Türkiye’nin en büyük baş ağrısı Suriye. Ankara bu dosyada ya büyük kazanacak ya da 10 yıllık tüm çabaları, yatırımları boşa gidecek. Mevcut tablo, ikinci seçeneğe daha yakın görünüyor. Çünkü Suriye’de işler iyi gitmiyor. Türkiye’nin varoluşsal tehdit saydığı Rojava, giderek uluslararası meşruiyet kazanıyor. İsrail’in Suriye’deki etkisi artıyor. Radikal İslamcı Colani rejimi henüz istikrarlı bir düzen kurabilmiş değil ve bunu başarması da güç görünüyor. Suriye’de işlerin yolunda gitmemesinin altında yatan nedenleri anlamaya çalıştığımızda karşımıza çarpıcı bir paradoks çıkıyor: Türkiye karşı çıktığı gelişmeleri, kendi politikalarıyla bizzat kolaylaştırıyor. Daha acı olanı Türkiye’nin karar mekanizması ya bunun farkında değil ya da farkında olsa bile umursamıyor. İyide bu nasıl mümkün oluyor?
Çıkar ve tutum çelişkisi
Politik literatürde bir aktörün karşında yer aldığı veya istemediği şeyi güçlendirmesi üzerine yazılmış çok sayıda teori ve kavram var. Suriye sahasını analiz ederken bu teori ve kavramlardan yararlanacağız. İlk yaklaşım çıkar ve tutum çelişkisi teorisi. Bu teoriye göre bir aktör söylemsel olarak karşı çıktığı şeyleri, pratikte kendi çıkar düzenekleri veya ittifak ilişkileri nedeniyle besler. Teorinin penceresinden Suriye’ye baktığımızda Erdoğan’ın Suriye politikalarını tabanını konsolide etmek için araçsallaştırdığını, böylece siyasal faydayı temel odağa aldığını, bunun da devletin mevcut Suriye yaklaşımını çoğu zaman boşa çıkardığını görüyoruz. Bu en bariz şekilde Suriye’de İslamcı radikal rejim ısrarında kendisini açığa vuruyor.
İronik sonuç yasası
İkinci teori ironik sonuç yasası. Bu yasayı ters tepme yasası olarak tanımlayanlar da yok değil. Bir şeyi gerçekleştirmeye çalışırken aslında onun daha güçlenmesine yol açmak yasası olarak bilinir. Örneğin bir ideolojiyi yasaklamak o ideolojiyi daha çekici kılabilir. Türkiye’nin Suriye’deki edimleri en çok bu yasanın altnı çizdiği hususları doğruluyor. Türkiye’nin Suriye’deki temel hedefi Suriye’de bir Kürt devleti ya da özerk bir Kürt yapısı kurulmasını engellemek. Ancak başından itibaren uygulanan politikalar, sahadaki hamleler sadece PYD-YPG’nin teritoryal anlamda bir hegemonya kurmasını sağlamadı aynı zamanda YPG’nin uluslararası meşruiyetini daha da artırdı. ABD, Rusya ve hatta İsrail’in bu yapılarla temas kurmasına alan açtı. Türkiye açısından Rojava bağlamında ironik sonuç yasası etkileri yaratan süreç 2015 yılında başladı. O yıl Obama yönetiminin Kuzey Suriye’de güvenli hat oluşturma önerisi reddedilince ABD’nin PYD-YPG ile ilişki kurması günleri başladı. Eğer Obama önerisi kabul edilmiş olsaydı, bugün Fırat’ın batısındaki gibi Türkiye denetiminde bölgeler olacaktı. Türkiye’nin sahadaki durumu değiştirmek için üç operasyon düzenlediğini biliyoruz. Ancak bu operasyonlar yalnızca Rojava’nın genişlemesini sınırladı; sahada “tehdit olarak tanımlanan aktörü” etkisiz hâle getirecek bir stratejik araç olmaktan uzak kaldı.
Tersinden hegemonya üretimi
Suriye’de Türkiye’nin politikalarını anlaşılır kılmakta bize yardımı dokunabilecek üçüncü teori tersinden hegemonya rıza üretimi teorisi. Bu teori der kikarşı çıkış formları hegemonya sınırlarını zorlamıyorsa veya hegemonya için yan etkiler doğuruyorsa farkında olmadan o düzenin yeniden üretilmesini sağlar. Teori en çok Türkiye-İsrail rekabeti için anlaşılır bir çerçeve sunuyor. Türkiye’nin Suriye politikasının en önemli ayaklarından birini de İsrail’in bu ülkeye yönelik yaklaşımlarını sınırlandırmak oluşturuyor. İsrail’in güçlü bir Suriye istemediğini, bu ülkeyi parçalamak istediğini, kuzeyde bir Kürt devleti kurmak, bu devleti Durzi koridoru ile Akdeniz’e ve kendisine bağlamak istediğini ifade ediyoruz. Ancak sahadaki pratikleri baktığımızda isaril’in Suriye’deki varlığına, Suriye’de yaratmak istediği sonuca, Suriye’de oluşturmak istediği hegemonyaya en büyük meşruiyeti aslında biz sağlıyoruz. İsrail, Suriye’deki varlığını azınlıkların koruyucusu rolüne dayandırıyor; özellikle Alevi ve Durzi bölgelerinde yaşanan katliamları referans gösteriyor. Türkiye, bu katliamlara sessiz kalarak, Colani’nin caniliğini durdurmayarak İsrail’in kendisini “azınlıkların hamisi” olarak konumlandırmasına doğrudan meşruiyet sağlamış oluyor.
İsrail radikal İslamcı unsurları ve Türkiye’nin bu unsurları destekleyen yaklaşımlarını öne çıkartarak hem Türkiye’nin hamlelerini “kullanılabilir tehdite” çeviriyor hem Türkiye mevcut yaklaşımlarıyla İsrail’in “güvenlik söylemini” beslemiş oluyor hem de İsrail’in “bakın Türkiye radikalleri destekliyor” diyerek Suriye’de Türkiye karşıtı argümanlarını güçlendiriyor.
Provokasyon stratejisi
Dördüncü teori provokasyon stratejisi teorisi: Bir aktör, karşıtlarının sert tepki vermesini isteyerek onların aşırı tepkisi üzerinden kendi meşruiyetini güçlendirir. Teorinin perspektifinden Türkiye’ye baktığımızda Suriye’deki edimleri daha çok yan etkiler şeklinde kendisini sahaya yansıtıyor. Ama İsrail açısından bakıldığında Suriye’de Türkiye’ye karşı provokasyon stratejisi uyguluyor. Başarılı da oluyor. Türkiye Suriye’de radikal İslamcı unsurlarla çalışıyor. Çalışmasında bir mahsur da yok. Ancak bu unsurlar Suriye’de katliama varan uygulamalara yönelip Türkiye’de bunun önüne geçemeyince İsrail’e gün doğuyor. Çünkü İsrail radikal İslamcı unsurları ve Türkiye’nin bu unsurları destekleyen yaklaşımlarını öne çıkartarak hem Türkiye’nin hamlelerini “kullanılabilir tehdite” çeviriyor hem Türkiye mevcut yaklaşımlarıyla İsrail’in “güvenlik söylemini” beslemiş oluyor hem de İsrail’in “bakın Türkiye radikalleri destekliyor” diyerek Suriye’de Türkiye karşıtı argümanlarını güçlendiriyor.
Performans muhalefeti
Son teori performans muhalefeti. Görünürde sert eleştiri gibi dursa da gerçekte sistemi tehdit eden ve sadece kontrollü muhalefet rolü gören çıkışları ifade eder. Bu teori Türkiye’nin ABD ve özellikle İsrail karşısındaki tutumunu yansıtmak için en ideal okuma biçimi. Türkiye’nin ABD bilhassa da İsrail karşısındaki pozisyonu, çoğu zaman görünürde sert ama sahada etkisiz bir muhalefetle sınırlı. Retorikte sert çıkışlar yapılsa da, İsrail’in Suriye’deki Türkiye karşıtı eylemlerinin önüne geçilemiyor. ABD’nin YPG ile fölörtü durdurulamıyor. Bu durum, sadece Türkiye’nin güçsüzlüğünü değil, aynı zamanda Suriye’de “performans muhalefeti” yapan bir aktör rolü üstlendiği yönünde algı da oluşturuyor.
Neden?
Türkiye’nin Suriye’de karşı çıktığı şeyi kendi elleriyle kolaylaştırmasının bir mantık zeminin olması gerekir. Sebepleri beş başlık altında özetlenebilir:
Stratejik körlük: Türkiye, uygulamalarının sonuçlarını doğru şekilde öngöremiyor.
İç çıkar grupları: Bazı grupların politikalar üzerindeki etkisi, bu ironik sonuçların oluşmasına yol açıyor.
Kürt fobisi: Kürtlere yönelik kaygıların, Kürtlerle işbirliğinin önüne geçmesi. Bu da Kürt kartına oynayan aktörlerin elini güçlendiriyor.
Gazze stratejisi maliyeti: Türkiye’nin Gazze için pratikte değil retorikte en sert muhalefeti yapması, İsrail’in de “madem öyle işte böyle” tutumu takınarak Suriye’de Türkiye çıkarlarını baltalamaya başlaması.
Güç ve Kapasite Eksikliği: Kanatları olmadan Suriye’de uçması, bazı değişikliklere de gücünün yetmemesi.
Galiba en belirleyici faktörler son iki seçenek: Gazze maliyeti ile kapasite yetersizliği. Bu iki faktör Türkiye’nin Suriye’de bir şeyleri engellemeye çalışırken onları daha da güçlendirmesine, ironik ve paradoksal sonuçlar doğurmasına neden oluyor.

Yorum Yazın