2025 Ağustos’unda Haydarpaşa Garı “kültür ve turizm” amaçlı kullanılmak üzere TCDD tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığına devredilmiştir. Haydarpaşa ve Sirkeci garları İstanbul’un ulaşım hafızası, kültürel mirası ve toplumsal kimliğin ayrılmaz parçaları olarak kabul edilmektedir.
Türk Hukukunda Kamu Yararı
Kamu Yararı; kamusal işlemlerin ve eylemlerin hukuka uygunluğunu ölçmede kullanılan bir kiterdir. Her olayda somut koşullara göre belirlenmektedir. Aquinalı Thomas ise toplum iyiliğinin yani kamu yararının bireyin ve toplumun ortak amacı olduğunu, ikisinin bir bütün oluşturduğunu savunarak toplumun iyiliği, Tanrının yeryüzündeki ifadesidir, der. 1789 Fransız Devriminden sonra çıkarılan ve orada bize de gelen hastalıklı Fransız Bonoportist İdare hukuku anlayışı (İmparatoru yaşat ki devlet yaşasın!) ile “yasa, kamu yararıdır.” Bu nedenle yasama organı tarafından yapılan her yasa, kamu yararına uygundur. Bir adım ötesi kanuna uygun yapılan idarenin her türlü işlemi ve eylemi yasaya ugundur ve bu nedenle kamu yararı taşır. Ayrıca Fransız Devrimi Bildirgesi hakların kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceğini söyler. Kamu yararı da yasayla belirlenir. Bunun neticesi de yasa ya da kamu yararı üstündür. Özetle; kamu yararını belirleme gücü yasama organına aittir. Bu ise bizi milli egemenlik teorisine yani elitist demokrasiye götürmektedir. Bu anlamda bizde cumhuriyet yönetiminin olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Sadece seçim zamanı sizi yönetecek kişileri seçer ve bir sonraki seçime kadar sabırla beklemek zorunda kalırsınız.
Mevcut anayasalı sistemde temel hak ve hürriyetlerin kamu yararı gerekçesiyle sınırlanmasının sınırı, hakkın özüne dokunma yasağıdır. Türk hukukunda AYM ve Danıştay verdikleri kararlarla, kamu yararının ne olduğunu somut olaya göre belirlemektedir. 1964 tarihli bir AYM kararında, seçim güvenliği; kamu düzeni ve hatta “kamu yararı” kavramları içinde düşünülür, demiştir. AYM’nin 1967 tarihli başka bir kararında ise hukuk devletinin unsurları arasında kanunların kamu yararına dayanması ilkesi de var demiştir. 1976 tarihli AYM kararı isetoplum yararının birey yararına üstün tutulmasını sosyal hukuk devletinin temel öğesi olarak görmüştür. 1977 tarihli diğer bir kararında ise AYM, kamu yararını kişinin ve toplumun huzurunu sağlamak anlamına geldiğini belirtmiştir. 1980 tarihli diğer bir kararında ise kamu yararı, toplum yararıdır. Kamu yararının takdiri ise yasama organının yetkisindedir, denilmiştir. 1986 tarihli Kıyı Kanununun iptaline ilişkin davada ise “...yasa koyucuya verilen düzenleme yetkisi, hiçbir şekilde kamu yararını ortadan kaldıracak veya engelleyecek ya da doğal niteliğiyle kamu malı olan bu yerler özel mülkiyete konu olacak veya dönüştürülecek biçimde kullanılamaz” ifadesini kullanmıştır. 1989 tarihli kararda ise yargısal denetim sırasında kamu yararına uygunluk araştırılır demiştir. 1993 tarihli kararında ise sosyal hukuk devleti...kişi hak ve özgürlükleriyle kamu yararı arasında bir denge kurabilen devlettir. 1999 tarihli diğer bir kararda ise kamu yararı nedeniyle mülkiyet hakkının sınırlanmasısının demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olmadığını belirtmiş, sınırlama yapılırken kamu yararı ile kişi yararı arasında dengenin korunmaması sonucunda hakkın kullanılamaz hale getirilmesinin hakkın özüne dokunacağını vurgulamıştır. Özetle; kamu yararı mülkiyet hakkının sınırlanmasında temel sınırlama nedenini oluşturmaktadır.
1924 Anayasası, 74. Maddesi kamu yararı (umumi menfaatler) kamulaştırma hususunda kullanılan ilk metindir. 1961 Anayasası, 11. Maddesi temel hak ve hürriyetlerin kamu yararının korunması amacıyla sınırlandırılabileceğini ifade etmiştir. 1982 Anayasası ise Kamu Yararı başlığı altında 43. Madde de Kıyılardan Yararlanma, 44. Madde de Toprak Mülkiyeti, 47. Madde de Devletleştirme ve Özelleştirme olarak yer vermiştir.
Danıştay’a bakacak olursak; Türk idare hukukunda idarenin her türlü işleminin amacı biçimi ve konusu ne olursa olsun kamu yararıdır, şeklinde yerleşik bir kabul ve tabu oluşturulmuştur. Aynı şekilde kamu hizmetinin gayesi de kamu yararına çalışmaktır şeklinde yerleşik bir kabul vardır. Danıştay’ın geliştirdiği içtihada göre ortada birden fazla ve birbiri ile çelişen kamu yararı varsa karar vericilerin birini tercih etmesinde kullanılan ölçüte üstün kamu yararıdenilmiştir. 1992 tarihli Maltepe-Dragos Pendik sahil yolu kararı (Danıştay 6. Dairesi); düzenlemenin ana amacının trafik yükünü hafifletmek, sahil şeridini halka açmak ve kentin kanalizasyon sorununa köklü çözüm getirmek...gerekçesiyle üstün kamu yararı kavramını kullanmış ve imar planının hukuka aykırı olduğu yönündeki ilk derece mahkemesinin imar planını iptal kararını bozmuştur (“...amacın kamu yararının gerçekleştirilmesi olduğu anlaşıldığından İdare Mahkemesince, belirtilen konulardaki üstün kamu yararı gözardı edilerek düzenlenmiş olan bilirkişi raporuna dayanılarak verilen kararda isabet görülmemiştir...”). 1998 tarihli Koç Üniversitesi kararında 6. Daire; orman alanının korunması ve bu alanda üniversite kurulması ile elde edilecek kamu yararı arasında bir fayda-zarar değerlendirmesi yaparak...üniversite alanı oluşturulmasında üstün kamu yararı bulunduğuna karar vermiştir. Ayrıca karar da orman alanının varlığının devamı için gerekli önlemlerin alınması gerektiğini de belirtmiştir. 1997 tarihli Danıştay 6. Dairesinin Yeşil Alan Oluşturulması ve Üstün Kamu Yararı kararında; nazım imar plan değişikliği ile 1971’den beri faaliyette olan bir fabrikanın var olduğu sanayi bölgesi bir alanın park ve reakreasyon alanı olarak ayrılmasında üstün kamu yararı olduğuna karar vermiştir...sağlıklı ve düzenli bir çevre oluşturulması çabasında üstün kamu yararı var denilmiştir. Fabrika sahibi ise başka bir alanın park alanı yapılabileceğini davada ifade etmiştir. Bu kararda, mülkiyet hakkının özüne dokunmak yok mudur? Aynı hukuki mantıkla devam ederek üstün kamu yararından bahisle boğazdaki ve sahillerdeki tüm yalıları ve evleri yıkarak halkın kullanımına açabilir miyiz?
Sonuçlar ve Çözüm Önerileri
Öncelikle adalete bakış açımızı değiştirmemiz lazım yani hukuki pozitivizm hastalığından acilen kurtularak adalet-i mahza yani tam adalet diyerek fertleri önceleyen ve ferdin hakları ve hürriyetlerini her şeyin üstünde gören bir anlayışa acilen geçmek gerekir. Mevcut halde kamu yararı veya üstün kamu yarına karan veren idaredir. Nihayetinde son sözü bu konuda söyleyen ise yargı mercileridir. Adalet-i izafiye ile yani kısmi (eksik) adalet ile toplumun menfaatinin daha önemli olduğu anlayışını da eğitim sisteminde bitirmek lazım. Diğer bir ifadeyle toplum için fert (ler) feda edilemez. Toplumu öncelediğiniz zaman adres doğrudan devlete çıkar. Bu nedenle imparatoru değil, halkı yani milleti yaşatalım ki devlet yaşasın. Bu nedenle nesilleri eğitirken eleştirel modele geçmek aciliyetin ötesine geçmiş bir durumdadır. Ahlaki ve vicdani olmayan fertler geleceğin dünyasında adalet değil, olsa olsa menfaat odaklı bir sistem inşa ederler. Ahlakı olmayan bir hukuk sisteminin de işlemeyeceği ortada olsa gerek.
Mekanlar şehirlerin hafızasıdır, hiçbir kimse kendi hafızasının silinmesine müsade etmeyeceğine göre insanların hatıralarının sembolü olan yerlere de dokunmamak gerekir. Bu memlekette 1700’lerden beri yönerge, yönetmelik, tüzük, KHK’ler ve hatta kanunlarla anayasal haklar gaspedilmektedir. Nerdeyse tüm ülke de idari devlet anlayışı hakim kılınmış ve yetkisi olup, sorumluluktan kolayca sıyrılabilen bir idari devlet anlayışı ve de kısmi yani nisbi (adalet-i izafiye) adalet anlayışı ile her şeyin kamu yararı yani halk için yapıldığı safsatası zihinlere empoze edilerek Aytmotov’un ifadesiyle mankutlaştırılan anlayışlar üretilmiş ve son sözü halkın değil devletin hatta mahkemelerin söylediği bir elitist demokrasi inşa edilmiştir. Oysa ki halkın yönetime katılımı doğuştan gelen bir insan hakkıdır. Yönetenlerin denetlenmediği bir sistemin sağlıklı işlemeyeceği ve adaletten sapacağı apaçık bir hakikat olsa gerek. Bu nedenle Haydarpaşa Garı veya Sirkeci Garı veyahut Taksim’e ne yapılacağı konusunda bırakın İstanbul halkı karar versin. Çünkü bu yerler İstanbul’un toplumsal hafızasıdır ve kültürüdür.
Problemlerin çözümü ise her şeyi halka götürerek samimi kişilerce hazırlanan yeni bir anayasayla siyasette lider sultasını bitirmek için dar bölge seçim sistemini inşa edip, temsilcilerin azli kurumuyla milletin hangi seviyede olursa olsun seçtiğini istediği zaman görevden alabildiğive nihayet halkın istediği kanunları ve anayasa değişikliklerini istediğinde yürürlüğe koydurabildiği bir ANAYASAL CUMHURİYETİN inşası artık kaçınılmaz bir yol olarak gözükmektedir. Bunların hiçbiri hayal değil, yakın bir gelecekte tüm dünyada anayasal cumhuriyetlerin tamamı bu üçlü kurum üzerine yoluna devam edecektir. Karar Yüce Türk Milletinin! Anayasal bir Cumhuriyet mi yoksa Anayasalı bir Demokrasi mi yani Elitist bir sistemmi? Unutulmasın ki, namuslu ve çalışkan insanlarla uğraşanlar eninde sonunda kaybederler!..





























Yorum Yazın