Will Storr’un “hikayeler bilincimizi nasıl şekillendirir ve onları nasıl daha iyi anlatabiliriz” düşüncesiyle kaleme aldığı “Hikaye Anlatıcılığının Bilimi” kitabında bu gibi ve zihin-anlam ilişkisi bağlamında birçok sorunun cevabını bulabilirsiniz.
Zihin konusundaki çalışmalarda, hikâye anlatıcıları ile bilim insanlarının konuyu başka başka noktalardan ele alarak benzer sonuçlara ulaşmaları size de tuhaf gelmiyor mu? Will Storr, bu tuhaf merakı temel alarak bu iki ayrı alanın ortak bir zeminde kesiştiği konuları araştırdığı “Hikaye Anlatıcılığının Bilimi” kitabını meraklılarına sundu.
Konu hikaye anlatıcılığı olduğunda insanlığın en derin hikayesi olan “Adem ile Havva” hikayesini yeniden düşünmek düşündürmek gerektiğine inanıyorum. Adem ile Havva ve ellerinde bir kırmızı elma. Fakat ellerindeki bir elmadan daha çok bilinmezlik, merak, özgürlüğün, tutsaklığın simgesi ve daha bir sürü anlam... İşte burada başlıyor hikayemiz.
Bu hikayenin ve daha birçok hikayenin nedenini anlamak “nasılını” anlamaktan biraz daha kolay olabilir. Sonuçta toplumun nizami olmasını ve mükemmel beden planına sahip insanın neden “iyi” olmasının sebeplerini açıklamaya yönelik dini anlatılar mevcut. Nasıl yani diye anlam aradığımızda iş biraz daha zorlaşabiliyor. İşte burada yani “nasıl” kısmında hikâyelerin sadece geçmişimizi değil, zihnimizin işleyiş biçimini, anlam arayışımızı ve dünyayı kavrayışımızı da şekillendirdiğini farketmek önemlidir.
Bu anlam karmaşasına yanıtlar bulabileceğimiz bir kitaptan bahsetmek istiyorum. Bu kitap, insanlığın en derin hikayelerini bilimsel açıdan keşfetmemize, zihnimizin neden hikâye anlatmaya ihtiyaç duyduğunu anlamamıza ışık tutabilecek en iyi kitaplardan biri.
Mantıklı bir açıklaması var mı?
Bu soruyu günlük yaşantımızda sıkça sorarız. Oldukça basit olan olan bu sorunun ardında derin bir anlam yatar. Bu soruyu sorduran zihin, anlam arama çabasındadır. Çünkü insan anlam arayan bir varlıktır; dolayısıyla yaşamda amaçlarımız ve buna bağlı hedeflerimiz olmalı, bu hedefe ulaşabilmek için yapılacaklar listesi çatısı altında bir sürü sorumlulukları yerine getirmeliyiz. Çünkü beyin anlam ister, anlamlı adımlardan oluşan bir hikaye ister ve buna bağlı kalarak kontrol isteği duyar. Bu da zihni güvende hissettirir. Bu yüzden kimi zaman bir şeyleri anlamak, mantık kurmak, kontrol altında tutmak bile hikayelere başvururuz.
Çevremizde pek çok dikkat çekici durumlar yaşanır; fakat bilim insanları, dikkat çeken şeylerin anlamlı olup olmaması zihin için önemini araştıran çalışmalardan bahsetmektedir. Çünkü dikkat, ancak duygusal olarak anlam taşıyan olgularda toplanır. Zihin, neden-sonuç odaklı çalışmaya meyillidir; “çünkü” kelimesinin karşılığına anlam arar. Bu nedenle Michael Gazzaniga der ki: Zihin bir hikâye anlatıcısıdır. Davranışlarımızın nedenlerine anlam katan bir hikaye olsun yeter; yoksa zihin, buna uygun bir hikaye uydurur. Peki, bu bizi uydurukçu bir zihne sahip yapar mı? Ne dersiniz?
Peki bir hikaye nasıl olmalıdır?
Bu konuda literatürde birçok kuramsal kavram, çerçeve, model mevcuttur; ancak basit bir dil ile açıklamak gerekirse bir hikaye ilgi çekici, anlamlı, merak uyandırıcı aynı zamanda bilgilendirici olmalıdır.
Kurgu veya gerçek kahramanın zihnine girip onun dünyasında dolaşmaya, onu anlamaya ve aynı zamanda kendi karanlık mahzenimizden de çıkarımlar yapmaya imkan sağlamalıdır. Zaten hikayenin de temelde amacı budur: kusurlarımızı görebilmek. Çünkü öncelikle kendimizi tanımanın sonra da bir başkasının tanımanın en iyi yolu kusurları görebilmekten geçmektedir. Böylece bilincimizdeki veya bilinçdışındaki karışıklıkları alt üst ederek, kusurları görüp daha sağlam bir benlik inşa edebiliriz. Elbette bu “benlik” konusu kendi başına derin bir mevzu ve ayrıca ele alınmayı hak ediyor.
Anlam konusunda geldiğimizde günlük hayatta hepimizin yaşadığı anlamlı veya anlam bulamadığı küçük deneyimler vardır.
Günlük yaşantımızdan ve mutlaka herkesin karşılaşıp benzer tepkileri verdiği durumlar vardır. Mesela anlam yüklediğimiz, kopamadığımız ya da uğruna kavga ettiğimiz eşyalar… Hiç düşündünüz mü neden?
Ya da hani en minnak ayak parmağımızı bir kapıya veya dolap köşesine çarpıp can havliyle küfürler ettiğimiz anlar? Hatta bazen eşyalara insanmışçasına tepki verdiğimiz, tartıştığımız olur. Bunlar gözünüzde canlandı mı? Sizce bunların anlamı nedir?
Ve son olarak: Mekanik bir donanıma sahip görünen insan neden anlam arar?
Will Storr’un “hikayeler bilincimizi nasıl şekillendirir ve onları nasıl daha iyi anlatabiliriz” düşüncesiyle kaleme aldığı “Hikaye Anlatıcılığının Bilimi” kitabında bu gibi ve zihin-anlam ilişkisi bağlamında birçok sorunun cevabını bulabilirsiniz.

Yorum Yazın