Son defa denendiğinde ne gerçek aktörler ortaya çıktığından ne de bu aktörlerin niyeti iyi olduğundan Kürt açılımı bir ‘bulanık suda balık avlama’ egzersizine dönmüştü. Sonuç olarak bir taraf şehirlerin altını üstünü cephaneliğe çevirirken diğer taraf da bunu fark edip onu daha sonra avlamayı düşündüğü için sessizce olup biteni izliyordu. Sonuçta kaybeden yöre halkı Kürtler oldu. Tüm ülke kaybetti. Şehitler verildi. Bu konunun ülkeye kaybettirdiği zaman, para ve insan kaynağı herkesçe malum. Fakat işte niyet kötü olunca sonuç farklı olamıyor. Bu aralar denenmeye çalışanın farklı bir şey olduğunu düşünüyorum. Geçmişteki ve mevcut süreci detaylı anlatarak zaman kaybetmek yerine geçen sefer yapılanın doğrusunun nasıl olması gerektiğini modern demokratikleşme süreçlerinin orijinal örneklerinden biri olan İspanyol demokratikleşme süreciyle karşılaştırarak yapmaya çalışacağım. Bu aralar İspanyollar demokrasilerinden pek memnun değiller. Bunu geçtiğimiz yıl Valensiya’daki sel felaketinden sonra halkın Kral’a gösterdiği tepkilerden anlayabiliriz. Bir süredir yıpranan Pedro Sanchez liderliğindeki Sosyalist Parti’nin her an seçime gidebileceği söyleniyor. Fakat, muhalefet zayıf. Özellikle 2008 finansal krizini ve 2017’de Katalonya’nın bağımsızlık referandumu sürecini kötü yönettiği için meşru bir alternatif çıkaramıyor.
2008 krizi İspanya’yı kötü vurdu. Ama yine de Avrupa’nın başka yerlerinde olduğu gibi sağcı iktidarlara ve popülist diktatörlere yönelmemesi İspanyol demokrasisinin gücünü bize gösteriyor. İspanyol demokrasisinin özel bir örnek yapan son dönemlerde gördüğümüz bir Amerikan (ve AB) projesi olan ‘demokrasi ihracı’ politikalarının sonucu olan bir demokrasi olmaması. Franko diktatörlüğünün yıkılmasından sonra dönemin toplumsal güçleri için Avrupa ortak bir vizyon oldu, fakat, diktatörlükten demokrasiye geçiş süreci dış bağlamdan ziyade iç siyasal müzakereler ve dengenin bir ürünü. 1936-39 arasında yaşanan iç savaş hatırası ve sonrasında gelen acımasız diktatörlük bu geçiş sürecinde hep gündemdeydi. Bir daha o günlere dönmeye kimsenin niyeti yoktu. Bu geçişin öyle sonuçlanmasını kimse istemiyordu. Halen hafızalardaki iç savaş anıları (o zaman bu dönemi yaşayan çok kimse halen yaşıyordu) demokrasiye geçişte ‘uzlaşma’, ‘müzakere’, ‘geniş tabanlı mutabakat’ gibi bir dizi yatıştırıcı ve teşvik edici söylemin sebebi oldu. İç savaş hatırası ve ‘uzlaşma-mutabakat’ söylemi geçiş sürecinin anahtarıdır diyebiliriz. Peki İspanya’dan Türkiye’nin geçtiği bu siyasal konjonktürde ne öğrenebiliriz.
Türkiye’de son dönem demokratikleşme sürecinin ana tetikleyici unsuru AB’ye üyelik süreciydi. Ak Parti iktidara gelmeden önce Ağustos 2002’de üç partili koalisyon hükümeti tarafında çıkarılan 3. Reform paketi bir reform sürecinin kapısını araladı. Bu pakette ölüm cezası kaldırılıyor, azınlık vakıflarına mal edinme hakkı tanınıyor ve Türkçe’den başka dillerde (büyük ölçüde Kürtçe kastedilerek) eğitim ve yayın hakkı genişletiliyordu. Reform paketinin yarattığı stresle hükümet düştü. Başbakan Ecevit koalisyon ortaklarından Bahçeli’nin isteği üzerine seçim kararı aldı ve Ak Parti iktidara geldi. Ak Parti siyasal bekası açısından süreci sürükledi. Özellikle askerin siviller tarafından kontrolü iktidarın el değiştirmesiyle sonuçlandı. AB süreci burada açıklaması uzun sürecek sebeplerden sıkıntıya girince, Başbakan Erdoğan ‘Kopenhag Kriterlerini Ankara Kriterleri’ yaparak yola devam etme niyetini belirtti. Ankara Kriterleri pek Kopenhag Kriterlerine benzemediği gibi 2016’daki darbe teşebbüsü AB reform sürecinin Türkiye’de gerçek iktidar odaklarını pek yerinden oynatamadığını gösterdi. Son yıllarda Türkiye alaturka bir demokrasiye dönme tehlikesiyle karşı karşıya. Ak Parti, Alevi açılımı, Kürt açılımı gibi bir dizi açılım sürecine girmişti. Bunlar da AB süreci gibi 15 Temmuz’da akamete uğrayan darbe teşebbüsüyle bir kenara bırakıldı. Siyasetin odağı başka yöne kaydı.
Ak Parti hükümetinin mevcut demokratikleşme hamlesine dönecek olursak, ilk bakışta İspanya örneğinden farkı olarak medya çabalarına rağmen içerde bir uzlaşma tesis edilemediğini görüyoruz. Meclisteki komisyon sürükleyici bir iradeden yoksun. Ak Parti hükümeti ve ortağı MHP’nin cesurca verdiği bir kararla terör örgütü elebaşı Öcalan’la görüşmeler toplumda beklenen desteği görmedi. İspanya’da hükümet Bask ayrılıkçı örgütü ETA liderleriyle görüşmüştü.
Darbeden sıyrılan iktidar, çıkışı rejimi başkanlık sistemine değiştirmekte gördü. Böyle bir siyasi arka planda Ak Parti iktisadi ve siyasi durum daha kötüleşmeden içerdeki iktidarını ve uluslararası meşruiyetini perçinleyecek yeni bir demokratikleşme hamlesi içerisinde görülüyor. Hamlenin arkasında Türkiye’nin artık yönünü çevirdiği Orta Doğu’daki jeopolitik değişim olduğu söyleniyor. Gerçekten de geçtiğimiz yıl Suriye’de Esad rejimin devrilmesiyle adeta ‘pandoranın kutusu’ açılmış durumda. Esad rejiminin yıkılmasıyla bir ‘güç boşluğu’ doğan Suriye’de ve bölgede uzun süre bir istikrar beklemek hayal. Anlaşılan hükümet içerideki Kürt sorunuyla dışarıdaki- bölgedeki Kürt gerçekliği (Kürtlerin Orta Doğu’da dağılmış hali) arasındaki ilişkiyi gördü ve bir iç siyaset hamlesiyle bölgede etkinliğini arttırmak istiyor. Bu hamle aslında bölgeye de bir istikrar getirebilir. Türkiye açısından Kürt sorunu uzunca bir süredir bir ‘demokratikleşme’ konusu olmaktan çıkmış, bir ‘jeopolitik koz’ haline gelmiş görünüyor.
Ak Parti hükümetinin mevcut demokratikleşme hamlesine dönecek olursak, ilk bakışta İspanya örneğinden farkı olarak medya çabalarına rağmen içerde bir uzlaşma tesis edilemediğini görüyoruz. Meclisteki komisyon sürükleyici bir iradeden yoksun. Ak Parti hükümeti ve ortağı MHP’nin cesurca verdiği bir kararla terör örgütü lideri Öcalan’la görüşmeler toplumda beklenen desteği görmedi. İspanya’da hükümet Bask ayrılıkçı örgütü ETA liderleriyle görüşmüştü. Bu kolay bir karar değildir. Hele bizdeki gibi uzun süreli, kitlesel düzeyde ölüm, maddi kayıplar ve yerinden edilmelerin olduğu bir durumda daha zor görünüyor. 1960’ların sonundan 2000’li yılların ortalarına ETA aktif olduğu bütün süreç boyunca 800 civarında İspanyol’un hayatına kastetmişti. Bizdeyse durum çok daha vahim ve bu yönde herhangi bir açılımın şeffaf olması ve kaçınılmaz olarak bir toplumsal rehabilitasyon stratejisiyle götürülmesi gerekiyor. İspanya’da terör, özellikle 11 Eylül sonrasında İslamcı terörle özdeşleştiği ve eski ‘halkın kurtuluşu’ idealini yitirdiği için şiddet kamusal alanın tedricen dışına itilmiş ve idealize edilen yönünü kaybetmişti. Türkiye’de de öyle olmuş durumda.
Günümüz Türkiye’sinde şiddetle sonuç almanın imkânı olmadığını herkes görüyor. Son Kürt açılımında bu denendiğinde ne olduğu görüldü. PKK’nın meşruiyetini kaybetmesinin diğer bir sebebi de örgütün değişen niteliği. Örgüt, Soğuk Savaş sonrası Orta Doğu’da ABD, AB, İngiltere, İsrail gibi büyük güçlerin bölgedeki devletler üzerine etki aracına, bir tür emperyal aparata dönmüş durumda. PKK sayesinde Kürt siyasetinde bir mesafe alınmakla birlikte bu haliyle PKK’nın bir ‘halk kurtuluşu’ örgütü olduğuna ne içerde ne de dışarda pek ikna olmak mümkün görünmüyor. Suriye’nin parçalanmasındaki bir PKK uzantısı olan PYD’nin rolü bunun göstergesi oldu. Dolayısıyla PKK’nın sivil siyasetin önünü açacak bir hamle yapması beklenmeliydi. Ancak örgütün üyelerinin geleceğini garantiye almadan bir sivil inisiyatife izin vermesi pek mümkün değildir. DEM veya Selahattin Demirtaş gibi popüler liderlerin trajedisinin bu olduğu görülebilir. Bu durum kaçınılmaz olarak örgütün liderlerini gerçek muhatap haline getiriyor. Durum böyle olunca müzakereler de geniş bir demokratikleşme paketi olmaktan ziyade silahların bırakılması, af ve topluma yeniden kazandırma süreçleri üzerinde dönmesi anlaşılabilir. Burada aşağıda İspanya örneğiyle karşılaştırarak bir dizi konuyu el almaya çalışacağız.
Katalanlarla ilgili bir karşılaştırma da Kürt milliyetçiliğinin karakteriyle ilgili yapılabilir. Katalan milliyetçiliği bir kültür ve dil milliyetçiliğiydi. Ne yazık ki Kürt milliyetçiliğinin bu konuda daha ilerlemesi gereken çok uzun bir yol olduğu görülüyor. Katalanca bir kültür, sanat ve bilim dili olabilmiş durumda. Çok geniş bir yayın kataloğu ve basın tecrübesi içeriyor. Kürt dili bir süre Türkiye’de yasaklanmasına rağmen uzunca bir süredir serbest ve biz buna rağmen ciddi bir Kürt kültürel milliyetçiliği göremiyoruz. Bir Kürt Rönesans’ı göremedik.
Bask sorunu aslında uluslararası bir sorundu. Basklar, İspanya ve Fransa arasında bölünmüş bir millettir. Baskların statüsü kaçınılmaz olarak bu devletlerin mevcut siyasi ve idari yapısı çerçevesinde belirlendi. İspanya’da demokrasiye geçişle kurulan ‘özerk bölgeler devleti’ çerçevesinde tam bir özerkliğe sahip olan Basklar, Fransa’da merkezi ama demokrat bir devlet içerisinde büyük ölçüde idari olarak asimile olmuş ama kültürel kimliklerini azami düzeyde muhafaza eder vaziyette yaşıyorlar. Kürtler açısından da durumun böyle olması en doğalı. Bölgede merkeziyetçi Türkiye ve İran dışında Kürlerin yaşadığı Irak ve Suriye’nin idari yapıları açısında yarı federal bir yönetim olarak değerlendirilebilecek İspanya’nın ‘özerk bölgeler devleti’ en gerçekçi alternatif gibi duruyor. Böylesi bir çıkış hem bu devletlerin halen istikrarsız siyasi ve idari yapılarını bir istikrara kavuşturacak hem de Kürtlere bir nefes alma imkânı verecektir. Dört ülkeye dağılmış Kürtler için bir idari çıkış öneren İspanya (ve Fransa) örneğinin bize Kürt sorunuyla ilgili negatif bir karşılaştırma imkânı sağlayan başka bir boyutu daha var.
Katalanlar, İspanya içerisinde özellikle 1 Ekim 2017’de bağımsızlık referandumuyla bir kez daha gündeme geldiler. Bu bağımsızlık ilanını kotaran Katalan liderliğinin bir kısmı hapiste bir kısmı da halen kaçak durumda. Fakat, asıl sorun bu liderliği AB’nin devlet merkezli bir siyasal yapı olduğunu görememesiydi. Katalanlar bağımsızlığını ilan ettiğinde Brüksel’de İspanya vetosuyla karşılaştılar. Aynı dönemde, 25 Eylül 2017, Kuzey Irak’ta yapılan bağımsızlık referandumu Erdoğan’ın Barzani’yle şahsi dostluğuna (ve Türkiye’deki Barzani lobisine) rağmen buna onay vermemesi üzerine çöktü. Ellerinde İsrail bayraklarıyla ilan edilen bir bağımsızlığa Türkiye’nin (ve ABD’nin çekilmesiyle bölgeyle ilgili hesapları olan İngiltere gibi başka büyük güçlerin) evet diyeceğini düşünmek naif bir beklentiydi. Kuzey Irak Kürtleri siyasi olarak tecrübeli olmakla birlikte ciddi bir münevver-aydın sınıfı yaratamamalarının bu tür vahim siyaset hataları yapmalarına sebep olduğu görülebiliyor. Son zamanlarda uluslararası konjonktürü yanlış okumakta üzerlerine yok. Geçtiğimiz günlerde Kürt aydın, şair ve mutasavvıf Melayê Cizîrî üzerine düzenlenen uluslararası bir sempozyum için Cizre’ye gelen Barzani’nin mevcut sürece (PKK’nın silah bırakma süreci) açıkladığı destek ne yazık ki korumalarının taşıdığı silahların gölgesinde kalmış görünüyor. Barzani’nin bu ziyareti mevcut girişimin Türkiye (ve bölge için) ne kadar hassas bir sürecin kapısını araladığı ve siyasi aktörlerin azami dikkat ve incelikle hareket etmeleri gerektirdiğini gözler önüne sermesi açısından da önemlidir.
Katalanlarla ilgili bir karşılaştırma da Kürt milliyetçiliğinin karakteriyle ilgili yapılabilir. Katalan milliyetçiliği bir kültür ve dil milliyetçiliğiydi. Ne yazık ki Kürt milliyetçiliğinin bu konuda daha ilerlemesi gereken çok uzun bir yol olduğu görülüyor. Katalanca bir kültür, sanat ve bilim dili olabilmiş durumda. Çok geniş bir yayın kataloğu ve basın tecrübesi içeriyor. Kürt dili bir süre Türkiye’de yasaklanmasına rağmen uzunca bir süredir serbest ve biz buna rağmen ciddi bir Kürt kültürel milliyetçiliği göremiyoruz. Bir Kürt Rönesans’ı göremedik. Oysa bugünkü Katalan milliyetçiliği on dokuzuncu yüzyıl ortalarında gelişmiş güçlü bir romantik dil ve kültür uyanışı olan Katalan Rönesans’ına dayanıyor. Bunda bölgenin az gelişmiş yapısı ve asimile olmuş Kürt entelijensiyası kadar şiddeti birincil-öncelikli araç olarak gören milliyetçi Kürt partilerin rolü olduğu bir gerçek. Ayrıca, daha güçlü ve uzun soluklu bir milliyetçi araç olan dili (ve kültürü) unutturan şiddeti körüklemek Orta Doğu’da mevcut düzeni devam ettirmek isteyen bütün güçlerin işine geliyordu.
Özetle halen İspanya’da geçiş sürecinin Türkiye’ye çok şey öğreteceğini düşünüyorum. Ama bu bir reçete değil. İspanya bize bir demokratikleşme reçetesinin ne kadar anlamsız olacağını, ülkelerin kendi demokrasilerini özgür iradeleriyle, toplumsal ve siyasi guruplar arasında açık müzakerelerle belirleyebileceklerini gösterdi. Böylesine bir şeffaflık ve iyi niyet beklemek Orta Doğu şartlarında özellikle bugünlerde çok iyimserce bir beklenti olabilir. Topun bu açıdan halen Kürtlerin sahasında olduğunu düşünüyorum. Gerçek bir halk mücadelesi mi, emperyal bir araç mı, bir uydu devlet mi olacakları halen kendi ellerinde.
Not: İspanya ile ilgili son çıkan kitabımın bağlantısı: https://www.nobelyayin.com/ispanya-cagdaslasma-kalkinma-demokrasi-22478.html

























Yorum Yazın