Machado’nun, 2025 Nobel Barış Ödülü’nü aldığını duyduğumda, sadece Venezüela değil; Türkiye gibi otoriterleşme ile mücadele eden ülkeler adına çok sevindim. Zira, Maduro’nun 2024 seçimlerinde yaptıkları yanına kalmıştı: gecikmeli ve zayıf biçimde de olsa, Venezüela’nın uluslararası çapta “hatırlanması”, seçimlerin çalınması konusunda da bir kırmızı çizgi getirebilecekti.
28 Temmuz 2024 gecesi, Venezüela başkanlık seçimlerini merakla takip ediyordum: Otoriterleşme üzerine çalışan bir çok kişi gibi. Kafamdaki denklem şuydu: Venezüela gibi, otoriterliğin en sert yaşandığı ve eşit/adil seçimlerin imkansızlaştığı bir ülkede, muhalefet ilk kez bu kadar güçlü ve beraber bir çıkış yapıyordu. Nicolás Maduro’nun Venezüela başkanı olduğu 2013’ten bu yana ilk kez, gerçekten de sandık yoluyla değişim neredeyse kesin gibiydi. Benim kafamda kurduğum denklem şöyleydi: Venezüela gibi sandık güvenliğinin son derece düşük olduğu, seçim hilelerinin de yaygın olduğu bir ülkede, muhalefet ancak yönetimdeki otoriter lidere karşı “kapatılamayacak bir fark attığı” takdirde seçimlerle değişim mümkün olabilirdi.
“Kapatılamayacak fark” da; benim tarifimle, muhalefet lehine en az 10 puanlık bir fark sağlanmasıydı. 28 Temmuz seçimlerine hiç olmadığı kadar büyük bir dayanışma ile çok iyi hazırlanan Venezüela muhalefeti, sandığa giren oyun girdiği gibi çıkması için müthiş bir organizasyon yapmış ve ülke çapında örgütlenmişti.
28 Temmuz 2024 akşamı, Venezüela ve dışında seçimleri takip edenler, Maduro’nun sandık yoluyla başkanlığa veda edeceği dönüm noktasının yaşanmakta olduğu düşüncesindeydi. Sandık çıkış anketlerinden gelen haberler, muhalefet adayının Maduro’ya 30 puandan fazla fark attığına işaret oluyordu.
Ve sonra…
Bundan sonra ne olduğunu sürgündeki bir Venezüela’nın, film yönetmeni Jonathan Jakubowicz’in bir yazısından alıntılayayım:
“Ancak gece yarısı hile ortaya çıktı.
Ve gülünçtü. Yüksek Seçim Kurulu (Consejo Nacional Electoral-CNE) tarafından açıklanan toplam oy sayısı %132,2'ye ulaştı ve sekiz parti tam olarak aynı oranı aldı: %4,6. Maduro'nun oyların %51,2'sini aldığını iddia ettiler. Gerçekçi görünmesi için bile bir girişimde bulunulmadı. Sonunda, Pazar gecesi Maduro, seçim sisteminin hacklendiğini ve sayımın durdurulduğunu iddia etti. İki yıl siyasi tutuklu olarak kalan ve isminin açıklanmasını istemeyen radyo sunucusu Carlos C. o gece bana, ‘Sayıların açıkça sahte olmasına izin veriyorlar çünkü güçlerini böyle gösteriyorlar. Bize gülüyorlar. Ve bize güldüklerini bilmemizi istiyorlar.’ dedi.”
Venezüela’nın o seçim, daha doğrusu “seçememe” gecesi, otoriter rejimler için “kapatılamaz fark” diye bir şey olmadığını; iktidarda kalmak için cüretkârlıkta sınır tanınmadığını gösterdi.
O günden sonra Venezüela için herşey daha karanlık oldu.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün (Human Rights Watch-HRW) 30 Nisan 2025 tarihli “Değişim İstediği için Cezalandırılanlar” (Punished for Seeking Change) başlıklı raporundan alıntılayalım:
“İnsan Hakları İzleme Örgütü, seçimlerin hemen ardından ülke genelindeki protestolar sırasında 25 kişinin öldürüldüğüne dair güvenilir bilgiler edindi. Bu cinayetlerin çoğu 29 ve 30 Temmuz'da meydana geldi ve kurbanların çoğu 40 yaşın altında ve düşük gelirli mahallelerden geliyordu. İnsan Hakları İzleme Örgütü tarafından toplanan güvenilir kanıtlar, bu cinayetlerin bazılarında Venezuela güvenlik güçlerinin rolüne işaret ediyor. Diğer vakalarda ise "colectivos" (kolektifler) sorumlu görünüyor.
Söz konusu "colectivo" grupları, gösterilerin bastırılmasında kilit rol oynadı. Güvenlik güçleri başlangıçta barikatlar kurarak, göz yaşartıcı gaz kullanarak ve tutuklamalar gerçekleştirerek protestoları kontrol altına almaya veya dağıtmaya çalıştı. Gösteriler devam ettiğinde ise, "colectivo" üyeleri genellikle silahlı olarak protestocuları sindirmek veya onlara saldırmak için gelirdi.
Seçimlerden bu yana, protestolar, siyasi muhalefet faaliyetleri ve insan hakları çalışmalarıyla bağlantılı olarak 2.000'den fazla kişi gözaltına alındı. Birçoğu gösterilere katıldıkları, hükümeti eleştirdikleri veya muhalefeti destekledikleri için tutuklandı. Savcılar, yüzlerce kişiyi "nefrete tahrik", "otoriteye direnme" ve "terörizm" gibi geniş kapsamlı suçlarla suçladı ve bu suçlamalar 30 yıla kadar ağır hapis cezaları gerektiriyor.
Tutuklananlar genellikle istismarlarla dolu yargılamalarla karşı karşıya kaldı. Yetkililer, gözaltına aldıkları kişileri tutuklamayı sıklıkla reddetti veya gözaltına alınanların yerini yakınlarına açıklamayı reddetti ve bu kişileri uluslararası hukukta tanımlandığı gibi zorla kaybetmeye maruz bıraktı. Bu durum, aileleri sevdiklerini günlerce hatta haftalarca birden fazla gözaltı merkezinde ve hatta morglarda aramaya zorladı. Birçok tutuklu, uzun süreler boyunca habersiz tutuldu ve ziyaretlerden mahrum bırakıldı; bazıları tutuklandıkları günden itibaren. Çoğu, kendilerinin veya ailelerinin taleplerine rağmen, kendi seçtikleri bir avukatla görüşmelerine izin verilmedi; bazıları ise gözaltındayken mahkeme tarafından atanan kamu avukatıyla hiç görüşmedi. Tutukluların dava dosyalarına erişimleri defalarca engellendi. Birçoğu, usulüne uygun yargılama haklarını daha da zedeleyen sanal ve toplu duruşmalarda suçlandı.”
Birleşmiş Milletler Veri Toplama Komitesi de (United Nations Fact Finding Mission), 28 Temmuz 2024 seçimleri ertesi Venezüela’daki muhaliflerin yaşadıklarını “insanlığa karşı suç” olarak niteliyor.
Venezüela muhalefetine 2024 seçimleri ertesi uygulanan baskı gayet organize; hatta, bir adı da var: “Tak Tak Operasyonu” (Operación Tun Tun). 2017’de de Venezüela’da gerçekleştirilen protestoların bastırılması için uygulanan “Tak Tak Operasyonu”, sabaha karşı muhalifleri, herhangi bir adli belge/karar olmadan kapılarına dayanıp, alıp götüren güvenlik güçlerinin gerçekleştirdiği harekâtlara verilen isim.
Venezüela’nın o seçim, daha doğrusu “seçememe” gecesi, otoriter rejimler için “kapatılamaz fark” diye bir şey olmadığını; iktidarda kalmak için cüretkârlıkta sınır tanınmadığını gösterdi. O günden sonra Venezüela için her şey daha karanlık oldu.
Machado Meselesi
Venezüela’nın 2024 başkanlık seçimlerinin adayı, Marìa Corina Machado olacaktı. Muhalefet grupları arasında yapılan önseçimlerde, yüzde 93’lük bir destek almıştı. Fakat Maduro, kendi tabanı da dahil olmak üzere, toplumun büyük çoğunluğunu arkasına alan bir muhalefet lideriyle rekabete girişecek değildi: Machado’ya siyasi yasak getirdi.
Venezüela muhalefeti, Maduro’nun iktidarı kolay kolay bırakmayacağını bildiklerinden, bu durumun tedbirini almıştı. Emekli bir diplomat olan Edmundo González Urrutia da, Machado’nun önerisiyle, kendisinin alternatifi olarak başkan adaylığı için kaydını yaptırmıştı. Ve beklediği siyasi yasak “yolsuzluk suçlamalarıyla” başına gelen Machado, 10 muhalefet partisinin koalisyonu olan Demokratik Birlik Platformu (Plataforma Unitaria Democrática) adayı olarak González Urrutia’yı destekleme çağrısı yaptı.
Ve González Urrutia kazandı kazanmasına da; Venezüela örneği gösterdi ki, otoriter sistemlerde“kapatılamayacak fark” da iktidara yapışmaya engel değil. González Urrutia, seçimlerden birkaç ay sonra ülke dışına kaçmak zorunda kaldı-zira, hakkında tutuklama kararı çıktı.
Maalesef, otoriter yönetimlerden kurtulmak için “normalde” seçmeyebileceğimiz adaylar etrafında birleşiyoruz; bu da, illa başarı vadeden bir yol değil. Ama başka hangi yol var? Venezüela halkı, Machado’da “pes etmemeyi”, “yolundan dönmemeyi”, “sonuna kadar” mücadeleyi gördü. Kendi ümitlerini onda birleştirdi.
Sonuna kadar…
Machado’nun, 2025 Nobel Barış Ödülü’nü aldığını duyduğumda, sadece Venezüela değil; Türkiye gibi otoriterleşme ile mücadele eden ülkeler adına çok sevindim. Zira, Maduro’nun 2024 seçimlerinde yaptıkları yanına kalmıştı: gecikmeli ve zayıf biçimde de olsa, Venezüela’nın uluslararası çapta “hatırlanması”, seçimlerin çalınması konusunda da bir kırmızı çizgi getirebilecekti.
Maalesef, Türkiye’de Machado’nun aldığı Nobel ödülünü iki kesim ortaklaşarak eleştirdi: iktidar çevreleri ve bazı muhalif kesimler. Venezüela üzerine üstünkörü bilgilerle, dünyanın öbür ucunda otoriterleşme cehennemini Türkiye’den de beter yaşayan bir ülke ve politikası hakkında peşin hüküm verilmesi beni çok düşündürdü. Machado hakkında, “Ama İsrail’i desteklemiş”, “ama ödülü alır almaz Trump’ı tebrik etti”, “ama ülkesinin bombalanmasını istemiş” gibi bir sürü şey atıp tutuldu. Evet Machado, 7 Ekim 2023’te Hamas’ın saldırısının hemen ertesinde İsrail’i desteklemişti; evet, Machado, Batı bloğu gözlükleriyle (onların da desteğine ihtiyacı olduğu için) Nethanyahu’ya da sıcak mesajlar vermişti; evet, Machado, Nobel Ödülü’nü aldıktan sonra Trump’a teşekkür etti (çünkü ödülü asıl bekleyen kişi olan Trump’ın şimşeklerini üzerine çekmek istemiyor).
Machado’nun dış politikaları değil zaten ödülü alan; onun nezdinde Venezüela muhalefetinin, Venezüela halkının dayanıklılığı…
Machado’da Venezüela halkının ne gördüğü önemli olan; yine bir Venezüelalı’ya, Jakubowicz’e bırakayım sözü:
“María Corina, apaçık bir muhalif değil. Geleneksel, üst sınıf bir aileden geliyor. Belki de bu yüzden Maduro ve halkı onu küçümsedi. Onu, çoğunluğun desteğini kazanamayacak kadar beyaz ve zengin görüyorlardı -Yale Üniversitesi'ne gitmişti.
Geçmişteki muhalefet liderleri, ya pes ederek ya da boyun eğerek halkı hayal kırıklığına uğrattılar. Ancak María Corina, onlarca yıldır kararlılığından taviz vermedi. Venezüelalılar artık zengin bir aileden gelip gelmediğini veya ne kadar beyaz olduğunu umursamıyor. Bireyden, kendi işini kurmanın onurundan ve hükümeti kendi hayatını yaşama olanağından uzak tutmaktan bahsediyor. Büyük göçlerle parçalanmış bir ülkede aileleri yeniden bir araya getirmekten, büyükanne ve büyükbabaların çocuklarının binlerce kilometre yürüyüp ormanları aşarak gelişebilecekleri toplumlara ulaşmaya karar vermesi nedeniyle tek başlarına ölmelerinden bahsediyor.
Sonunda Venezüelılar onu tek umutları olarak görmeye başladılar.
Bugünlerde, gittiği her yerde çocuklar onu görmek için akın ediyor ve yetişkin erkekler gözyaşlarına boğuluyor. Rejim, miting yapacağı kasabanın elektriğini kestiğinde, halk cep telefonlarının flaşlarını açıp sessizliğe bürünerek dinliyor. Rejim yolları kapattığında ise balıkçılar onu tekneyle getiriyor.
Ekim 2023'te muhalefetin cumhurbaşkanlığı seçimleri için ön seçimlere katıldı ve oyların %93'ünü alarak ezici bir çoğunlukla kazandı.
Sloganı "hasta el final" yani "sonuna kadar" olduğu için kazandı. Bu söz, rejimin iktidarda kalmak için her şeyi yapabileceğini bildiği ve kendisinden önceki muhalefet liderlerinin aksine mücadeleye devam edeceği anlamına geliyor. Müttefikleri tutuklandı. Onu destekleyen oteller ve işyerleri rejim tarafından kapatıldı. Ve her gün yüzlerce siyasi tutuklu, şu anda yaptığı gibi direndikleri için tecavüz ve işkence tehdidiyle karşı karşıya. Yine de María Corina geri adım atmadı.
Kararlı kaldığı sürece, halk bedeli ne olursa olsun onu takip edecek. Rejim, televizyon kanallarının görüntüsünü yayınlamasını ve radyo istasyonlarının sesini iletmesini engellese de, sosyal medya kampanyasına güç veriyor.
Tüm bu nedenlerden dolayı Maduro, María Corina'dan korkuyor. Rejimi, yolsuzluk ve ABD'nin Venezüela'ya uyguladığı yaptırımları destekleme gibi gülünç suçlamalarla başkanlık yarışını diskalifiye edecek kadar ileri giderek, adaylığını her fırsatta engelledi.”
İlk taşı hiç günahsız atsın…
Maalesef, otoriter yönetimlerden kurtulmak için “normalde” seçmeyebileceğimiz adaylar etrafında birleşiyoruz; bu da, illa başarı vadeden bir yol değil. Ama başka hangi yol var? Venezüela halkı, Machado’da “pes etmemeyi”, “yolundan dönmemeyi”, “sonuna kadar” mücadeleyi gördü. Kendi ümitlerini onda birleştirdi.
Machado, ülke dışına kaçıp çok rahat bir hayat sürebilirdi; ama ülkesini terk etmeden, tutuklanma ve ölüm tehditlerine karşı, Venezüela içinde kaçak olarak yaşıyor.
Türkiye’de, hala otoriterleşmenin ceheneminin ne kadar derin olduğu, bir kere o diplere indildi mi de, bir türlü dönülemediğinin anlaşılamadığını düşünüyorum. Boykottan greve, seçimlerden protestolara her yolu deneyen Venezüela halkının çaresizliğini umarım yaşayarak anlamayız.
Venezüela eski planlama bakanı ve Amerikalar Arası Kalkınma Bankası (Inter-American Development Bank) eski baş ekonomisti Ricardo Hausmann, ülkesinin güncel durumunu şöyle tasvir ediyor:
“Ortalama ücretle bir günlük çalışma artık 1,7 yumurta veya bir kilogram manyok satın almaya yetiyor; bu da en ucuz kalori. Bir kilogram yerel peynir, ortalama ücretle 18 günlük çalışmaya mal oluyor; bir kilo et ise, kesime bağlı olarak neredeyse bir ay. Fiyatlar 13 aydır hiperenflasyon oranlarında yükseliyor ve enflasyonun bu ay %1.000.000 sınırını aşması bekleniyor. Üretim hızla düşmeye devam ediyor: OPEC, Ekim 2018'de üretimin yıllık bazda %37, yani günde yaklaşık 700.000 varil düştüğünü bildirdi. Bir STK koalisyonu olan Alianza Salud'a göre, 2018'deki yeni sıtma vakaları 2012'den bu yana 12 kat artarak toplam sayıyı 600.000'in üzerine çıkardı; bu da Amerika kıtasındaki tüm vakaların %54'üne denk geliyor. Venezuela topraklarının büyük bir kısmı, Kolombiya'daki FARC ve ELN gibi terör örgütleri de dahil olmak üzere suç örgütlerinin eline geçti. Bu örgütler, Ulusal Muhafızlarla birlikte altın madenciliğinin yanı sıra uyuşturucu kaçakçılığında da işbirliği yapıyor.”
Nobel Komitesi’nin de dikkat çektiği gibi, otoriterleşme sürecinde yaklaşık 8 milyon Venezüelalı, ülkesini terk etti. Yaklaşık 30 milyonluk ülkenin 3’te 1’inin kaçışı gibi bir demografik krizden bahsediyoruz: Birleşmiş Milletler verilerine göre, 2024 itibariyle de ortalama günde 2 bin kişi Venezüela’dan kaçıyor. Türkiye’nin yüzde 30’una yakınının otoriterleşme nedeniyle ülkeden göç ettiği bir tabloyu tahayyül edebiliyor musunuz?
Başkalarının acısı hakkında peşinde hüküm vermeden şunu hatırda bulundurmak lazım- ilk taşı, hiç günahsız atsın…

Yorum Yazın