Dünden bugüne ve yarına bakıldığında kaos ve kargaşayı sona erdirip, düzeni sağlamak adına devletler kurulmuştur ve kurulmaya da devam edecektir. Hükümetler ise devletlerde kontrolü elinde tutan ve yönetenlerin oluşturduğu mekanizmadır. Mevcut anayasal/ı demokrasilerde parlamenter hükümet sistemi veya başkanlık modeli hükümet sistemi yer almaktadır. Geldiğimiz noktada ise devletler üniter veya federal düzen ile yönetilmektedir. Şahsen hem devletler hem de hükümetler çerçevesinde devlet veya hükümet modelinin iyi bir yönetim için çok bir şey ifade etmediği, iyi bir yönetimin ancak iyi/güzel insanların olduğu adalet ve eşitliğin devlet ve hükümet yönetiminde benimsenmesiyle gerçekleşebileceği kanaatindeyim.
Devlet denildiğinde daha çok zihin dünyamızda somut olmayan, fakat her yerde sınırları koymuş olan Levithan anlaşılmaktadır. Esasında Levithanı dönüştürecek olan hükümetlerdir. Eğer mevcut devleti şekillendiren hükümet ise zamanla devlet ile hükümet bir madalyonun iki yüzü haline gelmektedir. Bu gibi sistemlerde devlet veya hükümet sisteminin adının ne olduğu veya ne olacağından ziyade devleti kontrol edenlerin yani hükümetlerin kontrol-denge düzenine tabi olup olmadığıdır. Bu nedenle kurumsal anlamda kontrol ve denge üzerine bir kurulu düzen inşa edilmemişse zamanla hükümetler devletlerin yerine de geçmiş olan bir aygıt haline gelebilmektedir. Hali hazırda Rusya ve Çin buna çok güzel birer örnektir.
Devletler kurumsal kontrol-denge mekanizması üzerine inşa edildiği zaman hükümetlerin değişmesinin sisteme genelde etkisi nisbi olarak kalmaktadır. Fakat karşımızda kurumsal kontrol-denge yerine ideolojiler üzerine inşa edilmiş olan devlet var ise her gelen yeni hükümet sistemi değiştireceği esasında devleti değiştireceği vaadi ile göreve talip olmaktadır. Böyle bir durum var olduğunda, bu sefer iktidara talip olanlar yani hükmetme sevdasında olanlar için devleti ele geçirerek devletin ideolojisini değiştirmek bir hedef olarak seçilmektedir. Bir anlamda artık seçimleri kazanmak ideolojik savaşların neticesini belirleyen en büyük gösterge haline gelmektedir.
Oysaki sağlam bir kurumsal kontrol-denge üzerine kurulu bir devlette ise hükmedenler yani hükümette olan iktidarlar için seçimleri kazanmanın yolu; adalet ve eşitliği sağlayarak müreffeh bir toplumu mutlu kılma gayesiyle hareketlerini tanzim etmekten geçtiği aşikârdır. Peki, günümüzde gerçek anlamda bu duygu ve düşünceye sahip bir siyasi hareket yeryüzünde mevcut mudur? Daha doğru ifadesiyle hakiki manada millete adalet ve eşitliği sunarak müreffeh bir toplumu inşa etmenin derdinde olan bir siyasi hareket… Siyaseti zenginleşme ve daha geniş imkânlara kavuşmanın aracı olarak değil, halka hizmet etmek için kabul etmiş vatan sevdalısı insanlardan oluşan bir anlayışa sahip kişiler…
Gözlemleyebildiğimiz kadarıyla yörünge ve rotasını kaybetmiş bu yaşlı dünyada böylesine bir anlayışa sahip bir siyasi yapılanma dün olmadı, bugün yok, yarın da olmayacaktır. Çünkü siyaset tabiatı gereği menfaatlerin çatışma içinde olduğu bir alandır. Menfaatlerin çatıştığı bir yerden iyilik ve güzelliklere giden bir rota çizmenin imkânsızlığı ortadadır. Devlet ve hükümet olarak adil ve hür insanları yetiştirecek eğitim-öğretim modelleri üzerine kafa yormalıyız. Namuslu insanlar ödüllendirilir, cezalandırılmaz. Ahlaksızlığı ahlak olarak telakki eden insanları korumaya devam ettikçe sistemin çöküşünü hızlandırmış olursunuz. Bilinmelidir ki, bedeli ödenmeyen suçlar tekrarlanır!
Özetle hakikate inanan ve hakikatin yılmaz savunucusu olan fertlerden teşekkül etmiş bir hareketle yeryüzünde herhangi bir ülkeye gerçek anlamda huzur gelebilir. Bunun da yolu tarikatlerden ve cemaatlerden geçmediği apaçık ortadadır. Hakikat ise tam anlamıyla dinin alanına giren bir olgudur, siyasetin alanında ise hükmetme gayesi ve hedefi olduğundan ne kadar da hakikat üzerine yapılacak denilse de bir türlü gerçekleşmemektedir. Hatta hakikatin peşinde olduğunu iddia eden yapılanmalar siyasi harekete dönüştükten sonra baştaki hedeflerinden fersah fersah uzaklaşarak başka bir anlayışın yörüngesine savrulmaktadırlar. Etrafımızdaki siyasi yapılanmalar genelde bu durumlara bariz bir örnek olarak gösterilebilir.
Hak merkezli bir siyasal sistemde zaten insanlar başkalarının sorumluluğunu almaktan kaçınacağından yönetime talip olmaktan ziyade ondan kaçınmanın yollarını arayacaklardır. Asrı Saadet insanlık tarihinde bunun en güzel örneklerinin yaşandığı bir zaman dilimi olmuştur. Günümüz dünyasında böyle bir anlayış maalesef henüz görünmemektedir. Hak merkezli yönetimi dile getirerek iktidar olanların güç ve kuvveti ele geçirdikten sonra hangi karanlık dehlizlere savruldukları ortada... Kurumsal kontrol ve dengeye dayalı hukukun üstünlüğüne inanmış bir hukuk devleti olmadan karanlık günlerden çıkış yok... Bilinçli bir şekilde insanlık krizlerden krizlere sürüklenmekte, inancın olmadığı laikçi anlayışla veya görünürde inançların olduğu sahtekar bir ideolojiyle insanların daha mutlu olacağı anlayışı ruhlara ve akıllara özellikle son yirmi yıldır yoğun bir şekilde üfürülmektedir. Netice olarak en iyi devletin fertlerin hürriyetine en az müdahalede bulunduğu fehvasıyla insanlık aşkıyla dolu hükümetlerin dünyada hüküm ferma olması dileğiyle… Gerçekten de devletin dini adalettir... Gerisi boş laf...




























Yorum Yazın