Bazı dönemler vardır, bir video kaydı bir rejimin bütün ömründen daha çok şey anlatır.
İran, bugün tam da o video kaydının içindedir — ışıltılı bir salonda, başörtüsüz genç kadınların kahkahasıyla yankılanan bir düğünde…
Amiral Ali Şamhani’nin Tahran Espinas Oteldeki kızının düğünü.
Oysa bu adam, yıllarca “kadının saçı şeytanın ipidir” diye buyurmuş, binlerce kadının saç teline kement atmıştı.
Şimdi kendi kızı, o kementi gül bahçesinde koparmış gibi dans ediyor.
İroni değil bu; rejimin ruhunu yansıtan bir ayna kırılması.
Brüksel’de bir duvar ve iki fotoğraf
Geçtiğimiz günlerde yolum Brüksel’e düştü.
Avrupa Parlamentosu koridorlarında gezerken bir duvar beni durdurdu.
Duvarın üzerinde, gözlerinde sonsuz bir sessizlikle Mahsa Amini’nin fotoğrafı vardı.
Bir saç teliyle başlayan o kıvılcım, şimdi Avrupa’nın kalbinde, taş duvarlara kazınmış durumda.
Yanımda duran bir parlamenter, “Bu fotoğraf artık İran’ın değil, insanlığın vicdanıdır,” dedi sessizce.
O an düşündüm…
Bir tarafta Amini’nin uğruna hayatını verdiği özgürlük ideali, diğer tarafta Şamhani’nin kızının başörtüsüz düğününde çekilen fotoğraf ve video kayıtları.
İki kare, bir ülkenin iki yüzü.
Biri halkın çığlığı,
diğeri iktidarın yalanı.
İran’ın bugünkü çıkmazı, tam da bu iki fotoğrafın arasındaki uçurumda gizli.
Avrupa’da yaşayan birçok İranlı’nın, ülkedeki çalkantıdan önce “maddi hazırlık” yaptıkları konuşuluyor.
Belki içgüdüsel bir kaçış, belki yaklaşan fırtınanın sessiz habercisi…
Ahlakın perde arkası
Bir zamanlar “devrim” adına diz çöktürdükleri halk, bugün o sahneleri izliyor ve susmuyor.
Çünkü biliyor ki bu yalnızca bir düğün değil, ahlakın saraylarda gömüldüğü bir dönemin cenazesidir.
Petrol gelirleriyle kurulan denizcilik ağları, yaptırımların etrafından dolanan milyon dolarlık servetler…
Şamhani ailesinin “direniş” dediği şey, aslında halkın yoksulluğundan inşa edilmiş bir imparatorluktur.
Bütün bu ihtişam, Tahran’ın karanlık sokaklarında bir ekmeği dörde bölüp paylaşan kadının alnına vurur şimdi.
Eski muhafızlar, yeni maskeler
Ruhani, Zarif, Ahmedinejad…
Hepsi birer eski yüz ama yeni maskeyle yeniden sahnedeler.
Bir kısmı “ılımlılık” vaaz ediyor, bir kısmı “devrimin aslına dönelim” diyor.
Oysa hepsi aynı oyunun farklı perdeleri.
Bir kez daha halkın umuduyla oynanıyor, bir kez daha reform adıyla aldatmacanın kapısı aralanıyor.
Zorunlu başörtüsünde “esneme”, sansürde “yumuşama” vaatleri…
Ama halk biliyor: Bu yumuşama değil, rejimin çatlayan aynasına sürülen makyaj.
Çöküşün sessiz dili
İran’da artık yalnız para değil, sabır da değerini kaybediyor.
Bir dolar milyonlara ulaştı; bir somun ekmek, bir insan onurundan pahalı hale geldi.
Sokaklarda ideolojilerin sesi değil, boş midelerin yankısı var.
Ve bu kez rejimi sarsan şey, dış baskılar değil, halkın içinden yükselen adalet duygusu.
Çünkü bu topraklarda şimdi, silah değil, vicdan konuşmaya başladı.
Yalanın sonu, halkın sözü
Şamhani’nin lüks düğünüyle başlayan tartışma, aslında bir toplumsal uyanışın sembolü.
Bir halk, yıllardır dayatılan kutsalların sahte olduğunu fark ediyor.
Bir kadın, zorla taktırılan örtüyü çıkarırken aslında bir zinciri kırıyor.
Bir genç, susturulmuş bir şarkıyı yeniden mırıldanıyor.
İran’ın kaderi, artık tankların ya da mollaların elinde değil; o gençlerin gözlerinde, o kadınların saç tellerinde, o bir halkın yeniden doğan umudunda.
Yıkım mı, Yeniden Doğuş mu?
Kimi bu süreci bir çöküş olarak görecek, kimi bir yeniden doğuşun eşiği olarak.
Ama tarih, bir kez daha aynı hakikati fısıldıyor: Hiçbir rejim, kendi çelişkilerini sonsuza dek taşıyamaz.
İran’da şimdi o çelişkinin duvarları yıkılıyor; ve o yıkıntıların arasından bir halkın bilinci filizleniyor.
Tanklar paslanır, sloganlar unutulur; ama gerçeğin yankısı kalır.
Çünkü bir milleti dirilten şey, güç değil, hakikatin dayanılmaz berraklığıdır.
Ve bugün İran’da, karanlığın tam ortasında o berraklığın sesi duyuluyor: Kadınların saç tellerinde, gençlerin suskun bakışlarında,
annelerin dua ederken titreyen ellerinde…
Bu ses artık susturulamaz.
Çünkü bir halk kendi ışığını yakmayı öğrendiğinde, artık hiçbir karanlık ona hükmedemez.

Yorum Yazın