MENU
  • ÇEVİRİ
  • YORUM
  • YARGI KRİZİ
  • PİYASALAR
  • GÜNDEM
  • DÜNYA
  • EDİTÖRDEN
  • SPOR
  • KÖŞE YAZILARI
  • DOSYA>Seçimin Ardından
  • GENEL
  • KİTAP
  • DOSYA>Avrupa'nın Seçimi
  • DOSYA>Emekliler
  • YAZARLAR
  • FOTO GALERİ
  • WEB TV
  • ASTROLOJİ
  • RÜYA TABİRLERİ
  • HABER ARŞİVİ
  • YOL TRAFIK DURUMU
  • RÖPORTAJLAR
  • Künye
  • Gizlilik Politikası
  • E-Bülten
Yeni Arayış
Yeni Arayış
Yeni Arayış
  • ANA SAYFA
  • KÖŞE & YORUM YAZILARI
  • KATEGORİLER
    • SİYASET
    • EKONOMİ
    • DIŞ POLİTİKA
    • KÜLTÜR SANAT
    • HUKUK
    • TEKNOLOJİ
    • PSİKOLOJİ
    • FELSEFE
    • KENT
    • EDEBİYAT
    • SAĞLIK
    • ASTROLOJİ
    • GEZİ
    • SÖYLEŞİ
    • EKOLOJİ
    • MEDYA
    • EĞİTİM
  • KÜNYE & İLETİŞİM
Kapat

Çağımızın paradoksu: Akıllı bönlüğe teslim olmak

ANA SAYFAEKOLOJİÇağımızın paradoksu: Akıllı bönlüğe teslim olmak
Çağımızın paradoksu: Akıllı bönlüğe teslim olmak
05 Ocak, 2025, Pazar 06:16
  • yazdıryorum yazfont küçültfont büyüt
Korhan Gümüş
Korhan Gümüş

Ne kadar kolay “öteki” ilan etmek. Akıllı bönlüğe teslim olmak. Bu iflah olmaz bönlükle mücadele yöntemlerini bulamadığımız takdirde dünyanın bir geleceği yok.

Jason Moore’a göre “antroposen zamanımızın en mühim ve neredeyse en tehlikeli kavramı haline geldi. Tehlikeli olmasının nedeni, salt gezegenin içinde bulunduğu krizi çok yanlış anlaması değil gezegenin doğasında görülen süregiden “durum değişiklikleri”ni açıklarken bu değişikliklerin ardında yatan tarihi gizemlileştirmesi”. Oysa Moore’un da işaret ettiği gibi “bu tehlikeyi en iyi antropojen kaynaklı küresel ısınma”ifade ediyor. Ona göre bu muazzam bir tahrif. Küresel ısınma soyut bir insanlığın değil, kapitalizmin bir sonucu, yani kapitalojenik…”

Türlerin geri dönülemeyecek bir biçimde kaybı, iklim krizi, kirlenme gibi göz kamaştırıcı sorunlara dikkat çekerken, gene soyut olarak insanı merkeze koyarak işaretsizleştirici politikaları inşa etmesi. Bir taraftan gözümüzü afetlerle, risklerle kamaştırarak… Bunlarla kitleleri, sermayesizleri büyülerken, bir taraftan da aynı işleyişlerle, eşitsizliklerle, işaretsizleştirici şiddetle sorunlar çözülüyormuş gibi yapılması. Tam da bu kavramının ortaya atıldığı bir dönemde nesne olarak görülenin, yani doğa adı verilen şeyin geri döndüğü, zihin dünyamıza musallat olduğu bir döneme işaret ederken doğaya hükmeden insan algısının yeniden yaratılması. İçinden çıkılmaz bir durum.

Bu durumu yakınlarda kaybettiğimiz günümüzün en önemli düşünürlerinden Fredric Jameson “kıyameti, yani dünyanın sonunu gösterirken, kapitalizmin sonunu görememek” olarak adlandırıyor. “Kıyametin işaretleri her yerde görülüyor, ama kapitalizmin yarattığı bilme biçiminin, gerçekliğin çölüne nüfus edilemiyor...”

Neden edilemiyor? Kıyamet işaretleri ortadayken hala nasıl oluyor da kitleler, bilim insanları, politikacılar alternatifler yaratmak için harekete geçmiyor? Nasıl oluyor da felaketleri yaratanlar hala kurtarıcılar gibi gözükebiliyor? Çağımızın hiç şüphe yok ki en büyük paradoksu bu.  

Bu akıl almaz paradoks ister istemez insana Titanic metaforunu anımsatıyor: Yöneticiler, personel geminin batmakta olduğunun farkındadırlar. Ayrıca filikaların yetersiz olduğunun da. Bu nedenle ilerleyen gecenin karanlığında orkestraya Piove, Arriverdici Roma, Histoire d’un Amour… gibi rahatlatıcı parçalar çalmaları için komut verirler. Böylece lüks mevki yolcularının filikalardaki yerlerini almalarını beklerler. Gemi batarken sanki her şey yolunda gidiyormuş gibi yaparak alt katlarda uyumakta olan yolcuların uyanmasını, filikalara saldırmalarını engellemeye çalışırlar.

Doğaya hükmeden insan algısını yeniden inşa etmeyi amaçlayan çevrecilik de sanki bir uyuşturucu işlevi görüyor. Failler içinde yer almadan, politikalar yenilenmeden, imtiyaz alanları ortadan kalkmadan sorunların çözüldüğü hayalini üretiyor. 

Aslına bakarsanız aynı Titanic’in yöneticileri gibi kamu yöneticileri de durumun gayet iyi farkındalar. Kamu adı verilen bürokratik düzenin ve onun etrafında saçaklanan imtiyazlı çıkar gruplarının hiçbir çözüm üretemeyeceğini gayet iyi biliyorlar. Bildikleri için de kamu imkanları, kariyer fırsatları ile kendi özel reklam şirketlerini oluşturuyorlar. Titanic metaforunda olduğu gibi sorunlar çözülüyormuş gibi gösteriyorlar, “alt katlardaki yolcuların uykularını sürdürmesini sağlıyorlar.”

Böylece sermayesizlerin çıkarlarının ne olduğunu onlardan daha iyi biliyormuş gibi yapıyorlar. Onlara tepeden baktıkları, küçümsedikleri, hakikati ifade ediyormuş gibi yaparak ayrıcalıklı bir konum elde ettikleri için de popülist politikaları, Trump gibi yöneticileri güçlendiriyorlar. Ne paradoks, değil mi? Bu paradoksu sorgulayanları da imtiyazlılar sınıfı olarak elde ettikleri güçlerle, imkanlarla norm koyucular olarak “öteki” ilan ediyorlar.

Sürekli tekrarladıkları şey şu: “Gücünüz yettiği kadar yağmalayın. İstediğiniz gibi kirletin. Biz bütün sorunları çözüyoruz...”

Bu durumda bile hala şehrin bir üst akılla planlandığından, düzenlendiğinden, projelerden söz ediyorlar.

Yönetimlerle, müteahhitlerle iç içe girmiş imtiyaz sahipleri şehri hala planlıyormuş gibi yapıyorlar. Gözlerimizi kamu-özel karışımı oligarşik ilişkilerle, kamudan elde ettikleri tekelci güçleriyle kamaştırarak zihinleri paralize ediyorlar.

Denizler can çekişirken hala atıksuların arıtıldığından söz ediyorlar. Oysa imtiyazlı sınıflar tarafından üretilen projelerle, milyar dolarlık dev bütçelerle ve korkunç enerji yutan yöntemlerle, işletme maliyetleri ile atıksuların yüzde biri bile arıtılmıyor. Katı atıkların geri kazandırıldığından söz ediyorlar. Oysa korkunç maliyetlerle taşınan, yakılan atıklar şehirlerin üzerine yapışan zehirli bulutlara dönüşüyor.

İnsanın doğaya hakimiyetinden söz ederken bönlüğü yaratan düzene teslim olmuş durumdayız.

Artık 20. yüzyıldaki gibi düzenleyici bir aklın hüküm sürdüğü, geri kalan dünyanın kendi kendisini resmederek, yeniden üreterek bağımsız varlığını korumaya çalıştığı bir dünyada değiliz.

Dünyanın düzenleyici bir akıl tarafından teslim alınmasıyla doğaya hakimiyetin gerçekleşeceği hayalini yaşıyorduk. Oysa dünya insan merkezci bir bönlüğe teslim olduğunda geriye düzenleyici bir akıl da kalmadı.

Artık felaketin geri döndürülemezliğini kabul eder hale geldik. 

Bu nedenle çağımızın bir “ölüm-sonrası çağ” olduğu bile söylenebilir. Öyle bir durumdayız ki imtiyazlılar, sermaye sahipleri olarak ancak birbirimizi yok ederek, bir silme ve silinme travması içinde hayatta kalabileceğimizi zannediyoruz. Birbirimizle mücadele ederken, sürüklenmekte olduğumuz felaketi görmüyoruz. Onun göz kamaştırıcı belirtilerine, yarattığı yıkımlara tanık olsak bile.

Ne kadar kolay “öteki” ilan etmek. Akıllı bönlüğe teslim olmak. Bu iflah olmaz bönlükle mücadele yöntemlerini bulamadığımız takdirde dünyanın bir geleceği yok.

Yazarlar sayfasını izyeret ettiniz mi?

Yorum Yazın

Korhan Gümüş
    Korhan Gümüş

    Bizi Takip Edin
    Facebook
    X (Twitter)
    Instagram
    Linkedin
    Mastodon
    Bluesky
    Köşe Yazarları
    Mustafa Ergen
    Mustafa Ergen Büyük Dil Modellerinin Ateşi Çıkarsa
    Fahri Bakırcı
    Fahri Bakırcı “Yeter söz milletindir” sloganı üzerine (2)
    Murat Paker
    Murat Paker Psikoterapi nedir?
    Bahattin Yücel
    Bahattin Yücel Kamuoyu desteğinin süresi var mıdır?
    Murat Aksoy
    Murat Aksoy İnan Güney ya da nöbetleşe mağduriyet
    Turgay Bozoğlu
    Turgay Bozoğlu Dezenflasyon masalı, yoksulluk gerçeği
    Korhan Gümüş
    Korhan Gümüş Sistemin enkazı altında kalan hafızayı kurtarmak
    Tunay Şendal
    Tunay Şendal Siyasette etik omurga
    Deniz Nas
    Deniz Nas Machiavelli'ye göre bir ‘Prens’ hangi özelliklere sahip olmalıdır?
    Bilal Sambur
    Bilal Sambur Üniversite bina değildir, üniversite hümanizimdir!
    Herkül Millas
    Herkül Millas Batı ile Doğu’nun farkları
    Gülşah Eker
    Gülşah Eker Şehirleri dinlemek: Yerel karar alma süreçlerinde veri neden önemli?
    Ali Kılıç
    Ali Kılıç Alaska satranç tahtası
    Bilgehan Uçak
    Bilgehan Uçak Simi’nin plajları
    Aydan Bakan
    Aydan Bakan Sevgili küçüğüm
    Betül Özdemir Güran
    Betül Özdemir Güran Ne kadar iyi olabilirsin ki!
    Beril Esra Atahan
    Beril Esra Atahan Hiçbir yer evin değilse, her yer evin oluyor
    Hakan Tahmaz
    Hakan Tahmaz Yargının siyaset kıskacı ve Yeni Çözüm Süreci dengeleri
    Yavuz Saltık
    Yavuz Saltık Kültür ve sanat yoksunluğu: Görünmeyen uçurum
    Başak Yağmur Eray
    Başak Yağmur Eray Görünüşün gücü ve hakikatin çürüme ile imtihanı
    Ahmet Ziya Gökalp
    Ahmet Ziya Gökalp Gerçek, Anlatının Gölgesinde Kayboluyor
    Çağatay Arslan
    Çağatay Arslan Finans Alla Turca
    Fatih Öztürk
    Fatih Öztürk Türkiye Cumhuriyeti Demokrasisi’ni kurtarmak (3): Temsilcilerin azli
    instagram gel gel
    Yeni Arayış
    KünyeGizlilik PolitikasıE-BültenRSSSitemapSitene EkleArşiv
    SOSYAL MEDYA BAĞLANTILARI
    FACEBOOKTWITTERINSTAGRAMLINKEDIN

    Yeni Arayış | Onemsoft Haber Yazılımı