MENU
  • ÇEVİRİ
  • YORUM
  • YARGI KRİZİ
  • PİYASALAR
  • GÜNDEM
  • DÜNYA
  • EDİTÖRDEN
  • SPOR
  • KÖŞE YAZILARI
  • DOSYA>Seçimin Ardından
  • GENEL
  • KİTAP
  • DOSYA>Avrupa'nın Seçimi
  • DOSYA>Emekliler
  • YAZARLAR
  • FOTO GALERİ
  • WEB TV
  • ASTROLOJİ
  • RÜYA TABİRLERİ
  • HABER ARŞİVİ
  • YOL TRAFIK DURUMU
  • RÖPORTAJLAR
  • Künye
  • Gizlilik Politikası
  • E-Bülten
Yeni Arayış
Yeni Arayış
Yeni Arayış
  • ANA SAYFA
  • KÖŞE & YORUM YAZILARI
  • KATEGORİLER
    • SİYASET
    • EKONOMİ
    • DIŞ POLİTİKA
    • KÜLTÜR SANAT
    • HUKUK
    • TEKNOLOJİ
    • PSİKOLOJİ
    • FELSEFE
    • KENT
    • EDEBİYAT
    • SAĞLIK
    • ASTROLOJİ
    • GEZİ
    • SÖYLEŞİ
    • EKOLOJİ
    • MEDYA
    • EĞİTİM
  • KÜNYE & İLETİŞİM
Kapat

Doğu’da kültürel miras

ANA SAYFAKÜLTÜR SANATDoğu’da kültürel miras
Doğu’da kültürel miras

Batı Avrupa’da Orta Çağlar’dan önce başlayan toplumsal bir hareketlilik, Rönesans, Reform, Aydınlanma, Endüstri Devrimi gibi hareketler yaşandı. Japonya’da da benzer bir gelişme yaşanınca, dünyanın geri kalanı “geride” kalmış oldu. Doğu-Batı kavramının böyle bir doğuş hikayesi var. Yıllar geçtikçe bu iki dünya arasında farklar gittikçe arttı.

04 Ekim, 2025, Cumartesi 00:15
  • yazdıryorum yazfont küçültfont büyüt
Herkül Millas
Herkül Millas
yazı içi reklam

7 Ekim 1571 tarihinde İnebahtı olarak bilinen deniz savaşında Osmanlılar Batılı ittifakın karşısında büyük bir yenilgiye uğradı. Ne tür güçlerin savaşmış olduğunu “ittifaklar” gösteriyor. Osmanlıların yanında Cezayır-ı Garp vardı. Ancak bu yöre zaten Osmanlı etkisi altındaydı. Batılı güçler ise şunlardı: İspanyol İmparatorluğu, Napoli Krallığı, Sicilya Krallığı, Sardinya Krallığı, Venedik Cumhuriyeti, Ceneviz Cumhuriyeti, Savoy Dukalığı, Papalık Devleti, Toskana Büyük Dükalığı, Malta Şövalyeleri, Yunan isyancıları. Batı ile Doğu’nun en temel tarihî farkı bu olmuştur: Batı’da, Attila döneminden başlayarak feodalizmi ortaya çıkaracak yönetimsel bölünmüşlük yaşandı. Her şeyi bir merkezden yöneten bir büyük devlet yerine, birbiriyle yarışan ve farklılığı yaşayan şehir devletleri ve feodal güçler ortaya çıktı. Bu dinamizm Doğu’da yaşanmadı.

İnebahtı yenilgisi konusunda Sokullu Mehmet Paşa'nın Venedik elçisine şöyle dediği söylenir: ''Siz İnebahtı Savaşı'nda bizim sadece sakalımızı kestiniz, biz ise sizin Kıbrıs'ı almakla kolunuzu kestik. Sakal daha gür bir şekilde tekrar büyür, fakat kesilen kol tekrar gelmez.'' Muharebe alanlarının ötesine geçerek gelişmeleri geniş bir çerçeve içinde ele alırsak, Sokullu Paşa’nın, gerçekten böyle bir lafı olmuşsa, olayı doğru yorumlamadığı görülür. Osmanlı Kıbrıs’ı almakla Batı’nın yalnız tırnaklarını kestiği bile söylenebilir. Şöyle:

Kıbrıs,  Ağustos 1571tarihinde Venedik Cumhuriyeti’nden alında. Ama bu “Cumhuriyet” Batılı güçlerin küçük bir ortağıydı; öteki ortaklar Kıbrıs yüzünden bir zarara uğramadı. Ayrıca Venedik o tarihlerde artık önemli bir güç değildi. Tarihin büyük aktörleri İngiltere, Hollanda, Portekiz ve İspanya gibi ülkelerdi. Ve bu aktörlerin rolleri toprak kazanmak değildi; dünyayı değiştirecek olan bir hamle yapıyorlardı; Venedik ve Osmanlılar, kol ve sakal kesmek derdindeyken onlar ticaret peşindeydiler. Osmanlılar “ikinci kümede” oynadıklarının farkında değildiler. Dünya değişmişti ama birileri hâlâ toprak elde etmek derdindeydi. Bu yeni dünyayı hatırlatayım:

İnebahtı savaşından otuz yıl sonra, 1600 ve 1602 yılında biri İngiliz, öbürü Hollandalı iki şirket kuruldu, Doğu Hindistan Şirketi (East India Company) ve Hollanda Doğu Hindistan Şirketi (Dutch East India Company). Amaç ticaretti. 16. yüzyıl içinde bu alanda Batı Avrupa ülkeleri arasında kıyasıya bir yarış yaşanıyordu; ve tabii kıyasıya deniz muharebeleri de.  İnebahtı savaşından on yedi yıl sonra, 1588’de, İngilizler İspanyol filosunu yenmesiyle güçlü devletler olarak İngiltere ve Hollanda sivrildi. Ve söz konusu iki “şirket” dünya ticaretindeki rolleri ile dünyayı değiştirdiler.

Bu şirketler Hindistan, Güney Asya, Güney Doğu Asya, Endonezya gibi coğrafyalarda çalıştılar. Ancak “şirket” ve “çalıştılar” kelimelerini tırnak içine almak daha doğrudur herhalde. Çünkü bu şirketler en güçlü dönemlerinde dünyanın en büyük işletmeleri olmalarından başka, kendi orduları da vardı. İngiliz şirketinin ordusunda bir ara 260 bin asker bulunuyordu.  Bir tür devlet gibi savaş ilan edebiliyor, antlaşmalar imzalayabiliyor, insan tutuklayabiliyor, mahkum edip hapsedebiliyor, hatta idam bile edebiliyordu. Bir Hollanda şirketi (VOC), rakiplerini alt ederek, 1602 ile 1796 yılları arasında 4,785 gemi ile bir milyona yakın kişiyi bu Asya ticaretinde çalıştırmıştı.

Bu sayılar etkileyicidir. Ama benim için en ilginci ve Osmanlı düzeni ile kıyaslamak istediğim de budur,  bu ticaretin kimler tarafından başlatıldığı ve yapıldığıdır. 1577-1580 yıllarında, yani İnebahtı savaşından altı yıl sonra, İngiliz Francis Drake dünyayı gemisiyle dolaşıp, Mollucas adalarından değiş-tokuş sonucu elde ettiği baharatla İngiltere’ye dönünce bir kahraman olarak karşılandı. Çünkü yatırımcıların kârı yüzde beş bin idi. Yani bu ticaret, yatırımcı özel kişilerin eseriydi. Bu şirketler hisse senetleri satarak oluşmuştu. Devlet, daha somut söylersek, kral veya kraliçe, bu tür girişimler için izin vermekle yetiniyordu. Devlet desteği sınırlıydı; zaten şirketlerin devlet gibi örgütlenmiş olduğunu gördük. Kısacası İngiltere ve Hollanda gibi Batı Avrupa toplumları, artık varlıkları rahatlıkla görebildiğimiz burjuva sınıflarıyla hummalı bir ticaret kapitalizmi yaşıyordu.[1] Tabii bu gelişmelerin tohumları İnebahtı savaşından çok önceleri atılmıştı.

Bu aynı yıllarda Osmanlı düzeninde müsadere sistemi vardı. Sultan uygun gördüğünde, varlıklı insanların servetlerine el koyup, bunları devlet malına dönüştürürdü; yani kendi kontrolüne geçiriyordu. Her halde bu iş için bir kayyım tayin ederdi. Doğu sisteminde zenginlik şüphe nedeni ve haksızlığın bir işaretiydi. Türkiye’de neden burjuva sınıfı oluşmadı, neden ticarette, sanayi yatırımlarında geri kaldık gibi sorular sormadan önce bu müsadere sistemini de araştırmak gerekir herhalde.

Ekonomik girişimcilik Doğu’da uygun bir ortam bulmadı. Sermaye ve sermayedar düşman bir ortam içinde uzun vadeli girişimlere girme riskini alamadı. Osmanlı düzeninde yüksek standartta rahat bir yaşam sürdüren memur ve devlet ricali bulmak olanaklı ama özel çalışan iş adamı enderdir. Gayrimüslim azınlık üyelerinden bir kaç banker ve tüccarın sonu da hiç iyi olmadı. Servetlerini kaybederek ülkeden çıkmak zorunda kaldılar. Müsadere sisteminin mirası sanki 20. yüzyıla da sarkmıştı! İttihat ve Terakki döneminde “milli iktisat” adı altında ve 1942 yılında Varlık Vergisi ile servetler devlet girişimi ile el değiştirirken, toplum içinde tepkilerin hiç görülmemesi herhalde bir kültürel mirasın işaretiydi. Bugün bile özel kişilere ait servetlerle keyfi oynayan kayyımların böylesine sıkça piyasalarda kol gezdiği başka Avrupa ülkesi bulmak olanaksızdır.

*

Bu yazı ile “neden geri kaldık, neden batılılaşamadık, çağdaşlaşamadık, kalkınamadık gibi sorulara cevap arayan yazıların sonuna geldik sayılır. Tabii, bu soruları – bundan böyle yalnız  “çağdaşlaşmak” kullanılacak - anlamsız bulanlar da olacaktır. Birileri de Türkiye’nin yeni ve ileri ufuklara doğru hızla gitmekte olduğunu, sorunların ikincil olduğunu, batılı olma gibi bir derdimizin olmadığını ve olmaması gerektiğini, kendi ilkelerimizle ilerlememizin gerektiğini, bugün bazı sorunlar olsa da her şeyin iyiye doğru seyretmekte olduğunu söyleyecektir. Ne mutlu bugünkü durumdan memnun olanlara! Bu yazılar dertli olanlar için yazıldı. Ve gerçekle yüzleşmeyi göze alanlar için.

Akla gelen başka ama yine konumuzla ilgili sorular da var. Onlar için de bir yazı ayırmayı düşündüm.  Ancak önce eski yazılardan çıkan bazı temel sonucu hatırlatayım, konuyu toparlama kapsamında. Şu ana kadar bir geniş tablodan söz ettik: aslında dünyanın halinden ve bu dünyanın içinde Türkiye’nin yerinden. Seçilen yaklaşıma dikkatlice bakınca Türkiye ve Osmanlı gerçeğinden söz edilirken toplumsal sistemlerden, ekonomik ilkelerden de ve oldukça daha geniş bir “coğrafi” durumdan söz ettiğimiz görülebilir. Çünkü “geri kalma” olayı Türkiye’ye veya başka birkaç milli devletlere özgü bir sorun değildir. Hem sorun milli devletlerin ortaya çıkmasından önce de yaşanmıştı, hem ve “devlet” sorunu olmasından çok, coğrafi bölgelerle doğrudan ilişkilidir de.  Örneğin, bütün Afrika ve Asya’nın büyük bölümü, Amerika’nın keşfinden önce bütün Amerika kıtası, diyelim, aynı tarihlerde Batı Avrupa’ya göre, geri kalmıştı. Doğu Avrupa da Batısından farklıydı. Geniş tablo ele alınmadan somut bir iki ülkeden söz etmek doğru yaklaşım değildir. Türkiye’yi bu geniş tablonun içine yerleştirerek olayı anlamaya çalıştık. Bu ilk adımın atılması şarttı.  Özel olarak ve özellikleriyle Türkiye’yi ele almak, gerekli ama başka bir aşamadır.

Geniş tablonun içinde görmüş olduğumuz şuydu: Batı Avrupa’da Orta Çağlar’dan önce başlayan toplumsal bir hareketlilik, Rönesans, Reform, Aydınlanma, Endüstri Devrimi gibi hareketler yaşandı. Japonya’da da benzer bir gelişme yaşanınca, dünyanın geri kalanı “geride” kalmış oldu. Doğu-Batı kavramının böyle bir doğuş hikayesi var. Yıllar geçtikçe bu iki dünya arasında farklar gittikçe arttı. Farkın nedenleri çok tartışıldı. Kimi zaman neden ile sonuç karıştı ve bunlar seçilemez oldu. Çünkü bir temel neden bir veya birkaç sonuç yaratır. Onlar da yeniden neden olurlar ve yeni sonuçlar yaratırlar. Yani temel nedeni saptamak kolay değildir. Batı mucizesinin temel nedeni, şu an en inandırıcı açıklama olarak, bir zamanlar merkezi bir idare altında değil, bağımsız ve birbiriyle yarışan küçük birimler olarak – kentler, feodal yapılar – ortaya çıkmış olmaları. Bu durum Antik Yunan’daki şehir devletlerini de hatırlatıyor. Şimdiye kadar yazılanlardan – 22 yazı - çıkan en inandırıcı sonuç bu görünüyor.

Bu temel neden, sırasıyla zincirleme sonuçlar doğurdu; ve bunlar da başka sonuçlar. Tersinden bakınca, her nedenin bir nedeni var. Batı Avrupa’daki “küçük bağımsız toplumsal ünitelerin” bir nedeni vardı, ama bu neden rastlantısaldı. Bazı şartlar bir araya gelmişti, tarihin bir cilvesi gibi. Devletler Batı’da, Roma ve Bizans gibi büyük devletler olarak uzun süre yaşamış olsaydı herhalde gelişmeler Doğu’daki gibi olacaktı. Ama bu konuda fazla bir şey söylenemez, görüşler spekülatif olabilir. Bildiğimiz, en etkili nedenin “toplumsal düzen”, “yapı” dediğimiz durumdur. Bu yapının etkileri, kültürel miras olarak hala kendilerini – gittikçe etkisi azalsa da – günümüzde de hissediliyor. Bu günkü yazım bu konudadır. Kültürel miras ile temel insan ilişkileri, devlet vatandaş ilişkileri, ahlaki değerler ve genel alışkanlıklar anlaşabilir.

Belki ikincil diyebileceğimiz bir neden okuryazarlık olabilir. 15. ve 16. yüzyılda Doğu bu alanda havlu atmıştı. Din konusunda da Doğu geri kalmış “reformlarını” yapmamıştı. Ve bütün bu gelişmelerle ilgili günümüzde yanlış bir yorum: Reformlar yapmayan din, geriliğin nedenidir denmiştir! Oysa gerilik yüzünden din de geri kalmış ve reform da yapmamıştır! Batı, Reform’unu, örneğin, Magna Carta’dan çok sonra, yani belli bir aşamaya geldikten sonra yapmıştır. Bu konuda yapılan bu ters okuma, tarih algısıyla ilgilidir ve bu dikkatten kaçmaktadır. Tarih, toplumsal nedenlere göre okunmalıdır; dini temel alarak olayları açıklamak, ilkel ve dinî bir dünya görüşünün işaretidir. Dinde yaşanan gelişmeler, toplumsal bir olaydır; bir dinin etkileri çok önemli olmakla birlikte, laik tarihçilikte din, tarihî gelişmelerin dinamizmini oluşturmaz. Bu alanda sosyal bilimciler ekonomiyi veya sınıf mücadelesini, veya kültürel gelişmeleri temel saymışlardır. Dini temel saymak eski devirlerin pratiği idi.

Belki nedenleri tarih ve önem sırasına göre ikiye ayırmak akıllıca bir iş olabilir. Eskilerden bugüne kendini hissettiren toplumsal düzen ve bunun kültürel mirası temel sayılabilir. Daha sonra oluşan ve “geri kalma” ile de pekişen “nedenler” olarak da “içe kapanma”, dini bağnazlık, batı düşmanlığı, milliyetçilik, antidemokratik yönetim, burjuva sınıfının ezilmesi, demokrasi eksikliği gibi uygulamalar Türkiye’yi “çağdaşlaştırmayan” ikincil nedenler sayılabilir. Sonraki yazımın bu ikincil nedenler ve olası “çareler” konusunda olmasına çalışacağım.

 

 

[1]Bkz: East India Company - Wikipedia ve Dutch East India Company - Wikipedia

 

Yazarlar sayfasını izyeret ettiniz mi?

Yorum Yazın

yazı altı ebülten
Herkül Millas
    Herkül Millas

    Bizi Takip Edin
    Facebook
    X (Twitter)
    Instagram
    Linkedin
    Mastodon
    Bluesky
    Köşe Yazarları
    Bahattin Yücel
    Bahattin Yücel Bir zamanlar Foto-romanlar vardı...
    Herkül Millas
    Herkül Millas Doğu’da kültürel miras
    Bilal Sambur
    Bilal Sambur Kitlesel afyon olarak kin ve nefret
    Evrim Rızvanoğlu
    Evrim Rızvanoğlu AKP'nin siyasi sinizm tuzağı
    Çağatay Arslan
    Çağatay Arslan Vahşi kapitalizm ve demokrasinin reklam çekimleri
    Hakan Tahmaz
    Hakan Tahmaz Süreç neden ağırdan ilerliyor?
    Murat Aksoy
    Murat Aksoy Güce duyulan saygı mı, onun karşısında ezilip ona öykünme mi?
    Bilgehan Uçak
    Bilgehan Uçak OAKA bir çılgınlıktır
    Alican Uludağ
    Alican Uludağ Son bir yılda yaşananlar: Saray rejimini tahkim etmek
    Erdem Bağcı
    Erdem Bağcı Türkiye'nin önünde duran ekonomik fırsatlar
    Burcu Ağca Karakaya
    Burcu Ağca Karakaya Çocuklardan çok mu şey istiyoruz?
    Ali Kılıç
    Ali Kılıç Taşkent: Tarihle modernitenin avlusu
    instagram gel gel
    Yeni Arayış
    KünyeGizlilik PolitikasıE-BültenRSSSitemapSitene EkleArşiv
    SOSYAL MEDYA BAĞLANTILARI
    FACEBOOKTWITTERINSTAGRAMLINKEDIN

    Yeni Arayış | Onemsoft Haber Yazılımı