Bölgede süregelen siyasi ve ekonomik çalkantılara rağmen Mısır’ın Grand Egyptian Museum (GEM) açılışı, sadece ulusal bir gurur meselesi değil; aynı zamanda insanlığın kültürel mirasına dair kolektif bilincin yeniden canlanışıdır. Bu açılış, modern Mısır’ın turizm ve kimlik politikaları kadar, uygarlığın kökenine dair evrensel bir merakın da yansımasıdır.
Ancak aynı dönemde, Anadolu’nun kalbinde yer alan Göbeklitepe, Karahantepe, Mendiktepe ve Çakmaktepe kazıları, dünya arkeolojisinin seyrini değiştirecek nitelikte bulgular ortaya koymakta; insanlık tarihinin bilinen sınırlarını sorgulamaya zorlamaktadır. Dolayısıyla, bugün Mısır’da sergilenen mirasla Urfa ovasının taş hafızası arasında sessiz ama güçlü bir rekabet başlamıştır.
.jpeg)
Mısır: Geçmişin Işığı, Günümüzün Gölgesi
Mısır, yıllardır ekonomik kriz ve demokratik dönüşüm sancılarıyla mücadele ediyor. Buna karşın firavunların mirası, ülkenin uluslararası imajını korumakta bir tür “yumuşak güç” işlevi görüyor.
Grand Egyptian Museum, 30 yıllık planlama, 20 yıllık inşa süreci ve yaklaşık 1 milyar doları aşan maliyetiyle bu vizyonun en görkemli simgesi haline geldi. Devlet Başkanı Abdel Fattah el-Sisi, açılış konuşmasında “Yaşasın Mısır, yaşasın insanlık” sözleriyle bu kültürel gösteriyi siyasi bir manifestoya dönüştürdü.
Bu yönüyle GEM, sadece antik birikimin değil, çağdaş devletin de vitrini olmuştur. Ancak böylesi devasa projeler, kimi zaman tarihsel mirası halktan çok, güç ve prestij ekseninde yeniden üretme tehlikesi taşır. Mısır, kültür mirasını sadece ekonomik bir araç olarak değil, bilimsel ve insani bir payda olarak da sunmak zorundadır.
.jpeg)
Göbeklitepe ve Karahantepe: İnsanlığın Başlangıcına Yeni Bir Bakış
Öte yandan, Göbeklitepe, Karahantepe, Mendiktepe ve Çakmaktepe insanlık tarihini yalnızca birkaç bin yıl değil, neredeyse bir düşünce paradigması kadar geriye götürdü.
Bugüne kadar yapılan kazıların yalnızca yüzde beşi tamamlanmış durumda. Bu küçük oran bile, yerleşik hayattan önceki dönemde tapınak kültürünün varlığına dair devrimsel kanıtlar sundu.
Göbeklitepe’nin dairesel dikilitaşları, insanın “tanrı fikriyle” kurduğu en erken teması belgeliyor. Mısır’daki piramitler bir uygarlığın doruk noktasıysa, Göbeklitepe onun bilinçaltıdır — yani uygarlığın doğum anı.
Bu nedenle, bu alanları yalnızca “arkeolojik kazı” olarak değil, insanın kendini yeniden anlama sürecinin merkezinde değerlendirmek gerekir.
Ne var ki son dönemde bölgenin hızla ağaçlandırılması ve çevresel düzenleme faaliyetleri, bazı arkeologlar tarafından kazıların yavaşlamasına ve alanın doğal topografyasının değişmesine neden olduğu gerekçesiyle eleştirilmektedir.
Bu durum, Türkiye’deki merkezi yönetimin konuyu “rutin bir kazı projesi” olarak değil, insanlık mirasına yön veren stratejik bir kültürel yatırım olarak ele alması gerektiğini göstermektedir. Zira Göbeklitepe, Karahantepe, Mendiktepe ve Çakmaktepe’nin geleceği yalnızca Anadolu’nun değil, insanlık tarihinin yeniden inşasıyla ilgilidir.
.jpeg)
Mısır ve Anadolu Ekseni
Mısır, çöllerinin altındaki hazinelerin yalnızca yüzde yirmisini gün yüzüne çıkarabilmiş durumda. Bu bile dünya arkeolojisi açısından inanılmaz bir rezerv anlamına geliyor. Ancak aynı potansiyel, Anadolu coğrafyasında da var — üstelik çok daha erken bir döneme işaret ediyor.
Bugün Mısır, geçmişin ihtişamını sergileyen bir arkeolojik müze devletine dönüşürken; Türkiye, “geçmişi yeniden yazma” potansiyeliyle dikkat çekiyor.
Bu iki merkez, aslında aynı medeniyet zincirinin farklı halkalarıdır: Nil’den Fırat’a uzanan bir kültürel süreklilik… Bu süreklilik, insanın inanç, sanat ve mimari yolculuğunun ortak izlerini taşır.
Ancak fark, yaklaşım tarzındadır: Mısır mirasını “turizm ekonomisi” üzerinden kurarken; Anadolu, henüz keşfedilmemiş bir bilimsel devrimin eşiğindedir. Bu yüzden Göbeklitepe, Karahantepe, Mendiktepe ve Çakmaktepe’nin korunması, hızla tamamlanması ve uluslararası bilimsel işbirliğiyle desteklenmesi, yalnız Türkiye için değil, tüm insanlık için bir zorunluluktur.
Mısır’daki görkemli müze açılışı, elbette bölge adına büyük bir kazanımdır. Ancak asıl devrim, taşların arasından insanın sesini yeniden duymakta gizlidir.
Göbeklitepe, Karahantepe, Mendiktepe ve Çakmaktepe kazıları hızlandıkça, “medeniyetin merkezinin neresi olduğu” sorusu yeniden sorulacak; belki de cevap artık piramitlerin gölgesinden değil, Urfa platosunun rüzgârından gelecektir.
Bu nedenle, Mısır’daki eserler insanlığın hatırasını yaşatırken, Anadolu’daki kazılar insanlığın kökenini aydınlatıyor.
Ve belki de tarihin en büyük buluşması — geçmişle geleceğin, Mısır’la Mezopotamya’nın, insanla bilincin kesiştiği o noktada — hâlâ bizi bekliyor.





























Yorum Yazın