MENU
  • ÇEVİRİ
  • YORUM
  • YARGI KRİZİ
  • PİYASALAR
  • GÜNDEM
  • DÜNYA
  • EDİTÖRDEN
  • SPOR
  • KÖŞE YAZILARI
  • DOSYA>Seçimin Ardından
  • GENEL
  • KİTAP
  • DOSYA>Avrupa'nın Seçimi
  • DOSYA>Emekliler
  • YAZARLAR
  • FOTO GALERİ
  • WEB TV
  • ASTROLOJİ
  • RÜYA TABİRLERİ
  • HABER ARŞİVİ
  • YOL TRAFIK DURUMU
  • RÖPORTAJLAR
  • Künye
  • Gizlilik Politikası
  • E-Bülten
Yeni Arayış
Yeni Arayış
Yeni Arayış
  • ANA SAYFA
  • KÖŞE & YORUM YAZILARI
  • KATEGORİLER
    • SİYASET
    • EKONOMİ
    • DIŞ POLİTİKA
    • KÜLTÜR SANAT
    • HUKUK
    • TEKNOLOJİ
    • PSİKOLOJİ
    • FELSEFE
    • KENT
    • EDEBİYAT
    • SAĞLIK
    • ASTROLOJİ
    • GEZİ
    • SÖYLEŞİ
    • EKOLOJİ
    • MEDYA
    • EĞİTİM
  • KÜNYE & İLETİŞİM
Kapat

De te fabula narratur!

ANA SAYFASİYASETDe te fabula narratur!
De te fabula narratur!

De te fabula narratur, anlatılan senin hikayendir. Bu hikâye benim hikâyem, komşumun, memleketin hikâyesi…

10 Ağustos, 2025, Pazar 03:20
  • yazdıryorum yazfont küçültfont büyüt
Turgay Bozoğlu
Turgay Bozoğlu
yazı içi reklam

Penceremden bakınca sokakta koşuşturan çocukların neşeli kahkahasını duyuyorum. Belki de umut, bu seslerin hiç susmamasıdır. Karl Marks’ın Kapital’in 1. Cildi’nde yer alan, yüzyıllar önce Şair Horatius’un kullandığı Latince bir cümle çok şey anlatır. De te fabula narratur, anlatılan senin hikâyendir. Bu hikâye benim hikâyem, komşumun, memleketin hikâyesi…

1964 baharında, Bolu Mengen’in bir köyünde, sabahın serinliği henüz topraktan kalkmamıştı. Rutubet kokan tarlaların üzerine dağlardan inen sis, ince bir tül gibi yayılıyordu. Annem, odun ateşindeki sobanın başında sütü kaynatırken, anneannem ahırdan dönüyordu. Kapının önündeki kedinin kuyruğuna takılan o ilk güneş ışığı, sıradan ama derin bir huzuru müjdeliyordu. Oysa kaderin niyeti başkaydı.

O günden sadece altı ay sonra, annemin kucağında ben, elinde abim, babamın elinde oymalı tahta sandığıyla İzmir otobüsünün demir merdivenlerinden tırmanıyorduk. Annem, köy ardımızda uzayan yolda küçülüp bir nokta olana dek bakmıştık diye anlatır o yeni başlangıcı. “İnşallah orada ekmek paramızı kazanırız,” diye mırıldanmış annem. Yeni bir hayatı kurmanın ve bilinmezliğin heyecanı ikisini de sarmıştı. Babam cevap vermemişti; biliyordu ki göç, insanın hem umudunu hem de kökünü aynı yıpranmış bohçaya sarıp götürmesiydi.

Çocukluk: İzmir’in Sokaklarında Büyümek

İzmir’in ara sokaklarında, yanık lastik kokusuyla karışık iyot kokusunu içime çekerek top peşinde koştuğum günleri hatırlıyorum. Okulda öğretmenimiz, “Vatanı sevmek, insanı sevmekle başlar,” derdi. Eve dönerken bakkalın önündeki tahta sandalyelere kurulmuş ihtiyarlar, TRT radyosundan yayılan boğuk sesli haberleri tartışırdı:

— "Demirel gene konuşmuş dün akşam."

— "Ecevit karşılık vermiş. Memleket kaynıyor, kaynıyor."

Benim dünyamda kaynayan tek şey annemin tenceresindeki tarhana çorbasıydı. Ama büyüdükçe anladım ki o kaynama sesi, sadece bizim mutfağımızdan gelmiyordu; bütün ülkenin damarlarında dolaşıyordu.

Gençlik: Duvarlardaki Sloganlar ve Radyodaki Soğuk Ses

Ergenliğe adım atarken sokaklar başka bir dille konuşmaya başlamıştı. Duvarlarda bir gecede bitiveren sloganlar, kahvelerde yükselen ateşli tartışmalar… Bülent Ecevit’in mavi gömleği umut, Süleyman Demirel’in şapkası istikrar, Necmettin Erbakan’ın keskin sözleri bir başkaldırı, Alparslan Türkeş’in duruşu ise bambaşka bir rüzgardı.

Lise ve üniversitelerde boykotlar ve olaylar bitmiyordu. Duvarlara yazılan sloganlardan o sokağın ya da mahallenin hangi siyasi grubun kontrolünde olduğunu anlayabiliyordunuz. Ülkede her gün kan akmaya devam ediyordu. Bir akşamüstü okul çıkışı, okul arkadaşımla eve dönerken, otobüs durağında iki kişi kimliklerimizi istedi. Polis olmadıklarını biliyorduk. Yanımdaki arkadaşım fısıldadı:

— "Arkana bakmadan koş."

Sonra bir sabah, 12 Eylül 1980 sabahı… Radyoyu açtığımızda cızırtıların arasından metalik ve soğuk bir ses yükseldi: “Yönetim, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne geçmiştir…” Babam o sabah kahvaltıda tek kelime etmedi. Annem titrek bir fısıltıyla babama sordu:

— "Darbe mi oldu?"

Darbenin ne olduğunu yasaklarla birlikte yaşamaya başlamıştık. Ne olduysa birdenbire bütün olaylar durmuştu ve artık kan akmıyordu…

Üniversite, Özal Yılları ve Rakamların Dili

Zaman ilerledi. Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni kazandığımda, sanki ülkenin kalbine yolculuk ediyordum. Turgut Özal, ithal ikameci politikaları rafa kaldırıp ekranlardan “serbest piyasa, ihracat, büyüme” diye sesleniyordu. Biz kantinde, döviz kurlarının seyrini, bir gecede zengin olanları, batanları, Banker Kastelli’yi ve sosyalizmi konuşuyorduk.

Mezun oldum, Hesap Uzmanları Kurulu’na girdim. Artık hayatım dosyalar, bilanço tabloları, vergi raporlarıydı. Memleketin damarlarından akan kanın rengini o rakamlarda görüyordum; bazen siyahtı, bazen kırmızı; ama hiç saf beyaz değildi.

Aile, Krizler ve Okyanusun Ötesi

Evlendim, çocuklarım oldu. Bir akşam televizyon başında, herkese bir ev bir araba yani iki anahtar sözüyle iktidar olan, ilk kadın başbakanımız Tansu Çiller’in gözleri dolu dolu açıkladığı 5 Nisan kararlarını izledik. Eşim sordu:

— "Bundan sonra ne olur?"

Ona ne diyebilirdim ki?

— "Hayat daha zor olacak."

Ardından gelen işsizlik kuyrukları, kepenk indiren dükkânlar… Bu karmaşanın içinde bir sınav kazandım ve devlet beni Amerika’ya yüksek lisansa gönderdi. New York’un gökdelenlerle dolu sokaklarında yürürken, ülkemden gelen haberler hâlâ aynı şeyleri söylüyordu: “Enflasyon yine arttı, işsizlik çoğaldı, döviz kuru fırladı…” Binlerce kilometre ötede bile memleketin kaderi yakamı bırakmıyordu.

Dönüş, Umut ve Tekrarlanan Nakarat

Döndüğümde kendimi Maliye Bakanı’nın danışmanı olarak buldum. Bir süre sonra da yeni bir ekonomik kriz patladı. Masamda “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” dosyaları, koridorlarda ise bitmeyen koşturmalar. Sayılarla uğraşıyorduk ama biliyordum ki mesele rakam değil, insanın nefesiydi. Yine bir istikrar programının faturası halka çıkıyordu. Tam işler düzelmeye başlamışken, ülkeyi yöneten koalisyon hükümeti dağıldı ve seçime gidildi.

Sonra AK Parti iktidara geldi. İlk yıllarda bir umut vardı; yollar yapıldı, hastaneler büyüdü. Avrupa Birliği’yle iyi ilişkiler kuruldu, artık yerimiz orasıydı. Ama zamanla, dedemin eski radyosundan duyulan o cızırtılı nakarat gibi, aynı cümleler geri döndü:

— "Yoksulluk hâlâ en büyük sorun."

— "İşsizlik bir türlü düşmüyor."

— "Enflasyon canavarı yine uyandı."

Yirmi dört yıl… Dile kolay. Ama sorunlar hep aynı.

Yaralar ve Pencerenin Önündeki O Soru

Bu yıllar içinde başka yaralar da açıldı ruhumuzda. Bir gece yarısı depremle uyandık, televizyon başında, enkaz altından gelen yardım çığlıklarını dinleyerek sabahladık. Orman yangınlarında gökyüzü kırmızıya büründü, denizlerimiz müsilajla boğuldu. Ülke, yorgun bir beden gibiydi.

Bir gün eşim, yaşadıklarımızı sorgularken, sessizce sordu:

— "Sence değişir mi bu ülke?"

Bir an duraksadım. Bütün hayatım, bütün o siyasi liderler, krizler, darbeler, umutlar ve hayal kırıklıkları gözümün önünden bir film şeridi gibi geçti. Sonra cevap verdim:

— "Belki biz görmeyiz… Ama çocuklarımız görsün yeter."

Bugün

Şimdi altmış yaşını geçtim. Penceremden bakınca sokakta koşuşturan çocukların neşeli kahkahasını duyuyorum. Belki de umut, bu seslerin hiç susmamasıdır.

Karl Marks’ın Kapital’in 1. Cildi’nde yer alan, yüzyıllar önce Şair Horatius’un kullandığı Latince bir cümle çok şey anlatır. De te fabula narratur, anlatılan senin hikayendir. Bu hikâye benim hikâyem, komşumun, memleketin hikâyesi…

  • Doların saltanatı sarsılıyor: Yeni para düzeninde taht kimin olacak? Doların saltanatı sarsılıyor: Yeni para düzeninde taht kimin olacak?
Yazarlar sayfasını izyeret ettiniz mi?

Yorumlar

yorum avatar

Yaşanmışlığın çok güzel bir özeti olmuş,umarım çocuklarımızın yaşamı çok daha iyi olur.

İsa Baç

10-08-2025 16:13

Yorum Yazın

yazı altı ebülten
Turgay Bozoğlu
    Turgay Bozoğlu

    Bizi Takip Edin
    Facebook
    X (Twitter)
    Instagram
    Linkedin
    Mastodon
    Bluesky
    Köşe Yazarları
    Ersin Kalaycıoğlu
    Ersin Kalaycıoğlu Sol siyasal partilerin açmazı: Sosyal demokrasi ile Ulusalcılık arasında sıkışmışlık
    Armağan Öztürk
    Armağan Öztürk Sağ popülizm neyi savunur?
    Kübra Evliyaoğlu
    Kübra Evliyaoğlu Çürümenin Kitabı: Hangi gelecek bizim adımıza konuşacak?
    Bilgehan Uçak
    Bilgehan Uçak Sadettin Saran’ın seçim zaferinin düşündürdükleri
    Hakan Tahmaz
    Hakan Tahmaz Yeni çözüm süreci: Sessiz bir başlangıç, belirsiz bir gelecek
    Erol Katırcıoğlu
    Erol Katırcıoğlu Komisyona bir öneri
    Çağhan Uyar
    Çağhan Uyar CHP’nin kayyum çıkmazı
    Bahar Akpınar
    Bahar Akpınar Osmanlı–İngiltere İlişkileri (2): Prens Edward’ın Birinci İstanbul Gezisi (1862)
    Murat Aksoy
    Murat Aksoy CHP siyaseti hızlanan zamana yetişebilecek mi?
    Eser Karakaş
    Eser Karakaş Bayrampaşa ve maskeli balo
    Yüksel Işık
    Yüksel Işık CHP yeniden yola çıkarken…
    Murat Kartalkaya
    Murat Kartalkaya Yeter ki ekonomi konuşmayalım!
    Ahmet Öztopkara
    Ahmet Öztopkara Evet, Göztepe Satılık… Daha Güçlü Olmak İçin…
    instagram gel gel
    Yeni Arayış
    KünyeGizlilik PolitikasıE-BültenRSSSitemapSitene EkleArşiv
    SOSYAL MEDYA BAĞLANTILARI
    FACEBOOKTWITTERINSTAGRAMLINKEDIN

    Yeni Arayış | Onemsoft Haber Yazılımı