CHP’nin 39. Olağan Kurultayı’nda Genel Başkan Özgür Özel konuşmasının bir bölümünde; “Ve hangi partiden olursa olsun tüm yurttaşlarımıza sesleniyorum, 19 Mart bir sivil darbedir... Sandık olmazsa Cumhuriyet olmaz. Demokrasi olmazsa Cumhuriyet olmaz. Adalet olmazsa, hukuk olmazsa Cumhuriyet olmaz. DEM Parti’nin Eş Genel Başkanlarının hapse atılması da Zafer Partisi Genel Başkanı’nın hapse atılması da 19 Mart darbesi bir bütün olarak siyaset kurumunu, halkın seçme ve seçtikleri tarafından yönetilme hakkını hedef almaktadır. İşte tam bu nedenle biz bir mevzi olarak partimizi değil, bir cephe olarak demokratik siyaseti savunuyoruz. Herkesi de bizi değil, kendi varlıklarını ve çok partili rekabeti savunmaya davet ediyoruz. Herkesi canı istediğinde ‘Şu parti kapatılsın, kapatmıyorsa Anayasa Mahkemesi de kapatılsın’ diyenlerin demokratlığını hatırlamaya davet ediyorum. Bir Stockholm Sendromu’na kapılmamaya, dün elinden zor kurtulduğumuz celladımıza aşık olmamaya davet ediyorum. Meydanların susmadan haykırdığı gibi: kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz.” cümlelerini kullandı.
Konuşmanın bu bölümünde yer alan “Bir Stockholm Sendromu’na kapılmamaya, dün elinden zor kurtulduğumuz celladımıza aşık olmamaya” sözlerini DEM Parti üzerine almış olmalı ki, eş başkanları başta olmak üzere Özel’e sert cevap verdiler.
Özel, bu eleştirilere karşı konuşmasının o bölümüne “Ve hangi partiden olursa olsun tüm yurttaşlarımıza sesleniyorum...” diyerek başladığını hatırlatıp hedefinin DEM Parti olmadığını açıkladı. Devamında ise bu tartışmayı uzatmayı siyasal olarak doğru bulmadığını belirtti.
Özel bu konuda doğru bir adım attı. Ancak bir adım daha atarak tüm muhalefet partisi genel başkanlarını ziyaret etmeli ve muhalefet partileri arasında asgari bir diyalog zemininin genişlemesine imkân sağlayacak girişimlerde bulunmalıdır. Hem de geç olmadan.
ERDOĞAN’IN HEDEFİ, ÖZEL’İN AÇMAZI
Özel “Stockholm Sendromu” bağlamında DEM Parti ile yaşanan gerilime haklı olarak son vermek isterken, tartışmanın sürmesinde yarar görenler de yok değildi.
Nitekim AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Meclis Grup Toplantısı’nda, “Neymiş, DEM Parti’nin sürece katkı vermesi Stockholm sendromuymuş. Sayın Özel, cesaretin varsa ve cellat görmek istiyorsan aynaya bak, kendi tarihine bak, CHP’nin geçmişine bak. Celladı orada göreceksin” dedi.
Özel, Silivri Cezaevi ziyareti çıkışında Erdoğan’ın sözlerinin sorulması üzerine şöyle yanıt verdi: “Şimdi bir kere bu tartışmadan Erdoğan’a ekmek çıkmaz. Sen hem tarihe gerilere gerilere atıflar yapacaksın, bundan on yıllar, yüz yıl öncesine doğru gideceksin. ‘Cumhuriyet’i biz kurduk’ dedik mi Cumhuriyet Halk Partisi olarak? ‘O zaman tek parti vardı, hepimizin dedesi oradaydı.’ İyi. ‘Türkiye’yi kurtaran, demokrasiyi kuran ve demokrasi getiren partiyiz.’ ‘Tek parti vardı. Biz oradaydık, dedeler oradaydı.’ Sonra tarihten bir husumet alanı bulup orayı kaşıyacaksın. ‘CHP yaptı.’ Senin deden neredeydi?”
Açıkçası Erdoğan bu tartışmaya girerek, kendi ifadesiyle “CeHaPe zihniyeti” üzerinden tek parti dönemini referans alarak Özel ve bugünkü CHP’yi mahkûm etmeye çalışırken; sadece DEM Parti ile gerilimin sürmesini değil, aynı zamanda kendi tabanını konsolide etmeyi de amaçlamaktadır.
Bunun özellikle DEM parti tarafından görülmesi gerekiyor.
Ancak asıl açmaz Özel’in konuşmasındadır. Özel, Erdoğan’a cevap verirken tek parti dönemi uygulamalarını ne sahiplendi ne de eleştirdi. Bir anlamda “nötr” davrandı. Oysa bugünün CHP’sinin bu konuda geç olmadan net bir pozisyon alması gerekmektedir.
DEVLETİ GÖRMEZDEN GELMEK
Peki gerçekten “cellat” tartışmasına nasıl bakmalı?
Ya da şöyle soralım: Siyasetten, siyasetçiden “cellat” çıkar mı?
Bu sorulara cevap vermeden önce bir tespitle başlayalım:
Literatürde Stockholm sendromu, rehin alınan kişilerin kendilerini rehin alan kişi ile kurdukları bağı tanımlayan bir teori olarak ele alınır. Bu bağlamda bir akıl sağlığı sorunu yani hastalık olmayıp, şiddeti normalleştirmek ve şiddeti uygulayana sempati beslemek hatta onunla empati kurmak zihinsel ve duygusal bir tepki olarak değerlendirilmektedir.
Bu açıdan da bu kavram, Türkiye’de çoğunlukla Alevilerin CHP ile ilişkisi bağlamında gündeme gelmiş ve tartışılmıştır. Alevilerin Kurtuluş Savaşı’ndan başlayarak Cumhuriyet’in kuruluşunu, Atatürk’ü ve CHP’yi güçlü biçimde desteklemelerine rağmen —özellikle tek parti dönemi başta olmak üzere— karşılığını alamamış olmaları bu ilişkiyi “Stockholm sendromu” kavramıyla açıklayanlar olmuştur.
Bu kısa değerlendirmenin özeti şudur: “Stockholm Sendromu”nun mağduru/nesnesi Aleviler ise, öznesi siyaset ya da siyasi parti değil, devlettir. Daha açık bir ifadeyle: devletin dayandığı tekçi otoriter zihniyettir.
Bu açıdan bakıldığında Türkiye’de etnik, kültürel ve siyasal kimliklerin karşılaştığı bütün olumsuzlukların kaynağı, uygulayıcıların siyasi kimliklerinden bağımsız olarak devletçi zihniyettir.
Tek parti CHP’sinin pratikleri bunun örneğidir; DP’nin 1954 sonrasında savrulduğu otoriterleşme bunun örneğidir; 2002’de toplumsal taleplerin temsilcisi olarak iktidara gelip 2015 sonrasında devlete eklemlenen AKP’nin pratikleri bunun örneğidir. Dahası uzun yıllar devletin yasaklı çocuğu olan muhafazâr siyasetin temsilcisi AKP, bugün devletle kurduğu ilişkiyi de pekala Stockholm sendromu olarak okumak mümkündür.
Bu topraklardaki güçlü devlet geleneği topluma güven konusunda daima şüpheci olmuştur. Devlet aklı siyaseti sürekli denetlemeye çalışmış ve çoğunlukla da bunu başarmıştır.
Cumhuriyet tarihinde devletin “ötekisi” sürekli değişmiştir. Bu değişim, iradi bir tercihle devlet aklı tarafından yapılmıştır. Cumhuriyet tarihinde siyasi aktörler ve iktidarlar görünürde özne olsa da, irade sahibi çoğunlukla otoriter zihniyetten doğan tekçi devlet anlayışı olmuştur. Bu anlayış da genellikle kendini Atatürk ve Kemalizm üzerinden meşrulaştırmıştır. Bu nedenle siyasette özne olarak “cellat” aramak anlamsızdır.
Devletin siyasete baskın olduğu dönemlerde evrensel ölçekte siyaset olmadığı için kurumsallaşamamış ve siyasetin öznesi devlet olmuştur. Devletçilik de, bu yapıya ekonomik olarak meşruiyet sağlamıştır.
Bu nedenle geçmişten bugüne devletin mağdurlarının, devletin demokratikleşmesi ve denetlenmesi açısından siyaseten ortak hareket etmelerinin önemi giderek artmaktadır.
Bu yüzden Özel’in siyasi ve toplumsal muhalefetle yapıcı ilişkiler kurması hem önemlidir hem de gereklidir.


























Yorum Yazın