CHP’nin, Abdullah Öcalan’ı ziyaret edecek Meclis heyetine üye vermeme kararı, geniş yankı uyandırdı. Yüzeysel yorumların aksine, bu kararın fevri ya da tepkisel olmadığı, arkasında dikkatle örülmüş stratejik bir değerlendirme bulunduğu kanısındayım. Bu değerlendirmeyi dört ana maddede özetlemek mümkün:
1. Erdoğan'a Faydayı Engelleme: CHP, kararla çözüm sürecinin Cumhurbaşkanı Erdoğan'a siyasi fayda sağlama potansiyelini, Erdoğan’ın süreci araçsallaştırmasını kesintiye uğratmak istemiştir.
2. Sürecin Tarzına İtiraz: Parti, doğrudan sürece karşı olmamakla birlikte, sürecin götürülüş biçimine ve şeffaflık eksikliğine yönelik itirazını güçlü bir şekilde görünür kılmıştır.
3. Öcalan'ın Aşırı Merkezileştirilmesi: CHP, çözüm arayışlarında Öcalan'ın aşırı merkezî bir figür haline getirilmesini benimsemediğini net bir biçimde deklare etmiştir.
4. Süreç Karşıtı Halkı Güçlendirme Sinyali: Karar, sürece temkinli ya da olumsuz yaklaşan toplumsal kesimleri iradi bir güç olarak mobilize edebileceğinin ilk işaretini vermiştir
Strateji tutar mı
CHP’nin bu stratejik hamleleri çalışır mı? Eğer CHP, sürece karşı çıkan geniş seçmen kesimini örgütler, iradi güç haline getirir ve sürecin meşruiyetini zekice düşünülmüş hamlelerle aşındırmaya yönelirse, Erdoğan’ın süreci araçsallaştırma kapasitesi ciddi biçimde sınırlanır. Öcalan merkezli bir süreç yönetim tarzı da aynı şekilde sekteye uğrar. Son araştırmalar bu nedenle önemlidir. Asal’ın son çalışmasına göre, sürece olumlu bakanlar yüzde 55,8, olumsuz bakanlar (fikri olmayanlar dahil) yüzde 44. Türkiye’de negatif duygulanımın pozitiften daha hızlı yayıldığı düşünülürse, bu yüzde 44’lük blokun nasıl konumlandırılacağı sürecin kaderini belirleyecek en temel değişkendir. Bu yüzden CHP’siz bir sürecin toplumsal meşruiyet üretmesi neredeyse imkânsızdır. CHP’nin İmralı’ya üye göndermeme kararı bu nedenle hafife alınamaz.
CHP’nin tutumu neden belirleyici?
CHP'nin kararlı tutumu, yalnızca İmralı ziyaretiyle sınırlı kalmayıp, bir ay sonra Meclis gündemine gelmesi beklenen Öcalan dahil PKK üyelerine yönelik yasal düzenlemelerde daha da kritik bir hale gelecektir. Bir ay içinde Meclis’te Öcalan ve PKK üyelerine ilişkin çeşitli yasal düzenlemeler gündeme gelecek. CHP'nin karşı çıkması bir yana, yasal düzenlemeler karşısında tarafsız ya da sessiz kalması bile, Öcalan'ı kapsayacak bir düzenlemenin toplumsal meşruiyet kazanmasını imkânsız kılabilir. Bu nedenle, CHP’nin sürece karşı takınacağı tavrı önemsizleştirmek, sürecin önündeki siyasi mayınları görmemek anlamına gelir.
Kürtleri kaybeder mi?
Kamuoyunda sıkça dile getirilen soru bu. Ancak bu kaygının dört nedenle abartıldığı kanaatindeyim.
a) CHP artık eski CHP değil ve Kürtler bunu görüyor: Eleştiriler hâlâ 1930’ların ya da Baykal döneminin CHP’sine referansla yapılıyor. Oysa bugün karşımızda; kayyım uygulamalarına karşı bedel ödemiş, dilini yumuşatmış, Kürt seçmenin yaşadığı mağduriyetleri siyasal dile taşıyan, kendini yenilemiş bir CHP var.
b) Yeni sosyolojik zemin: CHP artık üç farklı Kürt seçmen grubunda istikrarlı bir tabana sahip:
Alevi Kürtler: Büyük şehirlerde CHP’ye destek oranı %60 seviyesinde.
Büyük metropollerde yaşayan Z kuşağı Kürt gençleri: Bu kesimde CHP’nin oyu yüzde 55’e ulaşıyor.
Ötekileştirilmeyen seküler Kürt seçmen: CHP’nin yeni dili bu grubu sağlamlaştırıyor.
CHP’nin ittifak gerçekleşmedikçe DEM tabanından veya kararlı muhafazakâr Kürtlerden oy alamayacağı zaten bilinen bir gerçek. Dolayısıyla kayıp iddiası temelsiz.
c) CHP sürece değil; sürecin yöntemine itiraz ediyor: Bu kritik fark yeterince anlaşılmış değil. CHP, sürecin demokratik boyutunu öne çıkarıyor, hak ve özgürlük merkezli bir çerçeve çiziyor, süreci toptan reddetmeyerek Kürt seçmeni ürkütmüyor, rasyonel, kontrollü ve parçalara ayrılmış bir okuma sunuyor. Bu konum onu sekter değil, sorumlu aktör haline getiriyor.
d) DEM–CHP ilişkilerinde denge: CHP’nin Öcalan tutumu DEM ile ilişkileri zorlayabilir. Ancak bu durum tek yönlü değil. DEM, CHP’nin süreci nasıl okuduğunu yanlış çözer ve aşırı karşıtlık üretirse, CHP bu kez DEM’in kendi tabanı içinde sürece mesafeli duran yaklaşık yüzde 25’lik kesime yönelebilir.
Öte yandan CHP’nin, anadil, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, demokratik standardın yükseltilmesi konularında atacağı adımlar DEM ile taban arasında yeni bir bakış ayrışması da yaratabilir. Kısacası, bu denklemde sıklet oluşturma gücü yüksek olan taraf DEM değil, CHP’dir. CHP; sonunda DEM, Kandil, Öcalan’ın her dediğine evet diyen bir yaklaşımla değil ancak kendi özgün uzay zaman koordinat düzlemini belirler, bunu da Kürtlere iyi anlatırsa kazanacağını gördü ve anladı.
Süreç ihtirasların kurbanı olmamalı
Keşke CHP sebep ne olursa olsun İmralı’ya üye gönderseydi. Bu, sürece büyük katkı sunardı. Ancak siyasi iklim ortada: Tam heyet gönderme tartışmaları yapılırken İmamoğlu hakkında hazırlanan sert iddianame, iddianamede neredeyse parti kapatılmasını rica eden yaklaşımlar, ardından gelen partinin İstanbul il örgütünü vesayet altına alan kayyum kararının mahkemece kesinleşmesi, CHP’nin reflekslerini belirledi. Böyle bir zeminde CHP de kendi siyasi ve ontolojik güvenliğini önceleyen stratejiye yöneldi. Baştan beri söylediğim gibi: CHP’siz bir süreç yürütülemez. CHP’ye yönelik operasyonlar ise süreci zehirler. CHP’nin İmralı’ya gitmemesinin siyasi bedelinin Mansur Yavaş üzerinden tahsil edilmesi ise, kamuoyunda “CHP, Öcalan’ın ayağına gitmeyi reddettiği için hedef alınıyor” algısını doğurur; bu da sürecin seyrini hem daha kırılgan hem de daha içinden çıkılmaz bir hale getirir.
Erdoğan, Bahçeli, CHP ve DEM dahil tüm aktörlerin, Türkiye için hayati önem taşıyan bu süreci siyasi ihtiraslarının kurbanı etmemesini, devlet irfanının belirlediği rotada ilerlemelerini umut edelim. İhtiyacımız olan, CHP'yi süreçten uzaklaştıran değil, tam tersine sürece destek vermeye teşvik eden (Öcalan’ın özellikle altını çizdiği) yapıcı yaklaşımlardır. Aksi düşünce, sürecin sabote edilmesini arzulayan bir kurnazlıktır.




























Yorum Yazın