CHP’de Özgür Özel yönetiminin önceki dönemden ayrıldığı en önemli noktalardan birisi siyasal tabana rağmen politika üretmemek oldu. Biraz daha açık ifade etmek gerekirse Kemal Kılıçdaroğlu’nun liderliğindeki CHP, potansiyel seçmenleri tarafından hoş karşılanmayan kimi adımlar atmaktan geri durmuyordu.
Örneğin iktidarın “bizden önceki bütün fenalıkların müsebbibi CHP’dir” söylemini destekler biçimde helalleşme kartını çekmesi kitlelerin tansiyonunu yükseltmişti. CHP’nin tarihsel bakımdan hiçbir dahli bulunmayan meselelerde mesuliyet altına girmesi bazı tatsızlıkları beraberinde getirmişti.
Veya CHP’nin iktidarla bir şekilde anlaşmazlığa düşmüş kimseleri vitrinde tutması, mücavirindeki partilere tepki oylarının kaymasına yol açıyordu. Her ne kadar tabandaki çatlak sesler kendisini belli etse de karşı mahalleden oy devşirildiği öne sürülerek savuşturuluyordu.
Oysa kamplar arasında dişe dokunur bir geçişkenlik söz konusu değildi.
Aksine CHP, artık doğal sınırlarına dönüşen yüzde yirmi beş bandında salınmaya devam ediyordu. Tepki oylarıyla hepi topu bir puanlık partileri diri tutuyordu. MHP’nin iktidara ortak olmasıyla boşluğa düşen muhalif milliyetçi kesimleri kucaklaması planlanan İyi Parti’ye bile oy kaptırıyordu.
CHP seçmeni haliye kazan kaldırıyordu. Ancak 2019’da belediyelerin el değiştirmesiyle başlayan süreç iktidar yolunun açıldığını müjdelemişti. İstanbul’u alan Türkiye’yi alırdı neticede…
Gelin görün ki Süleyman Demirel’in “boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur” ve benzeri özlü sözlerinin tutmadığı gibi Erdoğan’ınki de tutmamıştı.
CHP’nin çok rahat kazanması gereken bir seçimi kaybetmesi, partideki değişim hareketini tetiklemişti.
Özel, Kılıçdaroğlu dönemini çok iyi etüt etmiş olacak ki verdiği ilk sinyallerden birisi tabana kulak vereceğinin altını çizmek olmuştu. Bunun ilk belirtilerini son yerel seçimlerde gördük. CHP’nin bazı adaylarına yoklamalarla karar verildiği açıklanmıştı.
CHP, halkın nabzını ölçerek girdiği seçimlerden tarihi bir zaferle çıkmıştı. Daha sonrasında da CHP’nin anket ve çeşitli kamuoyu araştırmalarını dikkate aldığı çokça defa vurgulandı. Artık tabana rağmen siyaset yapma dönemi kapanmıştı.
Gelgelim CHP bunları söylese de yer yer sıkıştığını görüyoruz. Mesela süreç komisyonu bunların başında gelir.
CHP’lilerin bir bölümü komisyona şiddetle karşı çıkarken diğer kısmı gayet olumlu bakabiliyor. Buna mukabil komisyona girdi diye kızan seçmen, CHP’nin İmralı’ya gitmemesini alkışlıyor. Ama bu sefer de öbür taraf küplere biniyor.
CHP pozisyon alırken anket ve yoklamaları göz önünde bulundurmayı ihmal etmese de siyaseten sıkıştığı dikkatlerden kaçmıyor. Bunun bir benzerini de adaylık konusunda yaşıyor. Ekrem İmamoğlu’nun önümüzdeki seçimlere adaylık koyamayacağı hemen herkesin malumudur.
İmamoğlu tutuklanıncaya kadar cumhurbaşkanlığı adaylığına çok hevesli olan Mansur Yavaş, bir süredir kendisini geri çekmiş durumdadır. Öte yandan adaylığını koysa bile kapsamlı politika değişikliklerini gerektirecektir diye düşünüyorum.
Sürpriz bir isim çıkmazsa geriye bir tek Özel kalıyor. Özel, ısrarla “aday ben değilim” diye açıkladıysa da aynı soru dönüp dolaşıp önüne tekrar geliyor.
Örnekler çoğaltılabilir tabi. Kanımca CHP’yi burada siyaseten sıkıştıran iki önemli dinamik devreye giriyor.
CHP, doğal sınırlarını geride bırakalı çok oldu. Geleneksel şeriat-laiklik geriliminden beslenmiyor. Özellikle birtakım sol liberallerin ve keza Sosyalistlerin eleştirdiği gibi otoriter bürokratik devlet zihniyeti paralelinde değil. Pek çok ankete göre yüzde kırkları gören merkez parti konumunda artık.
Merkez partilerin yüksek oy oranları, seçimler açısından avantaj gibi görünse de bazı güçlükleri beraberinde getirebilir. Yüzde kırkı taşımanın bazı zorlukları vardır. Çünkü burada yekpare ve homojen bir kitleden söz etmiyoruz. Farklılıkları olan ama bu çeşitliliğe altı oklu logo altında anlam bulabilen bir kitleden bahsediyoruz.
CHP’nin önündeki meseleyi, mevcut iktidar uzun yıllar boyunca ustalıkla yönetmeyi başarmıştı. Dönemsel olarak girdiği zıt ittifaklar, tabanı geniş tutması ve kitlelerin talebine göre odağını değiştirmesi bunun en net delilidir. Mesela güvenlikçi kaygılar, antimilitarizm, kalkınmacı söylemler, tek parti dönemi eleştirileri, milliyetçi diskur, demokrasi, din ve gelenek vurguları arasındaki derin gelgitler aynı nedenlerden kaynaklanmıştır.
Farklılıklarına rağmen CHP çatısı altında buluşan geniş kitlenin, bambaşka dünya görüşleri ve talepleri olması muhtemeldir. CHP’yi sıkıştıran ikinci önemli dinamik de tam bu noktada ortaya çıkıyor.
Normalde siyasî partilerin aslî fonksiyonu kitleleri kendi bulunduğu noktaya taşımaktır. Ancak CHP, toplumu ölçüp kitlelerin olduğu yere gitmeyi tercih ediyor. O zaman çeşitliliklerini içerisinde barındıran potansiyel seçmenine karşı yer yer açığa düşebiliyor.
Özel, güçlü hitabeti ve dobra söylemleriyle CHP’nin açığa düştüğü hususları ustaca tolere edebiliyor. Ancak CHP’nin siyaseten pozisyon alırken kamuoyunu önceden hazırlayabilecek daha kapsamlı bir politika geliştirmesi gerekiyor.



























Yorum Yazın