MENU
  • ÇEVİRİ
  • YORUM
  • YARGI KRİZİ
  • PİYASALAR
  • GÜNDEM
  • DÜNYA
  • EDİTÖRDEN
  • SPOR
  • KÖŞE YAZILARI
  • DOSYA>Seçimin Ardından
  • GENEL
  • KİTAP
  • DOSYA>Avrupa'nın Seçimi
  • DOSYA>Emekliler
  • YAZARLAR
  • FOTO GALERİ
  • WEB TV
  • ASTROLOJİ
  • RÜYA TABİRLERİ
  • HABER ARŞİVİ
  • YOL TRAFIK DURUMU
  • RÖPORTAJLAR
  • Künye
  • Gizlilik Politikası
  • E-Bülten
Yeni Arayış
Yeni Arayış
Yeni Arayış
  • ANA SAYFA
  • KÖŞE & YORUM YAZILARI
  • KATEGORİLER
    • SİYASET
    • EKONOMİ
    • DIŞ POLİTİKA
    • KÜLTÜR SANAT
    • HUKUK
    • TEKNOLOJİ
    • PSİKOLOJİ
    • FELSEFE
    • KENT
    • EDEBİYAT
    • SAĞLIK
    • ASTROLOJİ
    • GEZİ
    • SÖYLEŞİ
    • EKOLOJİ
    • MEDYA
    • EĞİTİM
  • KÜNYE & İLETİŞİM
Kapat

Hadsizliğin Memleketinde Kadın Olmak

ANA SAYFASİYASETHadsizliğin Memleketinde Kadın Olmak
Hadsizliğin Memleketinde Kadın Olmak

Yargılayan değil, dinleyen; emreden değil, anlayan; karışan değil, destekleyen bir toplumda yaşamak hakkımız.

15 Nisan, 2025, Salı 21:57
  • yazdıryorum yazfont küçültfont büyüt
Serap Mumcu
Serap Mumcu
yazı içi reklam

“Sana ne?” diyebilmenin cesareti üzerine kişisel bir anlatı

Bir spor müsabakasında, futbolcuların ellerine tutuşturulmuş bir pankartta yazılıydı:

"Normal doğum en iyisidir."

Sporla ne ilgisi var?

Kadın doğumuyla ne ilgisi var?

Dahası:

Sana ne?

Ama işte, o pankart bir “uyarı” değildi sadece. O pankart, kadının bedenine, kararına, doğumuna, yaşamına dair bir ihtarnameydi.

Kadınlara "sen şöyle yap, böyle doğur, en doğrusunu biz biliriz" denilen o bildik üst perdeden ton.

Neden? Çünkü “Türkiye'nin sultanı” öyle uygun görmüş.

Öyleyse buyurun, özel hastaneler de hizaya geçsin artık.

Sen sezaryenle doğuramazsın. Çünkü birileri buna karşıymış. O karşı olma halinin de karşılıklı çıkar restleşmesinden mi kaynaklandığını bilemiyoruz elbette.

İşin üzücü yanı şu: senin acını, korkunu, bedenini kimse sormuyor. Çünkü seni sormuyorlar zaten. Sana sadece buyuruyorlar. Yapman gereken şeyi oldukça üst perdeden bir futbol maçında, erkeklerin dünyasında üstten üstten kadına pervasızca buyuruyorlar.

Ama tek meselem bu değil.

Bir meselem de hadsizlik.

Üstelik bu hadsizlik sadece bir pankartla sınırlı değil.

Bu ülkede kadın olunca, seninle birlikte herkes yaşıyormuş gibi senin hayatını.

Yani bedenin sadece senin değil gibi.

Mahallenin, akrabaların, hatta bakkalın bile karışabildiği bir şey oluyor senin özelin.

Bakın size ben kendi deneyimimi anlatayım.

Uzun yıllardır Venedik’te yaşıyorum ve sıklıkla Türkiye’den gelen konuklarıma eşlik ediyorum. Bu esnada çoğunlukla unutulmaz anılarla ayrıldığım karşılaşmalar yaşamış olsam da mutlaka bunun tersi durumlara da denk geliyorum. Bu tanışıklıklarda bana da pervasızca söylenen sözler oldu:

– Sen niye yabancıyla evlendin?

– Annen baban sana bir şey demedi mi?

– Kocan Müslüman mı?

– Niye gittin de elin Hıristiyanıyla evlendin?

– Sünnetli mi? (Şaka gibi ama hayır, gayet ciddiydiler.)

– Değilse getir, Türkiye'de halledilir. İki dakikalık iş.

– Sen niye çocuk yapmıyorsun?

– O senin çocuğun değil, kocanın çocuğu!

– Kendi çocuğun olmalı.

– Doğur. Doğursana! Yap bitane, çıkar aradan.

– Aylık gelirin ne kadar?

– Evin kira mı?

Sadece sorular değil, ima edilenler, bakışlar, üstten tavırlar, sanki senden yaş almış da hayatı senden daha iyi biliyor gibi konuşan her yaş grubundan kadın ve erkek...

Bu sadece benim hikâyem değil.

Hepimizin yaşadığı binlerce küçük, görünmez, ama içten içe yaralayan müdahalelerden sadece bazıları.

Biz çoğu zaman bunları “bize has” sanıp susuyoruz.

Ama ben artık susmak istemiyorum.

Çünkü bu, bize has değil. Bu, hastalıklı bir hâl.

Kadının hayatına, inancına, evliliğine, doğurup doğurmamasına, ekonomik durumuna burnunu sokma hakkını kendinde gören bu pervasızlık, bir zihniyet bozukluğudur.

Toplumsal bir bilinçlenmeye ihtiyacımız var.

Ama önce, bireysel bir farkındalık şart.

Kendi sınırlarımızı önce biz tanımalıyız.

Kimseye açıklamak zorunda olmadığımız alanlarımız olduğunu hatırlamalıyız.

Ve en önemlisi, kimsenin haddine olmadığını yüksek sesle söylemeliyiz.

Artık yeter.

Yargılayan değil, dinleyen; emreden değil, anlayan; karışan değil, destekleyen bir toplumda yaşamak hakkımız.

Ve biz bu hakkı sessizce değil, cesurca talep etmeliyiz.

Yazarlar sayfasını izyeret ettiniz mi?

Yorum Yazın

yazı altı ebülten
Serap Mumcu
Serap Mumcu

Bizi Takip Edin
Facebook
X (Twitter)
Instagram
Linkedin
Mastodon
Bluesky
Köşe Yazarları
Sema Erder
Sema Erder Yolsuzluktan isyana: Devlet-Toplum ilişkilerinde meşruiyetin sorgulanması*
Eser Karakaş
Eser Karakaş Voleybol, basketbol, futbol, Ali Koç, liyakat, rekabet
Korhan Gümüş
Korhan Gümüş 6-7 Eylül Sergisi’ne yapılan saldırı kendisini nasıl deşifre etti?
Akın Özçer
Akın Özçer Yanlışta ısrar
Yüksel Işık
Yüksel Işık 12 Eylül’ü yenersek, geleceği kazanırız
Murat Kartalkaya
Murat Kartalkaya Beleş darının güvercini çok olur!
Çağhan Uyar
Çağhan Uyar Kemal Bey’e açık mektup
Bahattin Yücel
Bahattin Yücel Düyunu Umumiye ve Reji Deneyi
Reha Çamuroğlu
Reha Çamuroğlu Değişen savaşlar, değişen insanlar
Murat Aksoy
Murat Aksoy İhtiyaç olan tek şey: Samimi bir görüşme
Fahri Bakırcı
Fahri Bakırcı  “Bilimci” ve “Yiyimci” Makyavelizm üzerine (3)
Tunay Şendal
Tunay Şendal Karşı-Devrimci hafızanın intikamcı tarih anlatısı
Mustafa Ergen
Mustafa Ergen Yeni Aracılar Çağı: Reklamdan akademiye, Agentic Web ve ArXiv’in yükselişi
Herkül Millas
Herkül Millas Milli açıklamaların yetersizliği
Deniz Nas
Deniz Nas Dönüşen CHP, sol popülizm ve Özgür Özel
Bilal Sambur
Bilal Sambur Hakimiyet saplantısı, hassasiyet değildir
Semih Çoban
Semih Çoban Bir öğle arası: Stephansplatz’da 20 dakika
Aydan Bakan
Aydan Bakan Pijamalı balon
instagram gel gel
Yeni Arayış
KünyeGizlilik PolitikasıE-BültenRSSSitemapSitene EkleArşiv
SOSYAL MEDYA BAĞLANTILARI
FACEBOOKTWITTERINSTAGRAMLINKEDIN

Yeni Arayış | Onemsoft Haber Yazılımı