Sonuç net: Grafiklerle güven inşa edemezsiniz. Hedeflerle oynamakla refah büyümez. Asıl başarı, yüzde 86’nın hayatında hissedilir bir iyileşme yaratmakla ölçülür. Zaman programın aleyhine çalışıyor. Mutfakta yangın varken, raporların masada ışık saçması kimseye teselli olmaz.
Merkez Bankası, yılın üçüncü enflasyon raporunu yayımladı. Grafikler, tablolar ve teknik ifadelerle dolu bu metin, kağıt üzerinde çok güçlü ifadelerle olmasa da bir başarı hikâyesi anlatıyor: “Talep koşulları zayıflıyor, dezenflasyon süreci ilerliyor.” Ancak aynı rapora biraz dikkatli bakınca, masal ile gerçek arasındaki uçurum kolayca görülüyor.
Öncelikle hedef-tahmin çelişkisi: 2025 yıl sonu için yüzde 24 enflasyon hedefi açıklanıyor. Ama aynı raporda tahmin yüzde 25–29 aralığında. Yani Merkez Bankası, kendi koyduğu hedefe kendi raporunda inanmıyor. 2026’da tablo daha da vahim: Önceki hedef yüzde 12 iken bir kalemde yüzde 16’ya yükseltiliyor. Yeni tahmin aralığı yüzde 13–19. Eski hedef artık hayal bile değil, tarihe karışmış durumda. Bunun adı teknik sapma değil, güven erozyonu. Böyle olunca da beklentileri yönetmek kolay değil.
Peki sokakta ne oluyor? TÜİK verisi açık: Her 100 kişiden sadece 14’ü insanca yaşam koşullarına sahip. Yüzde 86, hayat pahalılığıyla boğuşuyor. Bir tarafta da dolar milyarderlerimizin sayısı artıyor. Piramitin altı ve en üstü genişlediği için gelir dağılımımız artık piramitten çok meşrubat şişelerine benzedi. Orta sınıfın ruhuna El-Fatiha… Merkez Bankası raporunda “talep koşulları zayıflıyor” deniyor. Ama bu, teknik bir deyim olmaktan çok, vatandaşın temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanması anlamına geliyor.
Üstelik raporun dili de çelişkili. Bir yanda “dezenflasyon süreci kararlılıkla sürüyor” deniyor, diğer yanda “enflasyon halen istenilen düzeyde değil” vurgusu yapılıyor. Bir yanda ihtiyat, diğer yanda iyimserlik. Bu ikili ton, Eylül ayındaki Para Politikası Kurulu (PPK) kararına da yansıyacak. Ağustos 2025 enflasyon verisi bu noktada belirleyici olacak. TCMB, ılımlı bir düşüş bekliyor gibi. Ama düşüşün boyutu zayıf kalırsa, faiz indirmek ciddi risk yaratır. Muhtemelen “bekle-gör” stratejisiyle politika faizi sabit tutulacak.
Burada önemli bir ayrıntı var: Son veriler kredi kartı harcamalarının arttığını gösteriyor. Peki talep zayıflıyorsa bu artış neden? Cevap basit: Tüketiciye diğer kredi kanalları neredeyse kapalı. Üstelik gelirler eriyor. Vatandaş çareyi kart limitine yüklenmekte buluyor. Yani kredi kartı harcamalarındaki artış, bir refah işareti değil, çaresizliğin göstergesi. Bugün alınan erzak, yarının borcu. Bu tablo, “talep koşulları zayıflıyor” ifadesinin sahadaki çelişkisini gösteriyor.
Bir başka çarpıcı veri: Sosyal yardımlar bir yılda yüzde 61 artarak 2024 yılı için 491,7 milyar liraya ulaştı. Bu, milyonlarca insanın yardımsız ayakta kalamadığını gösteriyor. Enflasyon düşüyor ama refah da birlikte eriyor.
Sonuç net: Grafiklerle güven inşa edemezsiniz. Hedeflerle oynamakla refah büyümez. Asıl başarı, yüzde 86’nın hayatında hissedilir bir iyileşme yaratmakla ölçülür. Zaman programın aleyhine çalışıyor. Mutfakta yangın varken, raporların masada ışık saçması kimseye teselli olmaz.

Yorum Yazın