Bağlantı uçurumu, insanları internete çekmekle ilgiliydi. Yapay zeka uçurumu, insanları küresel sistemin pasif tüketicisine dönüştürmekle ilgili. Artık ülkeler arasında değil, ülkelerin içinde de keskinleşiyor. Yapay zeka modelleri, öncelikle İngilizce ve Çince konuşan, veri zengini toplumlar için geliştiriliyor.
Bir zamanlar dijital uçurum, internete bağlanabilenle bağlanamayan arasındaydı. Mesele bağlantıydı, cihazdı, erişimdi. 10 yıl önce bunu yazmışım [1], [2]. Daha önce, Facebook’un WhatsApp’a abone başına 40 dolar ödemesiyle “bağlantı savaşları”nın değerini görmüştük.
Bugün ise daha derin bir eşitsizlikle doğuyor: Kim algoritma eğitebiliyor? Kim yalnızca izliyor?
New York Times geçen hafta buna değinmiş [3]: Yeni Dijital Uçurumu tanımlamış.
Bu çağda güç, üç temel unsurun elinde: işlem gücü, büyük modeller ve yüksek kaliteli veri.
Bu üçlüye erişimin yoksa, sadece dijital dünyanın değil, geleceğin de dışında kalıyorsun.
Örneğin, Arjantin’deki üniversite laboratuvarlarında öğrenciler, eski sunucularla eğitim yapmaya çalışırken, Harvard’daki tek bir enstitü, Afrika’daki tüm kamuya ait veri merkezlerinden daha fazla GPU’ya sahip. Ve tarihte ilk kez, sadece bireyler değil, devletler de “dijital alt sınıf” hâline geliyor.
Oxford Üniversitesi’nin 2025 verilerine göre, yalnızca 32 ülke yapay zekâya özel veri merkezine sahip. ABD ve Çin bu kaynakların %90’ını kontrol ediyor. Doğrudan bir egemenlik sorunu.
Bu durum da, yirminci yüzyılın enerji tekellerinin yerini, yirmibirinci yüzyılın veri ve işlem gücü tekelleri alıyor. Amazon, Google, Microsoft ve OpenAI’nin yalnızca 2025 yılı için yapay zekâ altyapısına ayırdığı bütçe, 300 milyar doları aşıyor. Bu, çoğu gelişmekte olan ülkenin toplam bütçesinden fazla.
Bağlantı uçurumu, insanları internete çekmekle ilgiliydi. Yapay zeka uçurumu, insanları küresel sistemin pasif tüketicisine dönüştürmekle ilgili. Artık ülkeler arasında değil, ülkelerin içinde de keskinleşiyor. Yapay zeka modelleri, öncelikle İngilizce ve Çince konuşan, veri zengini toplumlar için geliştiriliyor.
Bu, sadece dijital bir boşluk değil; aynı zamanda dilsel, kültürel ve ekonomik bir silinme riski.
Dijital Keşifler ve Yeni Sömürgeler
Tıpkı Kristof Kolomb’un okyanusa açılıp “yeni dünya”yı keşfetmesi gibi, bugün teknoloji devleri de veri kıtaları arıyor. Amaç artık toprak değil; verini, dilini, kültürünü algoritmaya kodlamak.
Google, Amazon, OpenAI gibi şirketler yalnızca bağlantı sunmuyor; altyapı da kuruyor.
Balonla internet veriyorlar, uydularla erişim sağlıyorlar, düşük maliyetli cihazlarla seni sisteme çekiyorlar.
Ama karşılığında senin verini, düşünceni, dil yapını alıyorlar.
Modeli onlar geliştiriyor. Sen yalnızca kullanıyorsun. Algoritmayı sen eğitmiyorsan, algoritma seni eğitir.
Dijital keşiflerin Columbus’ları GPU’larla okyanus aşarken, bazı toplumlar sadece izleyici konumunda kalıyor.
Aynı, dış politikada masada sen yoksan tabaktasın gibi!
Dijital sömürgecilik, şu yollarla tezahür ediyor:
* Model Transferi Yerine Model Dayatması: Yerel veriyle geliştirilen modeller değil, dışardan gelen hazır modellerin egemenliği.
* Veri Akışının Tek Yönlü Olması: Gelişmekte olan ülkeler veri sağlıyor, ancak model çıktısını kontrol edemiyor.
* Bilişsel Egemenlik: Hangi bilginin doğru sayıldığı, hangi içeriğin gösterileceği, nasıl karar verileceği başka merkezlerde tanımlanıyor.
Ama hala tam donanımlı değiller. Örneğin elektrik alt yapısı. Yapay Zekayı kullanman için veri merkezi yakınında olmalı. Örneğin Afrika, elektrik alt yapısı bile bunu kaldıracak durumda değil, onun için daha da geri kalmakla karşı karşıyalar. Bir sonraki enerji inovasyonuna kadar…
Türkiye için yol belli: Veriyi içeride tutmak, modeli yerli geliştirmek, işlem gücünü artırmak ve eğitimle bu dönüşüme halkı katmak öncelikli hedefler olmalıdır. Yapay zekâ çağında oluşan yeni dijital uçurum, ancak açık kaynaklı modellerin —örneğin Mistral ve Falcon gibi— desteklenmesiyle, ulusal veri stratejileri doğrultusunda sağlık, ulaşım ve eğitim verilerinin etik biçimde anonimleştirilip erişime açılmasıyla daraltılabilir. Aynı şekilde, işlem gücünde dışa bağımlılığı azaltmak için yerli donanım politikaları geliştirilmelidir.
Türkiye Nerede Duruyor?
Geçen hafta kabine toplantısında açıklanan yeni yapay zekâ vizyonu önemli ve umut verici:
* Veri merkezi kapasitesinin 1 GW’a çıkarılması,
* 10 milyar dolarlık altyapı yatırımı,
* Yerli girişimlere GPU ve bulut desteği verecek Yapay Zekâ Fonu,
* YZ eğitim seferberliği.
Bunlar doğru adımlar. Ötesi, Türkiye’nin kendi modelini geliştirebilmesi. Aksi hâlde, eğitimden adalete, sağlıktan savunmaya kadar her alanda başka ülkelerin yazdığı kodlarla yaşarız. Bu ortamda Türkiye gibi ülkeler, yalnızca kullanıcı kalırsa veri kolonisi olma riskiyle karşı karşıya.
Suudi Arabistan bile bu yarışta sessiz kalmadı.
“Suudi Humain” adlı Arapça büyük dil modelini geliştirerek kendi dilini ve kültürünü dijital çağın merkezine taşıdı.
Türkiye’nin Humain’i nerede?
Türkiye için yol belli: Veriyi içeride tutmak, modeli yerli geliştirmek, işlem gücünü artırmak ve eğitimle bu dönüşüme halkı katmak öncelikli hedefler olmalıdır. Yapay zekâ çağında oluşan yeni dijital uçurum, ancak açık kaynaklı modellerin —örneğin Mistral ve Falcon gibi— desteklenmesiyle, ulusal veri stratejileri doğrultusunda sağlık, ulaşım ve eğitim verilerinin etik biçimde anonimleştirilip erişime açılmasıyla daraltılabilir. Aynı şekilde, işlem gücünde dışa bağımlılığı azaltmak için yerli donanım politikaları geliştirilmelidir. RISC-V gibi açık mimarilere yönelim ve yerli yapay zekâ çip yatırımları bu çerçevede stratejik birer adımdır. Türkiye, bu üç sacayağı —veri, model ve işlem gücü— üzerinde yükselerek dijital eşitsizlikten doğan yapay zekâ uçurumunu kapatabilir.
***
Referanslar
[3] https://www.nytimes.com/interactive/2025/06/23/technology/ai-computing-global-divide.html

Yorum Yazın