İmamoğlu iddianamesinin dün yayınlandı. Böylelikle 19 Mart’la başlayan süreç yeni bir aşamaya girdi. Savcılık makamının tezleri ve iddialarıyla birlikte destekçilerinin demokrasi kahramanı, karşıtlarının ise hırsız olarak gördüğü bir siyasetçinin politik inandırıcılığı hukuk önünde sınacak. Bu vesileyle İmamoğlu-CHP ilişkisini yeniden ele almak yararlı olabilir.
İmamoğlu Halk Partisine ne getirdi, ondan neler götürdü?
Öncelikle İmamoğlu ve Yavaş’ın CHP’nin AKP karşısındaki popülist hamlesinin mimarları olduğu açıkça ortada. Bu iki siyasetçi partiyi sıkışmış olduğu dar tabandan çıkardı. Karadeniz ve İç Anadolu gibi zorlu siyasal coğrafyalar, Anadolu kasabaları ve büyük kent varoşları CHP’ye açıldı. Ayrıca iptal edilen İstanbul seçimlerindeki kararlı duruş Ekrem beyi politik bir direnç merkezine dönüştürdü. Hala pek çok seçmenin gözünde o gömleğinin kollarını sıyrılan İmamoğlu imgesi Erdoğan karşısında muhalefetin yükselişinin ikonik bir anlatımına karşılık gelmekte.
2023 seçimlerinde ise Kılıçdaroğlu’na karşı çıkamayan parti için bir aktöre dönüştü İstanbul’un eski başkanı. “Ben aday olacağım, halk beni istiyor” diyemedi İmamoğlu. Sessizliğiyle seçimin kaybedilmesine katkı sundu. Ancak herkesin kaybettiği o talihsiz anın hemen sabahında değişim hareketini başlattı. Değişim hareketi sadece Kılıçdaroğlu’dan kurtulmayı amaçlamıyor, aynı zamanda hem kadrolar hem de politik tercihler bakımından dar bir alana sıkışmış CHP siyasetine yeni bir soluk getirmeyi vaat ediyordu. Bu hareket belli sınırlar içinde başarılı oldu ve CHP delegeleri genel başkanlarını seçimli bir kurultayda değiştirdi. Ancak kurultay süreci ve sonrasında iki büyük hata yapıldı. İmamoğlu’nun parti içinde ve dışında zorlu düşmanlar edinmesi, daha da önemlisi rakipleri karşısında savunmasız kalması genel başkanın değiştiği dönemde alınan bazı kararlarla ilgili.
Öncelikle değişim hareketinin lideri olan İmamoğlu genel genel başkan olmak yerine İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nda kalmayı tercih etti. Oysa bu bizim parti kültürümüz bakımından doğru değil. Partinin en güçlü siyasetçisi o partinin genel başkanı olur. İmamoğlu aslında CHP’nin fili ve gerçek genel başkanı. Ancak liderliği doğrudan üstlenmek yerine Özgür Özel vekaletiyle yola devam etmeyi tercih etti. Bu tavır İmamoğlu’nun genel siyaset yapmasını zora soktu. Ayrıca belediye icraatları üzerinden yargının hedefi haline geldi İstanbul’un başkanı. Cumhurbaşkanlığı seçimine 3 yıl kala, Mansur Yavaş’la konsensüs sağlanmadan, alelacele cumhurbaşkanlığı adayı ilan edilmesi geçmişte yaptığı bu hatanın geç kalmış bir telafisi olarak okunabilir. Ancak adaylık İmamoğlu’nun tutuklanmasını engelleyemedi.
Parti içi siyaset bakımından bir diğer sorun Kılıçdaroğlu meselesiydi. Yenilen genel başkan ve ekibi bir türlü partinin yeni iç mimarisine dahil edilmedi. Kılıçdaroğlu’nun siyasetten çekileceği varsayıldı. Yerel seçimlerde Kemal beye yakın pek çok isim tasfiye edildi. Böylelikle içeriden ciddi bir karşı çıkış maddi açıdan mümkün olmayacaktı. Ancak CHP aleyhine açılan kurultay davaları zamanında kapatılmayan yaranın kangrenleşmesine yol açtı. Epey sayıda CHP’li İmamoğlu’nun kurultayı kazanmak için delegelere para yedirdiği ve bu nedenle başlangıcın ahlaksızca olduğunu düşünüyor. İmamoğlu CHP’sinde elitler bakımından bir iç asabiye eksikliği sorunu var.
Gelelim yolsuzluk meselesine. CHP medyasının yazamadığı ve konuşamadığı şey şu: İmamoğlu ve çevresindekiler gerçekten de suçlu olabilir. Masumiyet karinesi bir suçla suçlanan kişiler bakımından, mahkeme onların suçlu olduğuna kesin bir şekilde karar verene kadar suçsuzluğun temel bir varsayım olduğunu anlatır. Bahsi geçen varsayım insan haklarının temel dayanaklarından biridir. Masumiyet karinesinin yokluğunda ceza hukuku aracılığıyla yurttaşları temel haklarından mahrum etmek çok kolaylaşacaktır. Bu nedenle özellikle yandaş medyada ve hükümete yakın organik aydınlardaki tavır adil ceza hukuku kültürüyle bağdaşmayacak derecede taraflıdır. Bu kulvarda söz söyleyen pek çok aktör İmamoğlu’nu peşinen suçlu gibi göstermektedir. Ancak bu durumun yanlış olması CHP’li kitlenin muhakeme sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. İmamoğlu ve ekibi hakkındaki her iddia tüm vatandaşlar tarafından dikkatlice incelenmeli, her bir kanıt akıl ve vicdanla değerlendirilmelidir. Ancak böyle yapılmadığını hep beraber yaşayarak deneyimliyoruz.
Siyasi kutuplaşmanın hükümet tarafında yer alanlar için İmamoğlu suçlu. Mahkeme olmadan karar verilmiş durumda. Muhalif kesim ise bu konuda ileri sürülen hiçbir kanıtı duymak istemiyor. Sadece siyasi savunma yapılıyor. Tabii muhalefetin şöyle bir avantajı var. Türkiye’deki tüm yolsuzlukların CHP’li belediyeler tarafından işlenmesine imkan yok. Sadece muhalif belediyelere operasyon yapılması, onların suç işlemekle itham edilmesi bu meseledeki inandırıcılık düzeyini aşağıya çekmekte. Ancak yine de bu durum hakkaniyetli değerlendirme sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.
CHP’nin kurumsal olarak, CHP’lilerin ise bireysel olarak yapmaları gereken bu iddialar ortaya atıldığında sonuna kadar masumiyet karinesini savunmak, ama bunu yaparken de İmamoğlu’nun suçlu olma ihtimali karşısında meseleye belli bir mesafeden yaklaşmaktı. Mesela İmamoğlu’nun ve diğer şüphelilerin parti üyelikleri dondurulabilirdi. Parti liderliği iddialarla ilgili ayrıca parti içi denetim mekanizmalarını çalıştırabilirdi. Bu tedbir ve yönelimlerin hiçbirine başvurulmadı. Bugün itibariyle o sınırı çoktan geçtik. İmamoğlu mahkeme tarafından suçlu bulunur, hakkındaki iddia ve kanıtlar kamuoyu tarafından makul görülürse CHP ciddi bir yara olacak. Siyasi savunmayla bu olası yaranın ancak bir kısmı kapanabilir.



























Yorum Yazın