Almanya'da politik manzara hızla değişiyor. Ulusal çapta yapılan anketler, yaklaşan bir felaketi haber veriyor. Forsa şirketi tarafından yapılan son ankette, Almanya için Alternatif (AfD) adlı neonazi partisinin yüzde 27’lik oy oranıyla zirveye yerleştiği görülüyor. Son seçimin galibi muhafazakâr Hristiyan Birlik'in (CDU/CSU) oy oranı ise yüzde 24 bandında. Bu, AfD için CDU’ya karşı kayda değer bir fark. Diğer anket kurumları da AfD’nin yükselişte olduğunu teyit ediyor. Örneğin, Insa tarafından yapılan anketler de AfD ile CDU/CSU arasında benzer oranlara işaret ediyor.
Bununla birlikte asıl tehlikeli olan şey, neonazi partisinin seçmen profilinin hızla değişiyor olması. Parti bugüne kadar ülkenin doğusunda güçleniyordu ancak batıdaki bazı eyaletlerde yapılan son yerel seçimler, kadınlar ve orta sınıfın bazı kesimleri gibi geleneksel olarak AfD’ye mesafeli olan gruplarda bu partiye desteğin arttığını gösterdi. Ayrıca sosyal demokratlar (SPD) ve CDU/CSU’dan oluşan koalisyonun iç veya dış politika kaynaklı yaşadığı güven kaybı ile ekonomi ve göç konularında seçmenin memnuniyetsizliği, AfD’nin yükselişi için ekstra alanlar açıyor.
Neonazi partisinin yükselişinin çeşitli nedenleri var ama ülkedeki politik psikolojinin bu derece sert bir şekilde değişmesinin en başat nedeni, "göç". Özellikle "müslüman göçmenler"... Bu eksende, öne çıkan temalar ise "göç", "kimlik" ve "güvenlik kaygıları"... Almanya'da, göçmen politikaları, sınır güvenliği ve kültürel kimlik meseleleri, AfD’nin politik ajandasının çekiciliğini olabildiğince artırıyor. Bu konuda halkın hissiyatı "kontrol kaybı" üzerinde yoğunlaşıyor. Elbette bu kaygıyı, AfD’nin "Yandık, ülke gitti elden. İslamlaşılıyoruz" vaveylasına uygun bir aparat olarak değerlendirmek gerekiyor. AfD'nin eş başkanı Alice Weidel'ın, geçenlerde yaptığı bir açıklamada sarf ettiği, "Müslümanlar, ülkemizin sokaklarında Almanlara karşı cihat ediyor" söylemini de bu kaygıyı artırmaya ve buradan politik çıkar devşirmeye yönelik bir aksiyon olarak değerlendirmek gerekiyor.
Diğer yandan, yaşanan ekonomik belirsizlik de vatandaşların oy tercihlerini etkiliyor. Enflasyon, enerji maliyetleri, konut ve yaşam giderlerindeki artış, sıradan seçmen için sıkıntıyı büyütüyor. Hükümet beklentileri karşılayamadığında, protesto oyları ya da radikal çözüm arayışı artıyor. İşte bu yüzden milyonlarca Alman, kendilerini yosulluktan kurtarması için kapitalist sermaye beslemesi, bütün politikasını zenginlerin cep sağlığını korumaya yönelik kurgulayan faşist partiye oy yağdırıyor. Ne yaman bir çelişki. Halbuki AfD'nin sürekli göçmenler üzerinden politika yapıp, kaygı ve korkuları köpürtmek dışında Alman halkına yönelik hiçbir faaliyeti bulunmuyor. Bunlara ek olarak, CDU/CSU ya da sosyal demokrat SPD gibi geleneksel merkez sağ ve merkez sol partiler, göç politikası, mali disiplin gibi konularda AfD’nin netlik ve "kararlılık" imajı karşısında zayıf kalıyor. Ayrıca hükümetin "mahalle siyaseti" dışında kalması, halkla kurumsal bağların zayıflaması da oy tercihlerindeki düşüşün bir başka nedeni.
GÖÇ, KİMLİK, GÜVENLİK...
Öte yandan, AfD’nin anketlerde öne çıkması, doğrudan iktidara gelmesiyle sonuçlanmayabilir. Çünkü diğer partiler neonazi partili koalisyonlarda yer almayacaklarına yönelik politikasını sürdürüyor veya AfD ile işbirliğini "şimdilik" açıkça reddediyor ama benim muhafazakârlar konusundan güçlü endişelerim var. Tabanları birbirine çok yakın iki partiden bahsediyoruz. Bunu iki parti arasında oy geçişlerindeki yoğunluktan anlıyoruz. Ayrıca halihazırda, merkez sağ pozisyonunu tabandan gelen itki ile sağın ucuna doğru taşımaya devam eden bir CDU var. Başbakan ve CDU lideri Friedrich Merz'in, AfD'nin aşırı sağcı politik söylemini nasıl büyük bir istekle kopyaladığını biliyoruz. Merz'in son genel seçim öncesi göçmenlere yönelik çirkin ifadeleri hafızalardaki tazeliğini koruyor. Şu var ki AfD’nin yükselişi, merkez partileri kendi politikalarını" göç", "kimlik", "güvenlik" gibi aşırı sağcı önceliklere göre yeniden şekillendirmek zorunda bırakıyor. Bu, özellikle "merkez sağın radikalleşmesi" ya da başka bir deyişle "sağın daha da sağa kayması" riskini doğuruyor.
Bunların yanı sıra, bazı akademik araştırmalar, Almanya'daki siyasi çatışmanın merkezinin "sınıfsal-ekonomik" eksenden "kültürel-globalleşme/kimlik" eksenine doğru kaydığını gösteriyor. AfD, işte bu yeni ve trend eksende konumlanıyor; bu yolla göç, kimlik, kültürel aidiyet meseleleri merkez siyaset alanına taşınıyor. Geleneksel partiler ekonomik programlarla sınırlı kaldıkça, kimlik sorunları üzerinden politika kuran AfD avantaj sağlıyor.
Wilson Center'ın bu konudaki bir analizinde, AfD'nin önceki "aşırı söylemlerini" zamanla yumuşattığı veya estetik olarak "normalleşme" stratejisi izlediği vurgulanıyor. Bu neye yarıyor peki? Böylece bazı seçmenlerin uzak durduğu söylemler artık daha kabul edilebilir, algılanabilir hale geliyor. Foreing Policy'de yer alan, "The AfD Is Now Germany’s Mainstream" başlıklı bir diğer analiz yazısında ise AfD’nin artık yalnızca marjinal bir parti olmadığı, "ana muhalefet partisi" pozisyonuna yükseldiği hatırlatılıyor. Yazıda; neonazi partisinin elde ettiği bu statü ile söylemsel etkinliğini artırdığına dikkat çekiliyor.
Bununla birlikte AfD, sosyal medya platformlarında göç ve kimliğe ilişkin provokatif söylemleri ön plana çıkararak "duygusal-mobilize edici" tarzı benimsiyor, ekonomik argümanlarını görece geri planda tutuyor. Ayrıca AfD destekçileri ve çevreleri, başka partilerin etiketlerini (hashtag) çalma gibi stratejilerle sosyal medyada görünürlüğü artırıyor. Medya klasik yayınında da AfD'nin yükselişi sık sık analiz ve tartışma malzemesi oluyor. Uzmanlar bunun AfD’nin söylemlerini normalleştirme riski taşıdığı konusunda uyarılarda bulunuyor.
SOL PARTİLERİN ETKİSİ
Bazı sosyologlar, iktidar ortağı SPD'nin stratejilerine atfen, "sol partilerin sağ temaları devralma taktiklerinin başarılı olmayacağını" söylüyor. Clara Dilger gibi analistler, sağ söylemleri taklit etmenin seçmen açısından inandırıcı olmayacağını, bunun uzun vadede güven kaybı yaratacağını ileri sürüyor. Başka bir açıdan bakıldığında, medya ortamındaki aşırı görünürlük, AfD’nin söylemlerinin kamuya daha fazla oranlarda ulaşmasını sağlıyor ancak bu, aynı zamanda muhalefetin ve sivil toplumun da tepki üretmesini ve örgütlenmesini kolaylaştırıyor. Buna ek olarak, AfD’nin bazı yurttaşlar tarafından "protesto oyunun" alternatif biçimi olarak görülmesi durumu, belirli konjonktürlerde yükselmeyi açıklasa da her zaman kurumsallaşma anlamına gelmeyebilir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi yüksek oy oranlarının her koşulda iktidar olma kapasitesiyle eşdeğer olmadığı unutulmamalı. Diğer partilerin koalisyon reddi veya anayasal sınırlamalar, bu yükselişin pratik iktidara dönüşmesini engelleyebilir.
Sonuç olarak, aşırı sağcı partilerin yükselişinin engellenmesi görevi, esas olarak kendileri de kısmen aşırı sağcı olan merkez sağ partilere bırakılmamalı. Bu çerçevede, sol/sosyalist partilerin daha fazla inisiyatif alması gereken bir dönemden geçiliyor. Sol partilerin seçmene neyi, nasıl yapacağına ilişkin -ekonomi, refah, adalet, göç gibi temel konularda- somut ve ulaşılabilir çözümler sunması gerekiyor. Tabandan tavana bağ kurma meselesi çok önemli. Çünkü yerel örgütlenme, doğrudan iletişim, sosyal hareketlerle birlikte çalışma, hem söylemde hem de pratikte güven oluşturuyor. Kimlik, güvenlik, kültür gibi "duygu" odaklı konularda sağ partiler çok etkili. Sol da bu alana girmeli, kendi özgün önerilerini sunmalı ancak elbette faşist söylemden uzak durmalı. Aksi halde ekonomik talepler çemberinde sıkışıp kalan sol, küçülmeye devam edecektir. Oylar parçalıysa, ittifaklar ya da koalisyon destek mekanizmaları, bloklaşmalar ya da melez stratejiler de gündeme gelebilir.
Bu yaklaşım üzerinde kafa yormanın zamanı geldi de geçiyor. Artık, her siyasi yapının kendi politikalarını dayattığı zamanlar geride kaldı. AfD gibi neonazi eğilimleri olan partilerin yükselişi, demokratik kurallar, hukukun üstünlüğü, azınlık hakları gibi normlar açısından büyük riskler taşıyor. Sol, bu alanlarda net bir duruş sergilemeli. Güncel tabloda zaman, özellikle Almanya'da demokrasi ve özgürlüklerin aleyhine ilerliyor. Sonra ağlamanın, sızlanmanın pek faydası olmuyor.

Yorum Yazın