Ferdi Zeyrek’in genç ölümü için elbette kaderi suçlamak gerekiyor. Ancak, tüm muhalif belediyelerde “Acaba yarın sabah benim de evime birileri gelip, güzel çocuklarımın önünde itirafçı düzeneğinin ruhsal taarruzunu başlatır mı?” endişesini de hafife almamak gerek. İnsanlar, beyinleri endişeyle dolu olduğunda, normalde yapmayacakları basit hatalar yapabilirler.
“Bu dünyada bir nesneye yanar içim, göynür özüm
Yiğit iken ölenlere, gök ekini biçmiş gibi”
1983’te bir uçak kazasında kaybettiğimiz Ergin Günçe, ODTÜ İktisat Fakültesi’nde öğretim görevlisi olmasının yanı sıra Türkçeye unutulmaz dizeler armağan etmiş bir şairdi. Türkiye Kadar Bir Çiçek adlı kitabında toplanan şiirlerinden ikisi, ölüme ve ölümün uyandırdığı yakıcı duygulara dairdir. Bir Dostu Ölü Götürmek ve Gencölmek şiirleri, bu dünyada acelesi olan ve bizi erken terk eden sevdiklerimiz için yazılmış eşsiz dizeler içerir.
Özgür Özel’i, kabrin içinde mezar toprağıyla gömleği kirlenmiş halde gördüğümde, Bir Dostu Ölü Götürmek şiirinin şu dizeleri aklıma düştü:
“Dört arkadaş bir olup
Tahta kutu içinde
Ölünüzü götürün
İncirlerin altına Dönersen ıslık çalarsın
Yol uzun, su karanlık
Otur bir çardak altına
Bırak biraz yağmur yağsın”
Manisa denince akla tütün, üzüm, zeytin ve tabii ki ballı incirler gelir. Ferdi Zeyrek’i yüreğinden kopan bir parça gibi toprağa emanet eden Özgür Özel’in, yüz binlerle birlikte ilerlediği mezarlıkta, incir ağacı olsa da olmasa da Ergin Günçe’nin tarif ettiği gibi bir veda vardı karşımızda. Özgür Özel’in “siyaset meydanında şimşeklerin masmavi dehşetiyle” mücadele ettiği zamanlarda, mezara koyduğu arkadaşı için döktüğü gözyaşları, sadece erken bir ölüme karşı çaresizlik değildi kuşkusuz. Bu, Manisa’da birlikte başlayan bir hayalin parçalanması, bir kolunun kopmasıydı.
Ergin Günçe’nin parçası olduğu ODTÜ’nün politik bilinci, erken ölümlere alışkın bir sol geleneği temsil eder. Ferdi Zeyrek’in doğduğu 1977 yılının 8 Haziran’ında, jandarma müdahalesinde hayatını kaybeden Ertuğrul Karakaya için yakılan Ertuğrul Ağıdı’nda, bu erken ve haksız ölüme şu sözlerle isyan edilir:
“Gökte bulut yan yan gider
Yaralarından kan gider
Töresi batası dünya
Kahpe kalır, şahan gider”
Türk sol geleneği, özellikle 1970’lerde, 1980’lerde, kısmen 1990’larda ve daha az da olsa 2000’lerde, devletin zorundan sivil faşist paramiliter yapılara kadar uzanan şiddetin farklı yüzleriyle karşı karşıya kaldı. İşkenceden idama, operasyondan açlık grevine, tedavi hakkının ihlalinden şiddetli müdahalelere, suikastlerden komplolara kadar pek çok şekilde ölüm gördü solcular. Nazım Hikmet, bu hali şu dizelerle tarif eder:
“Sen yanmasan, ben yanmasam”
Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa
ve “Ustalaştık der taşı kırmada,” .
Ancak Ferdi Zeyrek’in bir anlık gaflet ve affedilmez bir ihmal sonucu bu dünyadan kopuşunu, geçmişin şiddet dolu ölümleriyle kıyaslamak doğru olmaz. Ev kazası olarak adlandırılabilecek bu talihsiz ölümün, görevini iyi yapmayan, eksik bırakan insanların eseri olduğu kuşkusuzdur. Sonuç ise değişmez: Güzel insanlar güzel atlara binip erkenden yolculuğa çıkarlar.
Amacım ölüm güzellemesi yapmak değil. Ölüm, yaşamın anlamının bir parçasıdır. Ölümsüz bir hayat, anlamsızlığın zirvesi olurdu. Ölümün, yaşamın döngüsündeki yerini ister doğanın ister yaratıcının eseri olarak kabul edelim, erken ölümlerin bıraktığı acının alevi kolay sönmez. Yunus Emre’nin diliyle:
“Bu dünyada bir nesneye yanar içim, göynür özüm
Yiğit iken ölenlere, gök ekini biçmiş gibi”
Gök ekin, yani ham meyvenin dalından kopmasıdır gencölmek. Gencölmek, hele Türkiye gibi insanların umutlarını diri tutmak için hep moralli olmak, moralli görünmek zorunda hissettiği ülkelerde, daha da yakıcı bir acıdır. Türk sağının uzun yıllar NATO’nun koruyucu gölgesinde, anti-komünist faşizmin baskısıyla semirip iktidarı hasis bir hırçınlıkla paylaşmaktan kaçındığı düşünüldüğünde, Türkiye’de solcu olmak başlı başına bir meydan okumadır. Bu meydan okumanın bayrak yarışında, Can Yücel’in deyimiyle “en güzel 100 metresini” koşanlardan Ferdi Zeyrek’e uzanan gelenekte, ölüm gözlerdeki yaşlara rağmen “hoş gelir, sefa gelir.”
Bugün, sağın üç çeyrek yüzyıllık bitmeyen iktidar sultasını sarsan, direklerini çatırdatan muhalif damar, ölümle değil, hapislerle ve yargı sopasıyla karşı karşıya. Hukuk devleti sıralamasında en diplere inmiş bir ülkede, akla ziyan itirafçı metodları yetmezmiş gibi, rakip partinin kozmik odasında sandalye talep ediliyor. Ferdi Zeyrek’in genç ölümü için elbette kaderi suçlamak gerekiyor. Ancak, tüm muhalif belediyelerde “Acaba yarın sabah benim de evime birileri gelip, güzel çocuklarımın önünde itirafçı düzeneğinin ruhsal taarruzunu başlatır mı?” endişesini de hafife almamak gerek. İnsanlar, beyinleri endişeyle dolu olduğunda, normalde yapmayacakları basit hatalar yapabilirler.
Türkiye’de halktan, sosyal devletten ve dünyaya farklı bakmaktan yana olanların mücadelesinde, bir mil taşının toprağa düşüşünü hüzünle anacağız.
Ergin Günçe’nin dediği gibi:
“Ölüm alışsın artık bize
Bir dans gibi bahçemize gelsin
Gelsin, otursun ılık minderimize”

Yorum Yazın