“Hiperparazitizm”, bir parazitin başka bir parazit üzerinde yaşaması ve ondan beslenmesidir. Normalde parazitler; bitkiler, hayvanlar ya da insanlar gibi canlıları konak olarak kullanır. Besinini onlardan alır, zayıflatır, bazen öldürür. Ancak hiperparazitte durum daha katmanlıdır: Parazitin üzerinde, ondan beslenen ikinci bir parazit vardır. Yani konak, yine bir parazittir. Bu yüzden hiperparazit, “parazitin paraziti” olarak tanımlanır. Bilimsel anlamda bakıldığında bu durum şaşırtıcı değildir; çünkü doğa, güçlü olanın zayıfı sömürdüğü, zayıf olanın ise daha zayıf birini bulduğu karmaşık bir denge alanıdır.
Bu fikri olabildiğince basit bir şekilde açıklamak gerekirse: Bitki üzerinde bir parazitik mantarı hayal edin. Bu mantar, bitkiden aldığı besinlerle hayatta kalır. Ancak zamanla ikinci bir mantar, ilk mantarın üzerinde büyümeye başlar. Başka bir deyişle, hiperparazit bitkinin değil, bitkinin parazitinin paraziti haline gelir. Bir parazit bitkiyi kullanır; diğer parazit ise ilk paraziti…
Bu durum sadece laboratuvarın, mikroskobun ya da bilimin içinde değildir. Hiperparazitizm insan yaşamında, sosyal ilişkilerde, politikada ve hatta aşkta bile rol oynayabilir. Çünkü sömürü yalnızca biyolojik bir özellik değildir; zihinsel, ekonomik, politik ve duygusal bir eylem haline de dönüşebilir.
Günlük hayatı düşünün: İki düşmanınız olduğunu hayal edin. İkisi de size zarar vermeye çalışıyor. Bir araya gelir, bilgi toplar ve plan yaparlar. Fakat içlerinden biri daha kurnazdır. Toplanan bilgileri kendi çıkarı için saklar. Sonunda diğer paraziti yok eder, sizin yok oluşunuzdan da kendi geleceğini garanti altına alır. Parazitin sırtından yol alır. İşte bu hiperparazitizmdir.
Aşkta da durum aynıdır. Bir ilişkiyi bozmak isteyen biri, kıskançlığı sabote etme aracı olarak kullanır; sizi hedef alır, yıpratır, zayıflatır. Ancak aynı amaçla harekete geçen ikinci bir kişi ortaya çıkar. Bu kişi, ilk kişinin söylediklerini ve planlarını kendi çıkarı için kullanır. Onun kıskançlığından, çabasından ve bilgiden beslenir. Hem ilişkiyi zehirler, hem de ilk kişiyi bir araç haline getirir. Bu durumda ikinci kişi, parazitin paraziti olur: yani bir hiperparazit.
Kısacası hiperparazitizm sadece biyolojik bir ilişki değildir. Aynı zamanda sosyal, zihinsel ve duygusal yaşamda beliren bir döngüdür: Bir parazitin üzerinde başka bir parazit. Ve unutulmamalıdır ki; parazitler bir insanı yavaş yavaş tüketir. Zamanla birbirlerinin üzerinde de konak gibi yaşar, birbirlerinden beslenirler. Fakat sonuç değişmez: Asıl yaşamı tüketmeye devam ederler.
Asıl konuya gelelim.
Ben bunları neden anlattım?
Çünkü özgürlük, hukuk ve adalet insan için hava ve su kadar gereklidir. Fakat çıkar ve güç arzusu devreye girdiğinde bu kavramlar güç sahipleri ve iktidarlar için pazarlık malzemesine dönüşür. Hukukun değer kaybettiği bir ülkede, adalet iyi olandan yana değil, güçlü olandan yana çalışmaya başlar.
Hukuk artık ezilenin sığınağı değil, masumu ezmek isteyenin sığınağı olur. Böyle bir yerde güçlü daha güçlü, zayıf daha savunmasız hale gelir. Sokakta yürümekten korkarsınız; adaleti mahkemede değil, kendi elinizle sağlamaya mecbur kalırsınız. Toplumda korku hakimdir. Ve güç bu korkudan beslenir. Tıpkı parazitin konağını yavaşça tüketmesi gibi; parazit sağlıklıdır, konak bitkindir.
Sonra bir gün sistemin içine yeni bir bozulma girer. Haksızlık o kadar büyür ki, döngüdeki her birey hayatta kalmak için bir savunma mekanizması geliştirir. Özellikle yargı ve hukuku kontrol edenler… Ve şöyle demeye başlarlar:
"Eğer bu sistemi çalışır tutmazsam, bu senin sonun olur; benim değil."
İşte bu, parazitten beslenen bir parazittir. Tıpkı bir mantarın üzerinde başka bir mantarın büyümesi gibi. Sömüren, sömürülenlerden daha güçlü hale gelir.
Bu yeni parazit, sistemi ayakta tutuyormuş gibi görünür; ancak aslında çürümeyi hızlandırır. Hukuk artık adalet için değil, kendini korumak için vardır. Bir süre sonra “adalet” kelimesinin anlamı silinir. Hukuk, halk için değil, kendi varlığı için çalışır. O yoksa diğerleri de yok olur. Bu yüzden sistemin merkezine yerleşir, büyür, güçlenir.
Fakat unutmamak gerekir ki hiçbir sistem sonsuza kadar parazit taşıyamaz. Tarih bize şunu gösterir: Adalet baskı altında tutulduğunda, toplum gecikmeli de olsa karşılık verir. Bir milletin en güçlü refleksi, kendi varlığını koruma refleksidir. İnsan önce susar, bekler, izler. Sonra bir gün, hiç beklenmeyen bir anda ayağa kalkar.
Adalet er ya da geç geri döner; çünkü yalnızca hukukun değil, insanlığın da en doğal ihtiyacıdır. Parazitler çoğalabilir, büyüyebilir, sistemi ele geçirdiklerini sanabilirler. Fakat toplum ölmez; yalnızca nefesini tutar. Zamanı geldiğinde tıpkı doğadaki gibi olur: Konak kendini iyileştirir, paraziti atar ve yaşam yeniden başlar.
Gerçek güç korku yaratmakta değil, adalet inşa etmekte saklıdır.
Çünkü adalet yoksa düzen çürür.
Adalet yoksa devlet eksilir.
Adalet yoksa millet dağılır.
Ve sonunda geriye tek bir gerçek kalır:
Hiçbir parazit, sonsuza kadar konak bulamaz.
Başak Yağmur Eray






















Yorum Yazın