Uygulama disiplin gerektirir, bir şantiye işleyişinde. Zamana, bütçeye, ama her şeyden önce de bir projeye bağlıdır. Kurgulamanın yöntemleri uygulamadan çok farklıdır, alternatifler geliştirilebilir, hayaller kurulabilir, fikirler tartışılabilir.
İşte size hiç sorulmayan bir soru:
Bundan 12 yıl önce, 28 Mayıs sabahı Gezi’de kepçe operatörü kimin projesine göre ağaçları sökmeye çalışılıyordu?
Bu soru cevaplandırılmış olsa, inanıyorum ki birçok şey açıklığa kavuşacak.
Bu proje yüzünden bir dolu insan öldü, yaralandı, sakat kaldı. Birçok kişi hala hapiste.
Sahi kim yaptı bu projeyi? Kim yaptıysa siyasetçilerin arkasına saklanmasın, çıksın ortaya.
Projeyi yapanı bilmeye hakkımız yok mu?
Bu projeyi yapan kimse kendi evini dekore etmek için çalışmıyordu. Bizim kaynaklarımızı kullanarak, müşterek alanımıza müdahale etti.
Öyle değil mi? Sormaya da, bilmeye de hakkımız yok mu? Elbette ki var.
Taksim’i (ve şehrin bütün meydanlarını) otoyol kavşağına dönüştürmeyi, tüneller ve AVM yapmayı siyasetçiler mi akıl ettiler? Hiç şüphesiz ki hayır.
Soruyorum: Sahi kimin fikriydi, bu proje?
Biliyorum saklanacak ve cevap vermeyecek. “Bu benim projemdi” demeyecek.
Kendi projesini savunamayacak.
Çünkü biliyorum ki bu soru cevaplandığında projeler karşımıza uygulama olarak çıkmayacak, kurgu oldukları anlaşılacak.
Şiddetsiz bir fikir ortamı olacak, düşünce üretimi özgürleşecek.
Kurmaca olanları karşımıza uygulama olarak çıkaranlar, şiddetten ve çatışmalardan beslenenler kamu gücünün, imtiyazlarının arkasına saklanarak tekelci konumlarını muhafaza edemeyecekler.
Bu yüzden tekrar soruyorum:
Sahi kimin fikriydi, Taksim’i (ve şehrin meydanlarını) otoyol kavşağına dönüştürmek?
Saklanmasın, çıksın ortaya.
Gezi'de ağaçlar neden yerinden sökülüyordu?
İşi alan müteahhit durup dururken ağaçları sökmeye kalkışmadı. Projede öyle öngörüldüğü için yolu genişletmeye kalkıştı.
Projede Park ile Divan Oteli arasında kalan Asker Ocağı Caddesi dalış rampasına dönüştürülüyordu.
Projede rampanın nihayetinde bir “dönüş kurbu” yer alıyordu. Bu düzenleme de projde de görüldüğü gibi mevcut boşluğa sığmıyordu. Uygulamanın yapılabilmesi için de yolun genişletilmesi, sağındaki ve solundaki kaldırımların parka doğru kaydırılması gerekiyordu.
Yol parka doğru taşıyordu. Orada da ağaçlar vardı ve sökülmeleri gerekiyordu.
Bu bir şey değil.
Asıl siz bir de projedeki Sıraselviler, Gümüşsuyu caddelerindeki dalış rampalarını ve kavşak düzenlemelerini görseydiniz. Yalnızca ağaçlar değil, tarihi yapılar, kaldırımları kullanan insanlar da tehdit altındaydı
Binaların önünde kaldırım kalmadığı gibi, önlerinde devasa çukurlar açılıyor, yayalara yürüyecek kaldırım bırakılmıyordu.
Şöyle bir düşünün: Gümüşsuyu’ndaki bir binadan, ya da Sıraselviler’deki bir büfeden çıkıyorsunuz, karşınızdaki kaldırımla aranızda derin bir uçurum ve on metrelik istinat duvarı. Dibinden vızır vızır arabalar geçiyor.
Yalnızca Asker Ocağı caddesinin değil, Gümüşsuyu ve Sıraselviler’in ne hale geleceğini bir hayal edin.
İşin trajikomik tarafı bu projenin tekrar tekrar her dönem şehir yönetiminin önüne konmasıydı.
Taksim Platformu olarak her defasında “ne yaptığınızın farkında mısınız, neden başka bir düzenleme olmasın” diye sorduğumuzda, bize “ulaşım bilimsel bir konudur, tartışılmaz” diye cevap veriyorlardı.
Üstelik her dönem “bilim adına” şehrin Eminönü, Beyazıt, Beşiktaş, Mecidiyeköy gibi neredeyse bütün meydanlarını da aynı şekilde, otoyol kavşağına dönüştürmek için bizim kaynaklarımızı, kamu imkanlarını kullanarak uygulama projeleri hazırlıyorlardı.
Ayrıca müteahhitlerle kol kola bir dolu ulaşım, restorasyon, meydan düzenleme, v.s. projeleri de.
Siyasetçilerin bu projeleri okuma kabiliyetleri yoktu, ne olduğunun onlar da farkında değillerdi. Eleştiriler geldiğinde ya da Kabataş ya da Sütlüce’deki gibi dolgu alanlarında karşılarına uygulama aşamasında büyük bütçeler çıktığında bir parça ne olduğunu fark eder gibi oluyorlardı. Yönetimdekiler değişse bile yöntem değişmiyordu. Yöneticiler projeleri önlerinde buluyorlardı.
Örneğin Gezi’deki itirazlara konu olan proje ilk defa Nurettin Sözen zamanında ortaya çıktı. Taksim meydanını otoyol kavşağına çevirmeyi amaçlayan proje her dönem tekrarlandı. Tartışmaya açıldıkça geri çekildi.
Çok iyi hatırlıyorum: Projeyi okunur kılmak için bir maket bile yapmıştık. Dönemin Büyükşehir Belediye Başkanı Sözen kendi oturduğu semtin, Ayazpaşa’nın caddelerinin ne hale geleceğini maket üzerinden görünce şok geçirmişti.
Bugüne kadar belediyelere projeler yapan bu imtiyazlı zümre bu ilişki biçiminden hiçbir zaman vazgeçmedi. Bu kapalı ilişkiler sorgulandığında “bilim adına bu koltuğa oturuyoruz” diye cevap veriyorlardı. Projeler kamu kurumlarının kimliği altında hazırlanıyor. Sütlüce, Yenikapı, Sulukule, Süleymaniye gibi berbat uygulamalar böyle ortaya çıktı.
Bugün de “bilim adına” şehri kapalı bir zihin dünyasına mahkum eden bu imtiyazlı kişiler korumacılık, mimarlık alanındaki sivil toplum kuruluşlarını da ele geçirmiş oldukları için kimsenin sesi çıkamıyor. Siyasetçiler de onlara daha fazla iş vermek zorunda kalıyorlar.
Her alanda, her konuda… Elbette ki istedikleri hayalleri kurabilirler.
Ama sürekli siyasetçilerin saklanıyorlar ve projeler karşımıza kurgu olarak değil uygulama olarak çıkıyor. Kapalı ilişkilerle kendilerine imtiyazlar sağlamak için şehrin zihin dünyasını felç ediyorlar.
Uygulama disiplin gerektirir, bir şantiye işleyişinde. Zamana, bütçeye, ama her şeyden önce de bir projeye bağlıdır. Kurgulamanın yöntemleri uygulamadan çok farklıdır, alternatifler geliştirilebilir, hayaller kurulabilir, fikirler tartışılabilir.
Ama kurmaca olan uygulamanın arkasında saklı kaldığı sürece şiddet hakim olur.
İşte bu nedenle, her yıl dönümünde “Gezi’deki projeyi kim yaptıysa saklanmasın, çıksın ortaya”diyorum.

Yorum Yazın