Bu başlıktan anlaşılacağı üzere, CHP gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu bir siyasi partinin yüzyılı aşkın geçmişinde her zaman doğruları yaptığını söylemek mümkün değil. CHP, özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatının ardından patlak veren İkinci Dünya Savaşı süresince dış ve iç politikaya damga vuran Milli Şef döneminde benim gibi kendini sosyal demokrat tanımlayanlara göre büyük hatalar yapmıştı. Ayrı bir tartışma konusu kuşkusuz ama Türkiye’yi savaşa sokmadığı için resmi tarihin göklere çıkardığı İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde izlenen, Kurtuluş Savaşımızda karşımızda yer almış başta BK olmak üzere emperyalist devletlerle yakınlaşma veya Hitler Almanya’sı ile flört politikaları olsun, bu politikaların iç siyasete yansımaları olsun bence olması gereken değildi. Ama insanın yaşamadığı bir dönem hakkında geriye dönerek fikir beyan etmesinin kolaycılıktan başka bir şey olmadığını da kabul etmek gerekir.
Sosyal demokrasinin ötesindeki soldan geldiğini bildiğim, 2010 ve izleyen dönemde YAP (Yeni Anayasa Platformu) içinde birlikte yer aldığımız Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum, geçen Pazar sol siyasetin tanımını ve Terörsüz Türkiye’ye geçiş sürecinde yurtsever solun nasıl bir tutum alması gerektiğini içeren bir yazı yayımladı. Ayrı bir tartışma konusu olduğu için Uçum ’un yazısının ana hatlarıyla katıldığım “Terörsüz Türkiye” ile ilgili bölümüne burada girmeyeceğim.
CHP sosyal demokrat bir parti mi?
Başlıktan anlaşılacağı gibi, güncel çerçevede CHP’nin bugün geldiği noktanın analizi bakımından Uçum ‘un yazısının “Türkiye’de Sol var mı?” başlığı üzerine odaklanmayı yeğliyorum. Uçum bu bölümde CHP ile ilgili olarak “CHP, hiçbir zaman sınıf esaslı solculukla ilgili olmadığı gibi toplum esaslı solculuğa da yakınlık göstermemiştir. Devlet ve halkın ilişkisinde hep halk karşıtı pozisyonda yer almıştır. Sermaye-devlet ilişkisi konusunda özellikle devlet, zenginlerine ne zaman ihtiyaç varsa iradesini teslim etmiştir. 21. yüzyıldaki CHP ise temsil alanları itibarıyla yurtsever kimliğe dahi karşıt pozisyona gelmiştir” diye yazıyor. Ardından “Antiemperyalist olmayan bir siyasal akımın sol olmayacağı bellidir. Bu nedenle, neoliberal ve/veya Batıcı çizgide olup kendilerini sol diye niteleyen kişilerin ve akımların gerçekte sol siyasete sahip olmadıkları da bariz bir gerçektir. Diğer bir deyişle, liberal sol veya batıcı sol olarak nitelenen yaklaşımlar, mandacı zihniyetin siyasi görünümünden başka bir şey değildir” diye ekliyor.
Kabul etmek gerekir ki İsmet İnönü 1965’te partisinin çizgisinin “ortanın solu” olduğunu ifade edene kadar CHP sol parti olduğunu iddia dahi etmemişti. Sadece İnönü “aslında laikiz dediğimiz günden beri ortanın solundayız” diyerek partinin ortanın solunda olduğunu 30’lu yıllara taşımak istemişti. Bilindiği gibi, laiklik ilkesi 1931 yılında CHP’nin programına, 1937’de de anayasaya girmişti. Ama laiklikle ortanın solunda olmak arasında bir ilinti yoktu kuşkusuz. Hem “Ortanın Solu” tanımlaması aynı yıl yapılan seçimlerdeki başarısızlık nedeniyle partide bölünmelere de yol açmıştı.
“Ortanın Solu”, Bülent Ecevit’in Genel Başkan olduğu dönemde bir ölçüde sosyal demokrasiye evrilmişti. O dönemde Ecevit’in Amerikan ambargolarına karşı çıkması, bir yerde “anti-emperyalist” çizgiyle özdeşleşmeyi de beraberinde getirmişti. Ama 1947’de ülke savunmasını ABD yardımına bağlamış olan CHP’nin ve iktidarı devraldıktan sonra Amerikancı politikayı sürdüren Demokrat Parti’nin NATO’nun kanatları altına soktuğu Türkiye’de herhangi bir siyasi partinin anti-emperyalist bir politika izleyebilme olasılığı artık sınırlıydı kuşkusuz.
Uçum’dan farklı olarak siyasi partileri değerlendirirken genellemelerden kaçınmak gerektiğini düşünüyorum. CHP’nin devlet-halk ilişkisinde hep halka karşı pozisyonda olduğu görüşüne bu nedenle katılmıyorum. Siyasi partilerin liderleri değiştiğinde veya AK Parti’de olduğu gibi liderleri aynı kaldığı halde siyasi konjonktüre göre izledikleri politikalarda değişikliğe gittiklerinde etiketleri değişebiliyor. Bu nedenle Uçum ’un “siyasi niteleme açısından olmasa dahi siyasi pratik bakımından sol ilkelere daha uygun hareket eden liderin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, sol politikalara yakın olan partinin AK Parti olduğu pozitif bir tespit olarak söylenebilir” cümlesinin de abartılı olduğunu düşünüyorum. Bu saptama ilk iktidara geldiği yıllardan Cumhurbaşkanı hükümet sistemine kadar geçen uzunca bir süre için yoksul kesimlerden oy alabildiği ölçüde geçerli olabilir. Halkın ABD’nin arkasında olduğu 15 Temmuz darbe girişimine ve 2020 itibariyle göreve gelen Başkan Biden’ın muhalefete verdiği desteğe tepkisi raf ömrünü uzatmıştı. Ama bu destekte sabit gelirlilerin hala geçim sıkıntısı çekmediğinin de altını çizmek gerekir.
Her şey pandemide baş gösteren ekonomik zorluklardan sonra başladı. Önce Suriye’de Batı’ya bir ölçüde kafa tutan anti-emperyalist çizgi Trump’ın ekonomik tehditleri sonucu kayboldu. Sonra ekonomide yanlış politikalar uygulanmaya başladı. Öyle ki 2023 seçimleriyle birlikte ancak “vahşi kapitalist” olarak nitelenebilecek ekonomik ve sosyal politikalarla partinin yoksullaşan halkın büyük çoğunluğuyla ilişkileri kopma noktasına geldi. Sosyal demokrat bir parti hiçbir zaman varlıklı kesimi daha varlıklı, yoksul kesimi daha yoksul yapan, yoksul kesimi tırmandırdığı enflasyonun altında insafsızca ezen bu politikayı uygulamaz. Uçum’ un Sayın Cumhurbaşkanı ve AK Parti’nin sosyal demokrasiye yakın olduğu saptamasına son 4-5 yıllık bu gelişmeleri dikkate aldığım için katılmam mümkün değil.
CHP neden doğru yolda?
2023 seçimlerinden sonra yapılan 38. Kurultay’ında CHP’de Genel Başkan değişikliği yaşandı. Amerikan emperyalizminin desteklediği PYD/YPG’ye karşı düzenlenen askeri operasyonlara “Suriye’de bizim ne işimiz var” gibi hatalı politikalarıyla, belirlediği Cumhurbaşkanı adayları ve son olarak Altılı Masa stratejisi ile kendisi seçim kaybettiği halde koltuğunu korumaya çalışan Kemal Kılıçdaroğlu nihayet genel başkanlığı Özgür Özel’e kaybetti. Bu, ana muhalefet partisi açısından olumlu bir gelişmeydi. Çünkü demokrasilerde önemli olan gerek iktidarda gerek muhalefette belirli bir süre sonra görevin bırakılmasıdır. Başkanlık sistemlerinde ardı ardına iki dönem adaylık kuralı bu nedenle getirilmiştir. Parlamenter sistemlerde başında bulundukları siyasi parti başarılı olsa bile, Almanya’da Şansölyeler Helmut Kohl ve Angela Merkel’in yaptığı gibi, en azından üç dönem sonunda görevi alttan gelenlere bırakmak demokratik bir tutumdur. Çoğu demokratik ülkede seçim kaybeden liderler de istifa ederler. Siyasi partilerinin dinamizm kazanması bakımından.
Özgür Özel Genel Başkan seçildikten sonra iktidarın 2021 sonundan itibaren izlediği enflasyonist ekonomi politikasından ve 2023 seçimlerini kazandıktan sonra faturayı sabit gelirlilere ve özellikle emeklilere çıkaran sosyal politikasından yararlanmayı bildi. Maliye ve Hazine Bakanı Sayın Mehmet Şimşek’in rasyonel dediği ama yoksulluğu tetiklediği için irrasyonel olduğu açık OVP benim deyimimle OVİP yani “Orta Vadeli İnsansız Program” ilk olarak, memur emeklilerinin yasal kazanılmış haklarını yok saydığı, SSK emeklilerini de geçim sıkıntısına soktuğu için hemen tepkiyle karşılanmıştı. Oysa Sayın Cumhurbaşkanı 2023 seçimlerini sabit gelirlilerin ücretlerini yükselterek veya yükseltme sözünü vererek kazanmıştı. Ama yasal olarak yansıyacağı için söz vermesine bile gerek olmadığı halde memurun hizmetli sınıfına yaptığı seyyanen artışı memur emeklisine yansıtmayarak sözünü tutmamış oldu. Konuyu çok yazdım ama Yargıtay Onursal üyesi Seyfettin Çilesiz’in avukatı, Ankara 9. İdare Mahkemesi’nde SGK’ya açtığı davanın 18 Aralık’taki duruşmasında “somut norm denetimi” yapılması amacıyla Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmasını istedi. Mahkeme bu konuda 15 gün içinde bir karar alacak. Ama benim bildiğim bir hukuk devletinde kazanılmış haklarda kısıntı yapıldığı zaman o miktarın yasal faiziyle hak sahiplerine ödenmesi gerekir.
Özgür Özel ekibiyle birlikte, memur ve SSK emeklileri başta olmak üzere sabit gelirli herkese sahip çıktı. Ayrıca vergide adalet konusuna önem atfetti. Dünyanın neresinde olursa olsun bir ülkede sefalete mahkûm edilen insanlar öncelikle bu haksızlığa neden olanların karşısında yer alan en güçlü partiye oy verir. Devlet öncelikle eşitlik ilkesi uyarınca insan için vardır. İnsan devlet için var olamaz. Bir siyasi parti veya bir siyasetçi için hiç olamaz. Özel CHP’si 31 Mart 2024 yerel seçimlerini bu nedenle kazandı ve birinci parti olmayı başardı.
İktidarın yerel seçimleri kaybettiğinde yaptığı ikinci hata, gereğini yapmak yerine, bu başarısızlığının nedenini CHP’ye çıkarmak oldu. Millet iradesinin belirlediği İBB Ekrem İmamoğlu ve mesai arkadaşlarının tutuklu yargılanmalarını en azından engellemedi. Anayasa’nın 38. maddesinde kayıtlı masumiyet ilkesine aykırı olarak (suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz) bu insanların iktidar kontrolündeki medyada sanki hükümlüymüş gibi muamele görmesine ses çıkarmadı. Hatta bazı açıklamalarla katkıda bulundu. Bu arada hukuk kurallarına aykırı olarak İmamoğlu’nun üniversite diploması bile 30 yıl sonra dava konusu yapılabildi.
Bunlar yetmiyormuş gibi, ilk derece mahkemelerinin, YSK ve Anayasa Mahkemesi kararlarına aykırı olarak, CHP’nin kurumsal kimliğine yönelik verdiği kararlara rakibi zayıflatıyor gerekçesiyle olsa gerek göz yumuldu. Oysa anayasaya, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarına uymayan bağımsız bir yargı varsa, ülke yönetiminin demokrasi değil, “dikastokrasi” ( dicastocratie) olduğu ortadadır. Bu durumda, demokrasi açısından karşı olmamla birlikte anayasa gereği HSK Başkanı olduğuna göre, Adalet Bakanı gereğini yapmalıydı. Oysa bunun yerine olan biteni uygun görüyormuş gibi Türkiye’nin hukuk devleti olduğunu yineleyip duruyor. Ayrı bir tartışma konusu ama bu da halkta olan bitenin iktidar tarafından orkestre edildiği izlenimini güçlendiriyor ve 2008’de hakkında kapatma davası açılan AK Parti’ye olduğu gibi mağdur parti CHP’ye desteği arttırıyor.
Özet olarak, Özgür Özel, iktidarın yaptığı büyük hatalardan zekasıyla yararlanmayı bildiği gibi, aynı zamanda CHP’de uzun zamandır olması gereken değişimin altına da imzasını atmış bulunuyor. 39. Olağan Kurultay’da parti programını sosyal demokrasi doğrultusunda değiştirmeyi ve iktidarı devralmaya aday bir siyasi parti yaratmayı başarmış durumda. Bu konuyu daha sonra ayrı bir yazıda ayrıntılı olarak analiz etmek gerekir kuşkusuz ama gördüğüm kadarıyla CHP ilk defa sosyal demokrasiye bu kadar yakın bir siyasi parti oldu. Kabul etmek gerekir ki vergi reformunu ve gelir adaletini sağlamak Türkiye’nin ivedi gereksinim duyduğu bir konu. Çökmüş olan sosyal devlet ancak böyle ayağa kaldırılabilir çünkü.
Ayrıca çökmüş olan bir demokratik hukuk devletimiz de var ne yazık ki. Bunun için tüm demokratlarla işbirliği yaparak bu ülkede hukuk dersine başlayan herkesin öğrendiği gibi anayasaların herkesi bağladığını tekrar hayata geçirmek gerekiyor. Özgür Özel, görebildiğim kadarıyla bunun bilincinde. Brecht’in “kurtuluş yok tek başına ya hep beraber, ya hiçbirimiz” dizesini düstur edinmesi doğru yolda ilerlediğini ortaya koyuyor.



























Yorum Yazın