Neokantist (Yeni Kantçı) Viyanalı hukukçu-düşünür Hans Kelsen(1881-1973) hukukçunun ana işlevinin hukuku metajüridik (hukuk ötesi) elemanlardan arındırarak yasa koyucunun iradesine uygunluğu sağlamak olduğunu söyler. Ona göre her bilim dalının kendine özgü çalışma alanı mevcuttur, hukukun uğraş alanı normlardan( kural) ibarettir. Normların dışına çıkıp hukuka felsefe, sosyoloji ya da sosyal psikolojiyi dahil ederseniz normatif konumdaki bu bilimin doğa ve mantığına ihanet edip politikaya bulaşmış olursunuz. Alman hukuk felsefesi ekolleri ve ülkemiz hukukçuları genelde Kelsen’in normativist yaklaşımını benimserler.
Fransız Hukuk Felsefesi Ekolü ise genelde tam aksini savunmaktadır. Hukuku kendisellikle bilim kategorisi içinde ele almak gerçekçekleri yansıtmamaktadır. Hukukun anayasa, yasa, tüzük, yönetmelik haline getirilerek uygulamaya sunulması teknik bir operasyondur. Bu operasyonda insan doğasının varoluş konumu (doğası, fıtratı), ahlaki değerler, adalet ve sosyal bilim verilerinin dikkate alınması gerekir. Gerek “hukuku yaratan” devlet gücü gerek uygulama içindeki hakim, savcı ve avukat bu ruh ve bilinç içinde olmalıdır. Hukuk sosyoloji, tarih, iktisat gibi bir sosyal bilim değildir ama bilimselliğini bu bilimlerin verilerileri ve felsefenin inceleme alanına giren etik değerlere bağlılığından almaktadır. Bu tür “olmazsa olmaz” dayanaktan yoksun hukuk (légitimité) tartışmalara açık kapı bırakır. İşte o zaman hukuk politikanın oyuncağı haline gelir.
Hukuk kuralının mantık ve kurgusal teknik iç yapısına uygun bir normlar hiyerarşisi kurulup harfiyen sisteme uyulduğunda “hukuk devletinden” dahi söz edilebilir(légalité). Halk oylamasında Anayasa büyük bir çoğunlukla kabul edilmiş, kanunlar usulüne uygun olarak meclisten geçmiştir. Her şey legal uygulama içindedir, uygulamada keyfilik yoktur. Örneği İslami Kuralara göre Anayasada “sopa atma, recm” yer almıştır, Ceza Yasasında hangi hallerde sopa atılacağı belirtilmiş, tüzük-yönetmelikte de hangi durumda kaç adet dernek vurulacağı ayrıntılarıyla açıklanmıştır. Hakimler buna göre ceza vererek titiz davranıp ayırımcılık yapmıyorlarsa, işkenceci de yönetmelikte belirlenen sopa adetini aşmıyorsa sorun yok demektir… Legalite, yani hukukun konumu ve uygulanmasında aykırılık söz konusu değil ama o hukuk sisteminin çatısı ve temeli tartışmaya açıktır. Çünkü böyle bir hukuk oluşturma eylemi evrensel nitelikli insan haklarını, insan doğasını ve sosyal psikoloji, sosyoloji, kriminoloji bilimlerinin verilerini, etik değeri, insan onurunu ayaklar altına alınmıştır.
Hukuk normlarının dayandığı “bilimsellik” kavramının irdelemeye çalışalım…
Uyulması gereken ahlak, hukuk ve din kurallarının mahiyetini açıklayan
sözcüğün adı normdur. “Norm” (Nass) kavramı uyulması gereken, “olması gereken” kuralların bütünüdür. Bilim “olması gerekenle” değil “kendisellikle mevcut olan” doğal olay ve sosyal olgularla ilgilenir. Evrende kendisellikle varolan somut oluşumları doğa bilimleri; insan ilişkilerinin ürettiği tüm somut olay ve olguları sosyoloji, tarih, ekonomi, antropoloji gibi sosyal bilimler ele almaktadır. Doğa-toplum bütünlük ve beraberliği içinde insanlar bilim, sanat ve normlar üretir.Başka bir anlatımla varoluşun verileriyle güzellik, estetik değerleri yaratma olayının adı sanattır. İnsan ilişkilerinin getirdiği kaosu etik değerler vizyonuyla kozmosa uyumlu hale dönüştürme çabası ahlak, hukuk ve din kurallarını gündeme getirir.
Sanat, doğa bilimleri, sosyal bilimler ve normlar…. Dört ayrı uğraş alanımız olsa da kuşku yok ki hepsi bir bütünlük içinde girift bir iç içeliği yansıtmaktadır.
Sanat yapıtı, heykel, resim güzeliği , estetik değeri ortaya koymalıdır.Değerlendirmede görecelilik söz konusu olsa da kimse çirkin bir sanatı tercih ettiğini söylemez, söyleyemez.
Bilimin ürettiği teknik, teknoloji doğa bilimlerinin veri ve niteliğine uygun olacak ki işe yarasın.Yoksa çöpe atılır.
Toplumların kimlik, aidiyet, davranış ve tutumlarıyla ilgili çalışmalara odaklanan sosyoloji, ekonomi, antropoloji, sosyal psikoloji ve tarihin verilerine dayalı bilimsel sonuçlar ortaya konulmadığı taktirde hurafelerin, önyargıların, hamasetin, ırkçılığın, ötekileştirmenin mekanik robotu durumuna düşerek cehaletin tutsağı oluruz.
Nasıl sanatta estetik, teknikte doğa bilimlerin verileri kaçınılmaz gereklilik öğeleriyse normların dayandığı zemin de sağlam, mantıklı, bilimsel, rasyonel, etik ve hatta estetik felsefi bir zemine oturtulmalıdır.Aksi taktirde onlar da işe yaramaz konuma düşüp sıkını, kaos ve sorun yaşatarak otoriter, totaliter rejimlere kapı açarlar.
Hukuk kaynağını sosyo-ekonomik ilişkilerde bulan, adalete yönelmiş bulunan, devlet tarafından konulan ve devlete karşı sorumluluğu içeren normlar bütünüdür.
Görülüyor ki hukukun amacı toplumda adalet kavramına uygun bir düzenin sağlanmasıdır. Adalet üzerindeki sağlıklı analizler yapılmadan gerçekleştirilen karakuşi, keyfi normlaştırma ve uygulamalar toplumsal barışı zedeleyeceği gibi vicdanları rahatsız eder.
İnsan doğasının başat özelliği ifade özgürlüğünü ortadan kaldırırsanız insanlığa ve kendinize ihanet etmiş olursunuz. Düşünce ve inancı ifade özgürlüğü “hazır, yakın, hemen bir tehlike doğurmuyorsa ya da hakareti içermiyorsa” mutlak haklar kategorisi içerisinde yer alır. Düşünce ve inançları ifade etmek maksadıyla dernek, siyasal parti, vakıf vs türden tüzel kişilikler kurmak ifade özgürlü kapsamının zorunlu uzantısıdır.
İnsan doğasını bir başka özelliği yemek, içmek ve barınmaktır.Bu kapsamda mülkiyet hakkı da mutlak haklar kategorisi içinde yer alır. Toplumda kargaşanın önüne geçilmesi için burada da sınırlama olacaktır. Kapitalist mülkiyet anlayışındaki ekonomiye karışmayan liberal devlet ya da komünizmde olduğu gibi tekelci kolektivist devlet mülkiyeti değil insanın varoluşunu, doğasını koruyup kollayan “sosyal fonksiyon olarak mülkiyeti” uygulayan sosyal demokrat devlet uygulamalarıyla toplumda adalet sağlanabilir.
Özetle hukukun dayandığı temel insan doğasına uygunluktur. İnanç sahibi için Allah’ın “eserine”, yarattığı mahlukun özelliklerine; inanmayan için varoluşun mahiyetine, doğasına ters düşen hukuk tartışılır, tartışılmalıdır. Nitekim Çin ve Kuzey Kore, hatta Rus ve tüm teokratik hukuk sistem ve uygulamalarının insan doğasını hiçe saydıkları bilinmektedir. “Kul hakkını yemek”, din, dil, sınıf, ırk, renk, cinsiyet farklılıkları nedeniyle benzerini karalamak, horlamak, eziyet etmek, ötekileştirmek, suçlamak “inananlar açısından yaratana”, “inanmayan ya da agnostikler bağlamında” bilim ve insanlığa ihanettir. Hukuk bilimselliğini varoluşun doğasından alır.
Hans Kelsen’in dediğinin aksine felsefe ve soysal bilimleri dikkate almak hukuku politikadan uzaklaştırarak bilimsel temelere oturtmak anlamına gelir.

























Yorum Yazın