Son söz olarak diyebiliriz ki: Erkekliğin tahakküm, şiddet ve üstünlük olarak kurgulanmadığı; farklılıkların onurlandırıldığı; bedensel, duygusal ve kültürel eşitliğin mümkün olduğu bir dünya, gerçek anlamda demokratik bir dünyadır. Ve bu dünya, ancak erkekliği dönüştürmeyi göze alan cesur tahayyüllerin eseridir.
“…demokratik düzen yalnızca hukukun egemenliğiyle değil, tahayyüllerimizin eşitlikçi bir ontolojiyle dönüştürülmesiyle mümkündür. Ve bu tahayyülü en derininden kemiren şey, hegemonik maskülenitenin normatif şiddetidir.”
Modern demokratik tahayyülün temelinde, yalnızca meşru iktidar devri değil, aynı zamanda birbirini eşit statüde tanıyan ve karşılıklılık ilkesini içselleştiren özneler vardır. Ancak siyasal kurumlar, hukuki normlar ve anayasalar ne kadar mükemmel olursa olsun, eşitlikçi bir ethos’u içermeyen toplumsal dokular üzerinde demokrasi her zaman kırılgandır. Bu kırılganlığın en ısrarcı ve en az teşhir edilen biçimi, toplumun derin katmanlarına sinmiş olan ataerkil tahakküm kültürü ve onun en kristalize formu olan toksik maskülenitedir.
Bu yazı, demokrasiyi yalnızca siyasal biçimlerle değil, kültürel-toplumsal tahayyüllerle de temellendiren bir anlayışın zorunluluğunu ortaya koymakta ve toksik maskülenitenin bu tahayyülü nasıl içten içe sabote ettiğini; dolayısıyla “erkeklik dönüştürülmeden demokrasi tamamlanamaz” tezini savunmaktadır. Teorik çerçeve için Nancy Fraser, Judith Butler, Raewyn Connell, bell hooks ve Carole Pateman’ın eserlerinden ilham alınacaktır.
Demokrasi: Sadece Hukuk Değil, Ontolojik Eşitlik
Demokrasi yalnızca hukukun egemenliği değildir; ontolojik olarak eşit öznelerin karşılaşma mekânıdır. Fakat Pateman’ın The Sexual Contract’ta işaret ettiği gibi, modern siyasal düşünce, en başından itibaren yurttaşlığı cinsiyetlendirmiştir. Rousseau’nun “Genel İrade”si, Hobbes’un sözleşmesi ya da Locke’un mülkiyet anlayışı, hep “erkek yurttaş”a yazılmıştır. Kadınlar, queer bireyler, ve “öteki” erkeklik biçimleri, siyasal tahayyülde ya görünmezleşmiş ya da edilginleştirilmiştir.
Demokrasi, ontolojik eşitliği içermezse, yalnızca prosedürel bir formaliteye indirgenir. Bu nedenle “toksik maskülenite”, yalnızca kadınlara karşı değil, eşitliğe karşı da derin bir tehdit olarak anlaşılmalıdır: şiddeti meşrulaştıran, farklılığı aşağılama olarak kodlayan, empatiyi bir zayıflık biçiminde kriminalize eden bir kültürel-ideolojik rejim.
Butler: Normların Ontolojik Şiddeti
Judith Butler, Gender Trouble ve Undoing Gender’da toplumsal cinsiyet normlarının yalnızca dışsal bir düzenleme değil, öznelliği kuran ve bedeni disipline eden bir şiddet olduğunu gösterir. Erkek bedenin güç, agresyon ve kontrolle özdeşleştirilmesi; kadın bedenin boyun eğme ve edilgenlikle tanımlanması, sadece bireysel özgürlükleri değil, karşılıklı tanımaya dayalı demokratik öznelliği de bozar.
Butler’a göre, bu normlar tarafından zorlanan bireyler, öznelliklerinin içkin kısmı olan eşitlik ve özgürleşme potansiyelinden mahrum bırakılır. Demokratik ethos’un gerektirdiği karşılıklılık (reciprocity) ve tanıma (recognition) ilişkisi, erkekliğin normatif şiddeti tarafından sistematik olarak baltalanır.
Connell: Hegemonik Maskülenlik ve Sosyal Adalet
Raewyn Connell’in Masculinities adlı başyapıtı, “hegemonik maskülenlik” kavramıyla, erkekliğin yalnızca kadınlar üzerinde değil, erkekler arası hiyerarşiler üzerinde de nasıl yeniden üretildiğini serimler. Hegemonik maskülenlik, patriyarkayı sınıfsal, ırksal ve heteroseksist üstünlüklerle kesiştiren bir iktidar biçimidir.
Bu hegemonya, yalnızca kadınlara değil, aynı zamanda “alt erkeklik” biçimlerine de tahakküm eder: yoksul, queer, siyah, göçmen erkekler, “üstün erkek” modelinin ötekileştirici tahakkümüne maruz kalır. Böylece maskülenite, yalnızca bir erkek-kadın çatışması değil, demokratik çoğulluğa karşı topyekûn bir saldırıdır.
bell hooks: Patriarkanın Evrensel Tutsaklığı
bell hooks’un feminist düşüncesi, patriyarkanın hem kadınlar hem de erkekler için bir tür varoluşsal esaret olduğunu ortaya koyar. Erkeklik, sevgi ve kırılganlıktan arındırılıp şiddet ve tahakkümle tanımlandığında, hem kadınların eşitliğini hem de erkeklerin duygusal bütünlüğünü imkânsız kılar.
hooks’a göre, erkeklerin demokrasiye tam olarak katılabilmeleri, yalnızca iktidarı paylaşmalarıyla değil, kendi içsel dünyalarında da sevgi ve empatiyi yeniden keşfetmeleriyle mümkündür. Toksik maskülenite, yalnızca kadınların değil, erkeklerin de demokratik kapasitelerini köreltir.
Fraser: Tanıma ve Yeniden Dağıtım Diyalektiği
Nancy Fraser, toplumsal adaletin iki boyutu olduğunu söyler: yeniden dağıtım (ekonomik) ve tanıma (kültürel). Toksik maskülenite, her iki boyutta da eşitlikçi düzeni baltalar: kadınları ve “öteki” erkeklik biçimlerini ekonomik olarak marjinalleştirir, kültürel olarak ise değersizleştirir.
Fraser’ın kavramsallaştırması, bize gösterir ki; demokratik dönüşüm yalnızca yeniden dağıtım mekanizmalarıyla değil, aynı zamanda tanıma süreçlerini de kökten dönüştüren kültürel müdahalelerle mümkün olur. Toksik maskülenitenin çözülmesi, bu iki boyutun diyaleğini yeniden kurmak için elzemdir.
Demokratik Etos ve Maskülenitenin Krizi
Demokrasi, yalnızca kurumsal bir yapı değil, bir yaşam biçimidir. Charles Taylor’ın dediği gibi, demokrasinin başarısı, insanların kendilerini eşit ve onurlu hissetmelerini sağlayacak bir “toplumsal imgelem” gerektirir. Fakat toksik maskülenite, eşitliği bir tehdit, empatiyi bir zaaf, diyalogu bir zayıflık olarak kodlar.
Demokratik ethos’un dört temel öğesi şunlardır:
- Eşit statüde tanınma,
- Farklılıkların onurlandırılması,
- Şiddetten arınmış karşılaşmalar,
- Diyalog ve karşılıklılık.
Toksik maskülenite, bu ethos’un her birini sistematik biçimde çürütür.
Ne Yapmalı? Demokrasi İçin Ontolojik Müdahale
Toksik masküleniteyi çözmek için hukuki reformlar elbette gereklidir; fakat asıl mesele, kültürel tahayyüllerin dönüştürülmesidir. Önerilebilecek müdahaleler:
- Erken yaşlarda eşitlikçi ve duygusal okuryazarlığı geliştiren eğitim programları,
- Medyada normatif erkeklik figürlerinin sorgulanması ve alternatif maskülenlik modellerinin görünür kılınması,
- Erkekler arasında şiddet karşıtı, eşitlikçi dayanışma ağlarının kurulması,
- Siyasal ve ekonomik karar mekanizmalarına kadınların ve queer öznelerin tam katılımının sağlanması.
Bu müdahaleler yalnızca birer araç değil, demokrasinin ontolojik temellerini yeniden inşa edecek zorunlu etik görevlerdir.
Sonuç: Demokrasi Erkekliğin Yeniden Kurulmasına Muhtaçtır
Demokrasi, yalnızca hukuki ve siyasal bir biçim değil; bir eşitlik ve özgürlük kültürüdür. Bu kültür, ancak hegemonik maskülenitenin çözülmesiyle mümkün olabilir. Butler’ın normatif şiddet, Connell’in hegemonik erkeklik, hooks’un patriarka karşıtı etik ve Fraser’ın tanıma-dağıtım diyalektiğiyle birleştiğinde ortaya çıkan teorik sentez, bize şu gerçeği öğretir:
Demokrasi ancak erkekliğin yeniden düşünülmesi, dönüştürülmesi ve özgürleşmesiyle tamamlanabilir.
Son söz olarak diyebiliriz ki: Erkekliğin tahakküm, şiddet ve üstünlük olarak kurgulanmadığı; farklılıkların onurlandırıldığı; bedensel, duygusal ve kültürel eşitliğin mümkün olduğu bir dünya, gerçek anlamda demokratik bir dünyadır. Ve bu dünya, ancak erkekliği dönüştürmeyi göze alan cesur tahayyüllerin eseridir.

Yorum Yazın