Son yıllarda Türkiye ekonomisinde sıkça “Arjantinleşme” riski tartışıldı. Oysa asıl karşılaştırmamız gereken ülke belki de Filipinler.
Daha öncesinde Avrupa Birliğine üyelik, orta gelir tuzağına yakalanmadan üst gelir grubuna geçiş, kurallı ekonomi gibi konular gündemdeyken geçtiğimiz on yıla yurtiçinde yaşanan siyasi ve ekonomik gelişmeler ve bölgesel çatışmalar damgasını vurdu. Son dönemde ise Trump’ın seçilmesiyle birlikte gündem tamamen değişti. Üstüne 19 Mart gelişmeleri, yeni çözüm süreci ve anayasa tartışmaları da eklenince iyice günübirlik yaşar hale geldik.
O sırada dünyanın başka bir yerinde…
Türkiye genellikle olduğu gibi kendi dertleriyle dertlenirken bizim çok da fazla odağımızda olmayan dünyanın başka bölgelerinde bazı gelişmeler oluyor. Hem de bize ayna tutabilecek, nerede yanlış yaptık diye sormamıza neden olabilecek önemli gelişmeler.
Geçtiğimiz yaz Japon kredi derecelendirme kuruluşu R&I Filipinlerin kredi notunu A- olarak değerlediğini duyurdu. Daha önce de, 2020 yılında bir diğer Japon kredi derecelendirme şirketi olan JCR Filipinleri A- notu ile değerlemişti. Bunlar Japon piyasasında tahvil ihraçları yapan Filipinler için çok olumlu gelişmeler.
Öte yandan, Filipinler 2013–2014 yıllarında üç büyük derecelendirme kuruluşundan da “yatırım yapılabilir” notu almış ve sonrasında bu seviyeyi korumakla kalmamış bazılarından daha da yüksek notlar almıştı. Dolayısıyla Japon derecelendirme kuruluşlarından alınan A- notu diğer büyük kuruluşlardan gelecek not artırımlarına ilişkin olarak bir beklenti oluşturuyor. Ve elbette bu durum Filipinlerin borçlanma maliyetine de yansıyor.
Türkiye için ne ifade ediyor?
“Filipinlere hayırlı olsun. Bunun bize ne faydası var?” diye düşüyor olabilirsiniz. Ama önce aşağıdaki grafiğe bir bakın derim.
Kaynak: Fitch, kendi görselleştirmem
2004 yılında Türkiye daha düşük kredi notuna sahip olduğu halde kesintisiz bir not artışı sürecinin ardından 2013 yılında Filipinlerle birlikte yatırım yapılabilir kategorine ulaşmıştı.
Ancak, Türkiye bu seviyeyi sadece bir kaç yıl koruyabildi. 2016 yılında yollar ayrıldı. Filipinler yolculuğuna devam ederken Türkiye de uyguladığı ortodoks olmayan ekonomi politikalarının ve zayıflayan kurumsal yapının bir sonucu olarak 2004 yılındakinin daha da altında bir kredi notuna geriledi.
Peki, Filipinler ne yaptı?
Aslında 2016 öncesinde her iki ülke de benzer politikalar uyguladı. Ve benzer sonuçlar aldı. Hatta Türkiye AB çıpası ve kurallı ekonomiye geçiş çabalarının da etkisiyle daha iyi bir performans gösterdi. 2016 sonrasında Türkiye’nin ne yaptığını ya da ne yapmadığını biliyoruz.
Ya Filipinler ne yaptı derseniz; basitçe ifade etmek gerekirse, önceki dönemlerde yaptığından çok da farklı bir şey yapmadı.
Bağımsız Merkez Bankası, pandemi etkisi dışlandığında, yıllık enflasyonu ortalama yüzde 4 civarında tuttu. Peso dolar karşısında Türk lirasına göre çok daha istikrarlı bir seyir izledi. Öyle ki pesonun 20 yıllık kümülatif değer kaybı sadece yüzde 2'nin biraz üzerinde gerçekleşti. Maliye politikasında ise ağırlıklı olarak harcamaları kontrol etti ve pandemi dönemi dışında bütçe açığının büyümesine izin vermedi. Kamu maliyesinde sürekli bir disiplin sergiledi. Başta yolsuzlukla mücadele olmak üzere yapısal reformlara öncelik verdi. Böylece, pandemi dönemi dışarda bırakılırsa ortalama olarak yıllık yüzde 6,4'lük bir büyüme performansı gösterdi. Aynı dönemde Türkiye ise yıllık yüzde 4,9 oranında büyüdü.
Özetle, Filipinler çok daha düşük enflasyon ve istikrarlı bir kur politikasıyla çok daha yüksek bir büyüme performansına ulaştı.
Türkiye ne yapmalı?
Kredi derecelendirme notunda önemli bir ayrışma olsa da demokrasi endeski, hukukun üstünlüğü endeksi, küresel rekabetçilik endeksi, yolsuzluk algısı endeksi ve benzeri uluslararası endekslerde Türkiye ve Filipinler oldukça benzer bir konumda bulunuyorlar. Dolayısıyla iki ülkenin farklılaşan kredi değerliliği hikayeleri, esasen farklı ekonomik yönetim felsefelerinin ve kurumsal sağlamlığa yönelik siyasi yaklaşımların somut bir sonucu olarak dikkat çekiyor.
Filipinler demokratikleşme ve gelir dağılımını iyileştirme yönünde kapsayıcı reformlar yapılması ve şeffaflığın artırılması yönünde eleştirilse de makroekonomik istikrar, mali disiplin, merkez bankası bağımsızlığı, politika devamlılığı ve kurumsal sağlamlığa verdiği önemin meyvelerini “yatırım yapılabilir” statüsünün korunması ve A kategorisine ulaşma hedefine yakınsama olarak alıyor.
Türkiye ise önceki yıl “Arjantin olur mu?” tartışmaları ile karşı karşıya iken 2023 yılındaki seçimlerin sonrasında uygulanan rasyonele dönüş politikaları ile 20 yıl önceki kredi notuna yeniden yükselmiş oldu. Ancak, uygulanan ekonomik program mali disiplin boyutunun yetersiz olduğu, kurumsal yapıyı güçlendirecek yapısal reformları barındırmadığı ve kurallı ekonomiye geçiş ihtiyacını göz ardı ettiği için eleştiri konusu oluyor. Bununla birlikte, aslında bu eleştiriler Türkiye’nin Filipinler gibi olmasının formülünü de içeriyor.
Özetle; Türkiye 2023 sonrası dönemde “rasyonel zemine dönüş” çabalarıyla önemli adımlar atmış olsa da, kaydedilmesi gereken uzun bir yol olduğu açık. Türkiye’nin yeniden yatırım yapılabilir bir ülke haline gelmesi sadece ekonomik değil, kurumsal bir dönüşümü de gerektiriyor. Filipinler örneği ise bunun mümkün olduğunu gösteriyor.
Bu yazı, TEPAV için hazırladığım “Türkiye Arjantin olmadı peki Filipinler gibi olabilir mi?” başlıklı değerlendirme notunun popülerleştirilmiş bir versiyonudur.

Yorum Yazın