Cumhuriyetin 102. yılı kutlamaları geride kaldı. İnsan sormadan edemiyor: Geldiğimiz noktadan gerçekten kaçımız mutluyuz? Bu sorunun yanıtı, 102 yıldır her dönem değişen ölçülerde olsa da, mevcut durumdan hoşnut olan belli bir azınlıktır.
Ne yazık ki, çeşitli ve birbirinden çok farklı nedenlerle “herkes için bayram tadında bir bayram” yaşanamıyor. Açık ki, kimsenin gönlündeki, hayalindeki ve aklındaki cumhuriyet rejimi bu değil.
İmparatorluktan Cumhuriyete geçişin yarattığı heyecan, sevinç ve coşkuyu yaşayan yurttaş sayısı her geçen gün azaldı. Bugün, kuruluşa öykünerek mutlu olmaya çalışanların büyük bir çoğunluğu yarınlarına umutla ve güvenle bakamıyor.
Bunun temel nedeni, Cumhuriyetin ilk yüzyılının muhasebesinin hâlâ yapılmamış olmasıdır. Bu yüzden bugün yaşadıklarımızı doğru anlamlandıramıyor, yerli yerine oturtamıyor; sorunların özüne inerek çağımıza uygun çözümler üretmeyi başaramıyoruz.
Bu noktada iki temel tez çatışmaktadır. İlki, Cumhuriyetin yanlış temeller üzerinde kurulduğunu savunur. İkincisi ise sorunların, kurucu felsefenin yanlış yorumlanmasından ve yöneticilerin siyasal tercihlerinden kaynaklandığını öne sürer. İkinci tez sahipleri, ömürlerini 29 Ekim 1923 güzellemeleriyle geçirdiler.
Cumhuriyet, çoğu zaman ana akım siyasetçiler tarafından putlaştırıldı. Onu eleştirmek, “vatana ihanet” ile eşdeğer görüldü. Bu anlayış, Ankara siyasetinin gönüllü ya da gönülsüz yol göstericisi oldu.
Cumhuriyeti kuranlar, Osmanlı bakiyesinden dini, inancı, kültürü ve etnisitesi bir “Türk milleti” yaratmaya giriştiler. Bu kalıba girmek istemeyenleri ötekileştirdiler, kuruculuk makamından uzaklaştırdılar, dışladılar. Böylece tekçi bir cumhuriyet inşa edildi.
Yüzyıl boyunca Türkiye, bu tekçi cumhuriyetin ürettiği sorunlarla boğuştu. Bugün yorgun, sıkışmış ve yalnız bir ülke tablosu ile karşı karşıyayız.
Cumhuriyetin farklılıkları yok sayan anlayışı son demlerini yaşıyor. Değişen dünya ve iletişim çağı, farklı olanı yok saymayı imkânsız hale getirdi; asimilasyon politikalarını boşa çıkardı. Farklı dillerin, dinlerin, kültürlerin, inançların bir arada yaşamasını mümkün kılan yeni araçlar, olanaklar ve ortak hukuk anlayışları doğdu.
Cumhuriyetin kurucu kalıbı çoktan çatladı. Bu çatlağı, 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren siyasal İslamcılar ve Kürtler büyüttü. Bugün Türkiye’nin yaşadığı siyasal krizin kaynağı, bu çatlakların bölgesel değişimlerle ve ekonomik sorunlarla birleşmesidir.
Cumhuriyetin ikinci yüzyılında çatışma dinamikleri
Yeni yüzyılda Cumhuriyetin nasıl bir biçim alacağını belirleyecek olan temel unsur, siyasal İslamcı damar ile Kürt siyasal hareketi arasındaki ilişki, işbirliği ve çatışmadır.
1 Ekim 2024 itibarıyla yaşanan gelişmeleri bu bakışla değerlendirmek gerekiyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Arap, Kürt ve Türk ittifakı” söylemi, Cumhuriyetin sokulmak istendiği yeni kalıba dair açık bir işarettir. Birinci yüzyıldan farklı bir rejim arayışı gündemdedir. İç ve dış politikadaki adımlar, bu hedefe doğru ilerlemektedir.
Yeni anayasa tartışmalarının da bu kapsamda gündeme taşınması kuvvetle muhtemeldir. Suriye’deki yeni HTŞ rejiminin, Türkiye’ye giydirilmek istenen “yeni Cumhuriyet elbisesine” örnek teşkil etme olasılığı da göz ardı edilmemelidir. İktidar partisi ortağıyla birlikte, Kürtleri de yanına alarak bir tür Türklüğü ihya etmek istiyor.
Kürt siyasal hareketinin programatik zemini, mücadele geleneği ve varoluşsal yönelimi, böylesi bir siyasal dönüşümle barışık değildir. Konumlandığı yer, bu hedefin tam karşısındadır.
Ancak bölgesel dinamikler, ana muhalefetin Kürt realitesiyle yüzleşmemesi ve bunun yarattığı sorunlar nedeniyle, iktidarın bu hedefe yönelik direncin zayıfladığı da görülmektedir. Bu durum, Türkiye için ciddi bir risk içermektedir.
Yeni çözüm sürecinde PKK’nin silahlı varoluşundan demokratik toplumsal yaşama dönüşüm dinamikleri, tarzı ve biçimi, bu riskin bizzat kendisi olabilir. Muhalifler sürecin demokratik açılıma doğru evirilmesinin siyasal esas öznesi olmaktan imtina etmeleri bu süreçte yanlış bir tutumdur. Sonuçları ağır olabilecek bir ürkek bir yanlışlık olacak. .
Bu nedenle ana muhalefetin, toplumsal muhalefet güçlerinin, sosyalistlerin, demokratların ve liberallerin eski Cumhuriyetin değerlerini savunmakla sınırlı bir muhalefet hattında kalmaları, Kürt siyasal güçlerinin bu çevrelerden uzaklaşmasına ve dolaylı biçimde iktidarın otoriter “yeni Cumhuriyet” projesine alan açmalarına yol açabilir.
Bugün, iktidarın şekillendirmeye çalıştığı otoriter yeni Cumhuriyet rejimine karşı, inandırıcı bir biçimde, birinci yüzyılın cumhuriyetini aşan; tekçiliğe son veren, evrensel demokratik değerlerle bezenmiş bir ülke programı etrafında birleşmek zorundayız.
Bu momentte, Kürt dinamizmini demokratik dönüşüm yoluna seferber etmeyen hiçbir siyasal odak, iktidarın “Kürt, Arap ve Türk ittifakıyla” biçimlendireceği mezhepçi otoriter yeni Cumhuriyet rejimini önleyemez.
Yeni çözüm sürecinin önceliği olan PKK’nin silahsızlandırılması aşamasının başarıyla tamamlanması önümüzde hak, hukuk ve eşitlik mücadelesinde müthiş bir demokratik mücadele potansiyelinin harekete geçirilmesine alan açacak nitelikte bir siyasal dönüşüme neden yol açabilir.
Yeter ki, sol, sosyalist ve demokratik toplumsal güçler, iktidarın stratejine karşı günü kurtarmanın telaşına kapılmadan, yanlış temellerde kurulan cumhuriyetin demokratik zemine oturmasını sağlayacak özgürlükçü laiklik, sosyal adalet, demokratik eşit yurttaşlık zeminine oturtacak toplumsal potansiyeli harekete geçirmeyi başarabilsinler.



























Yorum Yazın