ankara Büyükelçisi Tom Barrack’ın Osmanlı millet sistemini öven ifadeleri, Türkiye’nin etnik farklılıklarını İslam ortak paydasında toplayan yeni bir millet tasarımı tartışmalarının fitilini ateşledi.
İktidar paydaşlarının “Terörsüz Türkiye” nitelemesiyle başlattığı sürecin nereye evrileceğinin bilinmemesi, varsa ne gibi pazarlıklar yürütüldüğüne kamuoyunun vakıf olmaması ve Erdoğan’ın her gittiği yerde “ümmet” vurgusu yapmadan geçmemesi gibi nedenler toplumun hassasiyetlerini tetikliyor.
Üstelik insanların sokağa çıktığında “Milletin Adı Türkiye” gibi afişlerle karşılaşması, halkın kimi duyarlılıklarını giderek keskinleştiriyor. İktidar, kabaca son on yıldır oldukça milliyetçi bir eksene yerleşirken kısa vadedeki ani makas değişimlerinin hızına toplumsal taban yetişemiyor doğrusu.
Kendi varlık felsefesini; “Cumhuriyet elitleri diye ağzında gümüş kaşıkla doğan bir kesim var”
-Evet!
“Hah işte onlar toplumun çok önünden gitti. Biz Anadolu’nun bağrı yanık çocukları olarak Cumhuriyet elitlerinin hızına yetişemedik”
Söylemi üzerinden meşrulaştıran bir iktidar için böylesi sert manevralar çok manidar.
Öbür taraftan Erdoğan’ın Türk, Kürt ve Arap birlikteliğine dayanan yeni millet ya da kendi deyimiyle “ümmet” tahayyülü geçtiğimiz asırda denenmiş ve çökmüş bir projedir. Osmanlı döneminde kimi aydınlar, İslamcılık veya Osmanlıcılık üzerinden bir millet kurgusuna soyunmuştur. İmparatorluğun etnik ve dinsel çeşitliliği gözetilerek, dağılmalar bu yolla engellenmeye çalışılmıştır.
Osmanlı Devleti, İslami bir kimlik yaratmaya çabalarken dünyada ulus devletler çağı başlıyordu. İmparatorlukların yerini ulus devletler alıyordu artık. Osmanlı’nın bu geçişi iyi okuyabildiği söylenemez.
Hal böyleyken İslamcılık ya da Osmanlıcılık siyasetinin Türkiye’yi bir arada tutması söz konusu bile olamazdı. Ki olamadı da…
Dünyadaki gelişmeleri çok iyi analiz eden cumhuriyetin kurucu kuşağı, olmayacak duaya âmin demekle uğraşmak yerine suyun aktığı yönde gitmeyi tercih etti. Osmanlıcılık ve İslamcılık gibi tutmaması mümkün olmayan güdük projeler yerine kabaca İkinci Meşrutiyet döneminde şekillenen Türkçülük anlayışını benimsemeyi uygun buldular. Türkçülük anlayışının açtığı patikadan ilerlenerek cumhuriyetin fırsat eşitliğini gözeten, her türlü farklılığı törpüleyen, son derece homojen ve ileri uygarlık ülküsünü temel alan ulus devlet modeli hayata geçirildi.
Cumhuriyetin inşa ettiği millet projesi, küçük radikal azınlıklar dışında en ufak bir çatırdama dahi göstermeden bugünlere kadar ulaştı. Çevremizde yapay milliyetçilik anlayışlarıyla kurgulanan, sınırları cetvelle çizilen, etnik ve dinsel temellerin referans alındığı kimi ülkeler, tarihsel süreç içerisinde dağılıp giderken Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu cumhuriyet halen dimdik ayaktadır.
Bence yeni bir millet tahayyülünden bahsedeceksek ölçütümüz bu olmalıdır. Okyanus ötesinden yankılanan Osmanlı millet sistemi methiyeleri ya da koltuk hırsları değil!
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İslam üst kimliğine dayanan ümmet söylemine, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin bakış açısı da irdelenmeye değerdir. Bahçeli, iktidar partisiyle ortaklık kurarken her daim kendi tabanına milliyetçiliğe halel getirmeyeceğine ilişkin mesajlar vererek rahatlattı.
Siyasal İslamcı mahallenin neredeyse yüz yıla yayılan metinlerinde sıklıkla görmeye alıştığımız bu anakronik ve menkıbeci kurgunun tarihsel, siyasal ve sosyal anlamda hiçbir karşılığı bulunmaması bir yana sistemin artık milliyetçilik gibi bir garantörü olmadığını gözler önüne seriyor.
Belki her türlü milliyetçiliği ayaklar altına alan bir iktidar vardı fakat MHP kendisini sistemin garantörü olarak kodluyordu. İktidarın kapısını açan bir anahtar vardı, o anahtar da MHP’deydi. Bu naratif, milliyetçi seçmeni ferahlatıyordu.
İktidar partisi, ortaklıktan sonra MHP’nin hassasiyetlerini gözeterek milliyetçi sembollere önem vermeye başladı. Örneğin harp sanayisinde imza attığı projelere Abdülhamit veya Vahdettin gibi Siyasal İslam’a has isimler vermek yerine Kaan, Gökbey, Atak, TCG Anadolu, Akıncı ve benzeri adlar koydu.
İktidarın milliyetçileşmesi bağlamında örnekler çoğaltılabilir ama burada esas düğüm noktası MHP’nin konumudur. MHP, her daim sistemin milliyetçilik hattındaki güvencesi olarak kendisi lanse ederken iktidarın ellerinden kayıp gidebileceği göründükten sonra büyük ortağına “ben seninle her yola varım” yönünde mesajlar iletmeye başladı.
Bunun en çarpıcı örneğini MHP’nin son kongresinde gördük. Bahçeli, kongrede yaptığı konuşmada, mealen “ben senin elini kolunu bağlamıyorum. Lider sensin, iktidarda kalmak için istediğin gibi hareket edebilirsin. Manevra alanını geniş tutabilirsin” minvalinde açıklamalarda bulundu.
Zaten son girdiğimiz süreçteki bütün adımlar, Bahçeli’nin mesajlarının ardından geldi. DEM’e el uzatmalar, terörist başını meclise çağırmalar gördük. Ancak bütün bu aşamalarda Bahçeli “sakin olun burada milliyetçiliğin garantörü olarak ben varım” kabilinden serinletici mesajlar iletmeyi sürdürdü.
Şimdiyse yeni bir millet tahayyülünden bahsediliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylemlerinden hareketle, Anadolu’da her türlü farklılıklarına rağmen İslam çatısı altında asırlardır mutlu mesut yaşayan halklardan söz ediliyor. Gene bu anlatıma göre ne zaman ki cumhuriyetin ulus devlet projesi ümmete dayatıldı, tam da o noktada sorunlar çıkmaya başladı. Çünkü ulus-devlet son tahlilde bir zorlamaydı.
Siyasal İslamcı mahallenin neredeyse yüz yıla yayılan metinlerinde sıklıkla görmeye alıştığımız bu anakronik ve menkıbeci kurgunun tarihsel, siyasal ve sosyal anlamda hiçbir karşılığı bulunmaması bir yana sistemin artık milliyetçilik gibi bir garantörü olmadığını gözler önüne seriyor.
Ayrıca Türkler, Kürtler ve Araplar olarak Anadolu’da mutlu mesut yaşadığımız günlere geri dönüş nostaljisinin tek eksiği milliyetçilik de değil. Bu projenin içinde refah toplumu, sosyal devlet, hukuk, demokrasi ve özgürlükler gibi modern devletlere has olguların hiçbirisi yok. Ama bol bol kılıç kalkan var.

Yorum Yazın