MENU
  • ÇEVİRİ
  • YORUM
  • YARGI KRİZİ
  • PİYASALAR
  • GÜNDEM
  • DÜNYA
  • EDİTÖRDEN
  • SPOR
  • KÖŞE YAZILARI
  • DOSYA>Seçimin Ardından
  • GENEL
  • KİTAP
  • DOSYA>Avrupa'nın Seçimi
  • DOSYA>Emekliler
  • YAZARLAR
  • FOTO GALERİ
  • WEB TV
  • ASTROLOJİ
  • RÜYA TABİRLERİ
  • HABER ARŞİVİ
  • YOL TRAFIK DURUMU
  • RÖPORTAJLAR
  • Künye
  • Gizlilik Politikası
  • E-Bülten
Yeni Arayış
Yeni Arayış
Yeni Arayış
  • ANA SAYFA
  • KÖŞE & YORUM YAZILARI
  • KATEGORİLER
    • SİYASET
    • EKONOMİ
    • DIŞ POLİTİKA
    • KÜLTÜR SANAT
    • HUKUK
    • TEKNOLOJİ
    • PSİKOLOJİ
    • FELSEFE
    • KENT
    • EDEBİYAT
    • SAĞLIK
    • ASTROLOJİ
    • GEZİ
    • SÖYLEŞİ
    • EKOLOJİ
    • MEDYA
    • EĞİTİM
  • KÜNYE & İLETİŞİM
Kapat

“Liyakat”: Sahte bir kavram

ANA SAYFASİYASET“Liyakat”: Sahte bir kavram
“Liyakat”: Sahte bir kavram

Sol’un sahte, vaatkar ve elitist neoliberal kavramları bırakmasının zamanı gelmedi mi? Ezilenlerin zihinsel haritasını işaretleyen ve dönüştüren yeni koordinatları burada bulmayacağız da nerede bulacağız?

19 Ağustos, 2025, Salı 04:30
  • yazdıryorum yazfont küçültfont büyüt
Özgür Öğütcen
Özgür Öğütcen

“Liyakat” gibi, esastan elitizme gönderme yapan kavramlar, entelektüel ve eğitimsel ayrıcalıklara erişmesi daha en baştan yapısal olarak engellenmiş halk kesimlerini siyasetin daha da dışına atmaya yarar. Sorunu liyakatli-liyakatsiz ikiliğinden çıkarmak, toplumu bölen çelişkileri görmek ve kabul etmek ve bunların çözümünün öznesi olarak yine onları görmekten geçiyor.

Her dönem belli kelimeler popüler olur, sonra da bu aynı kelimeler bir dha hiç kullanılmamak üzere yok olur. Neredeyse kimse tarafından hatırlanmaz. Bundan bir on yıl önce “yol haritası”, “ortak akıl”, “hesap verilebilirlik”, “müzakere”, “yenilikçilik” gibi kelimeler politik sözlüğümüzde sıkça geçen kelimelerdi. Bu dönemin dili belli politik aktörler arasındaki uzlaşma çabasına ya da en azından belli konular etrafında ittifak yapmaya gönderme yapıyordu. Politik elitler arasındaki ittifaklar kuruldukça ve zaman içinde bunlar bozuldukça kullanılan dil de değişiyor. Kelimeleri takip ederek politik dönüşümü de takip edebiliriz. Son yirmi otuz yıla yayılan uzlaşma, aslında bir taraftan finansal olarak kaynakların yeniden dağıtımına dayanırken, öte taraftan ise eski kurulu düzenin parçalandığına ve yeni ittifakların kurulduğuna işaret ediyordu.

İktidar partisi ve onun etrafındaki politik güçler ve onların entelektüel elitleri, önceki dönemin yarattığı eşitsizlikleri kendi lehlerine yeniden tanımlama çabası içindelerdi. Bugün olan ise bunun tam tersi, kartlar yeniden dağıtılıyor ve kimin hangi konumda kalabileceği meçhul görünüyor. Bu sadece kişilere bağlı bir süreç değil, o ya da bu kişinin kişisel konumunun ötesine geçen, tarihsel olarak yeni bir dönüşümü ifade eden bir tür “kriz” dönemi içindeyiz. Krizler mutlaka herkese zarar veren dönemler değildir; örneğin, sermayenin uzun dönemli ve kısa dönemli üretim, artı değer ya da finansal krizleri hemen daima birilerinin aleyhine olduysa, diğerlerinin de lehine olmuştur. Türkiye’deki politik elitler de daralan finansal olanakların sonuçlarıyla karşılaşmak ve kendilerine yeni ittifaklar bulmak zorunda oldukları bir tarihsel dönemin içinden geçiyorlar. Bunun arka planında elbette büyük devletlerin ve şirketlerin yeni bir döneme geçmeleri etkili oluyor.

Hatırlayalım: SSCB yıkıldıktan sonra “tarihin sonu”na geldiğimiz iddia edilmişti ve bundan böyle liberal demokrasi dışında bir seçeneğin kalmadığı söylenmişti. Ama, öyle görünüyor ki, toplumsal mücadelenin sonlanması bir yana, yeni çelişkiler ortaya çıkmaya devam ediyor. Eski Yunanistan maliye bakanı Yanis Varoufakis’in tanımlamasıyla, içinde bulunduğumuz “teknofeodalizm” çağı, geleneksel sermaye gruplarını, yaptıkları maddi üretim üzerinden vassallaştırmaya, onları yeni türde tekno-sermayeye tabi kılmaya hızla devam ediyor. Türkiye’deki sağcı, solcu, milliyetçi, merkezci vb. bütün politik elitler yaklaşan bu yeni dönemin oldukça farkındalar ve yeni ittifaklara göz kırpıyorlar. Bu yeni teknofeodal dönemin ihtiyacı olan yeni bir devlet ve bürokrasi yapılanmasının taşlarını çoktan döşemeye başladılar. Sorunu sadece cumhuriyetçi-islamcı eksenindeki bir tartışmaya indirgemek yanılgıya yol açacaktır. Dünyanın her yerindeki, her türden politik elit, geniş halk kesimlerini de-politize etmek için, meseleleri salt politik alan içi tartışmalara indirgeme eğilimindedirler. Bunun için dini, ulusal ve kimliksel çelişkileri kullanarak halk kesimleri arasındaki çelişkileri kışkırtmaya meyillidirler. Hegel’in tarih tezlerinde söylediği üzere, insanlar tarihi yapmaz, Tarih belirli figürleri kullanarak büyük dönüşümleri gerçekleştirir. Bu bağlamda, özellikle merkez siyasetin yeni “kahramanlar” çıkarmaktaki maharetini hiç küçümsememek gerekir.

Türkiye’deki politik tartışmalarda sıkça kullanılan “liyakat” meselesini de bu bağlamda değerlendirmeliyiz. “Liyakat”, nötr bir yönetme stratejisine işaret ettiği ölçüde, politikanın eksenini kaydırmaya hizmet eden bir kavramdır. Bu bakış açısına göre, sorun yetenekli, dürüst, ilkeli siyasetçiler göreve gelirse sorunların çözüleceği; var olan düzensizlik ve sakıncaların ortadan kalkacağı yönündedir. Aslında bu terim, eski usül “teknokrat yönetim” tezinin yeni bir versiyonundan başka bir şey değildir. “Liyakatli yönetici” ya da “teknokrat” halkın taleplerine kulak tıkadığı ölçüde başarılı sayılan bir figürdür. Sonuçta onun politik bir adanmışlığı ya da ideolojik bir bağlılığı yoktur. Ona yön veren “saf aklın” ta kendisidir. Bu tür iddiaların, Aydınlanma’nın vadettiği akılcılığın karanlık arka yüzünü gizlediğini, halkı küçük görerek de-politize ettiğini ve onların umutlarını tekrar tekrar boşa çıkardığını söylersek çok mu ileri gitmiş oluruz? “Liyakat” politik alana referans vermekten çok, bir tür etik konuma işaret ettiği ölçüde, yeterince liyakatli bir yönetimin bir tür İdeal olduğunu görmek çok kolaydır. Etik ideallere yaslanan politik hareketler eninde sonunda hayal kırıklığı yaratmaya mahkumdur. Ama kimin için?

Türkiye’deki iktidara muhalif parti ve grupların, en son tahlilde bulabildikleri en keskin kavram “liyakat” ise, burada bir sorun var demektir. Nihayetinde, akla ve etiğe yapılan bu gönderme, yüz yıllardır süregiden burjuva siyasetinin kendini donattığı kavramsal araçlardan biridir. Böylece kendisine muhalif olan görüşleri “akıl-dışı” gösterebilmek için çok fazla adım atmaları gerekmez. Macron, Melenchon’un başında olduğu Yeni Halk Cephesi seçimi kazandığında, seçimi gasp etmek için, Halk Cephesi’nin “akıl-dışı” yöntem ve söylemlerine işaret etmişti. Yine, Elon Musk, ABD bütçesindeki kısıntı taleplerini, yönetimin irrasyonel doğasına dayandırmıştı; bu kısıntılar sayesinde “verimsiz” olan kamu yönetimi ve yatırımları “verimli” hale gelecekti. Bu bütçe kısıtlamalarının öncelikle sosyal haklara ve kişilerin iş güvencelerine yöneldiğini aklımızdan çıkarmayalım. Elon Musk’ın “liyakatsiz” olduğunu kim söyleyebilir ki? Ya da aptal? Milyarlarca dolarlık şirketlere sahip olan ve onları yönetebilen bir kişiden söz ediyoruz. Tam da bu noktada, “akıl”, “etik”, “liyakat” gibi kavramları nötr, siyaset-dışı kavramlar gibi görmek aslında muhalefet yapma olasılığımızı daha en baştan kaybettiğimizi gösterir.

Kapitalizmin ikna ediciliği karşısında, Sol’un çoğu zaman düşük olan ikna ediciliği, kendisini İdeal’e, vaade ve aklın iki boyutu olduğunu kavrayamamasına dayanıyor. Sol, sanki “en doğru” olanı söylerse daha ikna edici olacağını düşünmekten kendini alamıyor. Ama çoğu zaman, ezilen, dışlanan, eşitsizlikler altında boğulan halk kesimlerini kendi doğal müttefiki saymak gibi bir yanlış içinde aynı zamanda. Neden öyle olsun ki? Neden, böylesi bir bağlantı otomatik, kendiliğinden ve doğal olsun ki?

Aristoteles’in akla dayalı siyaset felsefesinde bile, ta o zamandan beri, toplumun elitlere göre nasıl düzenleneceğinin işaretleri vardı. Uyumlu, çelişkisiz, makine gibi işleyen bir toplum tahayyülü, kapitalist vaatle ilgilidir. Vaat edilen bu mükemmellik hali, çelişkileri silen, eşitsizlikleri kışkırtan ve en sonunda da şiddete yol açan bir absürtlük içeriyor. Aklın bir yüzünün bu karanlık olması, ne yaparsak yapalım bunu ortadan kaldıramayacağımız iddiası her zamankinden daha çok sahip çıkmamız gereken bir şey. “Liyakatli bir yönetici” idealinin bir adım sonrasının, bir kahraman, bir kurtarıcı aramak olduğunu; bunun da tarihteki örneklerin çoğunun gösterdiği gibi sükut-u hayalle sonuçlandığını aklımızdan çıkarmayalım.

Liyakat mi? Kimin için? Ne için? Neyi uygulamak için? Vaat, etik, akıl gibi İdeal’e atıf yapan kavramlarla şekillenmiş bir politik alan, fazlaca gürültü patırtı çıkaracak ama sonuçta olan yine geniş halk kesimlerine olacaktır. Mesele, seçimden seçime oy atmaya indirgenmiş bir siyasetin olanaklarının ya da olanaksızlıklarının ötesinde, düşmanlık ve ötekilik üretmeyen yeni bir siyaseti inşa edebilmektir. Bunun yolu da kusurlarıyla, çelişkileriyle, tökezlemeleriyle birlikte var olan bir siyaset yapma tarzını kendimize rehber edinmektir. “Liyakat” gibi, esastan elitizme gönderme yapan kavramlar, entelektüel ve eğitimsel ayrıcalıklara erişmesi daha en baştan yapısal olarak engellenmiş halk kesimlerini siyasetin daha da dışına atmaya yarar. Sorunu liyakatli-liyakatsiz ikiliğinden çıkarmak, toplumu bölen çelişkileri görmek ve kabul etmek ve bunların çözümünün öznesi olarak yine onları görmekten geçiyor. 

Neoliberalizmin artık kendini tükettiğinin kesin olduğu bir zamanda, onun yarattığı boşluğu doldurmaya aday, birbiriyle çekişme içinde yeni politik stratejiler kurmak gerekiyor. İçinde yaşadığımız bu zamanlar, her zamankinden daha çok 1. Dünya Savaşı öncesi konjonktürü hatırlatıyor. Bu neoliberal uzlaşma parçalandıkça onların kelimeleri de etrafa saçılıyor; bir önceki dönemin popüler sözleri artık duyulmaz oluyor. Kimse tarihin sona erdiğini, kapitalizmin zaferinin mutlak olduğunu söyleme cesaretini gösteremiyor. Ama öyle görünüyor ki, bu yeni dönemde uzun süredir var olan sermaye biçimleri ile yeni oluşan sermaye biçimleri ve bunun gerektirdiği devlet biçimi arasındaki çelişkiler yoğunlaşıyor. Bu da milliyetçiliğin, ırkçılığın, ayrımcılığın ve elitizmin artması için gereken ortamı sağlıyor. Tarihsel kopuş anlarında “kurtarıcılar”a yapılan çağrıları çok gördü insanlık: De Gaulle’ün Fransa’nın itibarını kurtarması için halk tarafından göreve çağrılması, Putin’in yok olmaya yüz tutmuş Rusya’yı düzlüğe çıkarması için davet edilmesi ya da irili ufaklı pek çok örnek burjuva siyasetinin yüz yıllara yayılmış ikna ediciliğini örnekliyor. Üstelik politik elitler “anti-elit” maskesi takmışken bütün bunlar oluyor, bu da bize kalan tarihin ironisi olarak anılmaya değer. Bu figürlerin “liyakatsiz” olduğunu kim söyleyebilir?

Kapitalizmin ikna ediciliği karşısında, Sol’un çoğu zaman düşük olan ikna ediciliği, kendisini İdeal’e, vaade ve aklın iki boyutu olduğunu kavrayamamasına dayanıyor. Sol, sanki “en doğru” olanı söylerse daha ikna edici olacağını düşünmekten kendini alamıyor. Ama çoğu zaman, ezilen, dışlanan, eşitsizlikler altında boğulan halk kesimlerini kendi doğal müttefiki saymak gibi bir yanlış içinde aynı zamanda. Neden öyle olsun ki? Neden, böylesi bir bağlantı otomatik, kendiliğinden ve doğal olsun ki? Onların gündelik yaşamlarında aldıkları konumlar çoğu zaman böylesi bir vaazcı üsluptan etkilenmekten oldukça uzakta yer alıyor. Hatta iş var olan ırksal, sınıfsal ve ayrımcı tutumlara geldiğinde, sağa ve aşırı sağa meyyal olduklarını pek çok tarihsel durum kanıtlamıştır. Sol’un sahte, vaatkar ve elitist neoliberal kavramları bırakmasının zamanı gelmedi mi? Ezilenlerin zihinsel haritasını işaretleyen ve dönüştüren yeni koordinatları burada bulmayacağız da nerede bulacağız?

 

Yazarlar sayfasını izyeret ettiniz mi?
Liyakat

Yorum Yazın

Özgür Öğütcen
Özgür Öğütcen

Bizi Takip Edin
Facebook
X (Twitter)
Instagram
Linkedin
Mastodon
Bluesky
Köşe Yazarları
Özgür Öğütcen
Özgür Öğütcen “Liyakat”: Sahte bir kavram
Hakan Tahmaz
Hakan Tahmaz Yeni çözüm Süreci için üç parti imkânsızı başarabilmeli
Erol Katırcıoğlu
Erol Katırcıoğlu Ekonomik gelişme, demokratikleşme ve Kürt Sorunu
Emir Berke Yaşar
Emir Berke Yaşar Manifest düşmanlığı kadın düşmanlığıdır
Hasan Bülent Kahraman
Hasan Bülent Kahraman Sol dönüşüm ve kültür
Akın Özçer
Akın Özçer Seyfettin Çilesiz’in çilesi
Eser Karakaş
Eser Karakaş İhale kanununun iki, üç maddesi Türkiye’yi bitirdi
Yüksel Işık
Yüksel Işık 17 Ağustos’tan alınması gereken hisse
Murat Kartalkaya
Murat Kartalkaya Program tıkır tıkır Maşallah!
Cengiz Kapmaz
Cengiz Kapmaz Rojava süreci bozar mı?
Mustafa Ergen
Mustafa Ergen Büyük Dil Modellerinin Ateşi Çıkarsa
Fahri Bakırcı
Fahri Bakırcı “Yeter söz milletindir” sloganı üzerine (2)
Murat Paker
Murat Paker Psikoterapi nedir?
Bahattin Yücel
Bahattin Yücel Kamuoyu desteğinin süresi var mıdır?
Murat Aksoy
Murat Aksoy İnan Güney ya da nöbetleşe mağduriyet
Turgay Bozoğlu
Turgay Bozoğlu Dezenflasyon masalı, yoksulluk gerçeği
Korhan Gümüş
Korhan Gümüş Sistemin enkazı altında kalan hafızayı kurtarmak
Tunay Şendal
Tunay Şendal Siyasette etik omurga
Deniz Nas
Deniz Nas Machiavelli'ye göre bir ‘Prens’ hangi özelliklere sahip olmalıdır?
Bilal Sambur
Bilal Sambur Üniversite bina değildir, üniversite hümanizimdir!
instagram gel gel
Yeni Arayış
KünyeGizlilik PolitikasıE-BültenRSSSitemapSitene EkleArşiv
SOSYAL MEDYA BAĞLANTILARI
FACEBOOKTWITTERINSTAGRAMLINKEDIN

Yeni Arayış | Onemsoft Haber Yazılımı