Türkiye’nin bu süreçte yeniden bir aday ülke konumu kazanabilmesi, yalnızca iktidar değişikliğiyle değil, daha derin bir demokratikleşme dalgası, kurumsal yeniden yapılanma ve toplumsal uzlaşı zemininde mümkündür. Siyasal kültürün demokratik normlarla uyumlu biçimde yeniden inşası, uzun vadeli bir stratejik yönelimin parçası olmalıdır.
Avrupa Parlamentosu’nun 2025 yılında yayımladığı son raporda, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik sürecinin "mevcut koşullarda yeniden başlatılamayacağı" ve "süresiz olarak dondurulduğu" ifade edilmiştir. Bu açıklama, yalnızca güncel siyasi pratiklere yönelik bir eleştiriyi değil, aynı zamanda Türkiye-AB ilişkilerinin normatif ve kurumsal temellerindeki kopuşu da yansıtmaktadır.
Türkiye’nin Avrupa Birliği ile yürüttüğü üyelik müzakereleri, 2005 yılında fiilen başlamış; ancak demokratikleşme, hukuk devleti ve insan hakları alanlarındaki reformların sürdürülebilirliği konusunda yaşanan sorunlar nedeniyle süreç zamanla donma noktasına gelmiştir.
2025 yılında Avrupa Parlamentosu’nun yayımladığı son rapor, bu sürecin artık “mevcut koşullarda yeniden başlatılamayacağını” ve demokratik gerilemenin yapısal bir boyut kazandığını ifade etmektedir. Raporda yer alan eleştiriler, yalnızca belli aktörlere değil, daha geniş bir yönetişim ve normatif çerçeveye yönelmiş bulunmaktadır.
Demokratik Gerileme ve Kurumsal Denge Sorunu
Siyaset bilimi literatüründe demokratik gerileme (democratic backsliding), otoriterleşme ile tam anlamıyla özdeş olmayan; ancak demokratik kurumların etkinliğini, şeffaflığını ve hesap verebilirliğini zayıflatan yapısal dönüşümleri tanımlamaktadır.
Türkiye örneğinde bu gerileme, yasama-yürütme-yargı ayrımının muğlaklaşması, yerel yönetimlerin özerkliğine yönelik müdahaleler ve ifade özgürlüğünün daralması gibi göstergeler üzerinden okunmaktadır. Bu durum, yalnızca iktidar politikalarının sonucu olarak değil, aynı zamanda muhalefetin kurumsal alternatif üretmedeki yetersizliği ve toplumsal muhalefetin parçalı doğası bağlamında da değerlendirilmelidir.
AB Kriterleri ve Normatif Uyumsuzluk
Avrupa Birliği üyeliği, yalnızca ekonomik entegrasyonla sınırlı bir süreç olmaktan öte, liberal demokratik normlara kurumsal ve kültürel düzeyde uyumu gerektirmektedir. Türkiye, özellikle 2010 sonrası dönemde bu normatif çerçeveden giderek uzaklaşmakta; yasaların biçimsel düzeydeki uyumuna karşın, uygulamada keyfiyet ve seçici hukuk pratikleri gözlemlenmektedir.
Avrupa Parlamentosu’nun son raporunda Ekrem İmamoğlu’na yönelik siyasal baskılar ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne yönelik diplomatik tutumlar da bu normatif sapmanın sembolik göstergeleri olarak sunulmuştur. Bu gelişmeler, Türkiye’nin AB ile olan ilişkisini yalnızca stratejik değil, aynı zamanda değer temelli bir kopuşa sürüklemektedir.
Sonuç olarak, AB üyeliği Türkiye için yalnızca bir dış politika hedefi değil; aynı zamanda iç politikada demokratik konsolidasyonu sağlayacak bir kaldıraç işlevi görmektedir. Bu nedenle, üyelik sürecinin askıya alınması hem siyasi reformların motivasyonunu azaltmakta hem de dış politikada yönsüzleşme riskini beraberinde getirmektedir.
Siyasal Kültür, Meşruiyet ve Katılım Krizi
Demokratik sistemlerin sürdürülebilirliği, yalnızca kurumsal yapılarla değil, aynı zamanda toplumsal katılımın niteliği ve meşruiyet algısıyla da doğrudan ilişkilidir. Türkiye’de son yıllarda gözlemlenen seçmen davranışlarındaki kutuplaşma, demokratik rekabetin yerini kimliksel sadakatlere bıraktığını göstermektedir. Bu bağlamda, demokratik gerileme yalnızca yukarıdan aşağıya bir süreci değil, aynı zamanda toplumsal düzeydeki katılım ve hesap sorma mekanizmalarının da zayıflamasını içermektedir. Bu durum, AB’nin Türkiye’ye yönelik değerlendirmelerinde daha yapısal bir dönüşüm talebini beraberinde getirmiştir.
Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye’ye ilişkin üyelik sürecini “süresiz dondurma” kararı, bir nihai kopuş anlamına gelmemektedir. Ancak bu karar, AB’nin genişleme politikasında normatif kriterlerin yeniden güçlendirildiği ve aday ülkelerin iç siyasetine dair daha açık tutumların benimsendiği bir döneme işaret etmektedir.
AB’ye Üye Olmak Neden Önemlidir?
Avrupa Birliği’ne üye olmak, sadece ekonomik bir kazanım ya da dış politika tercihi olarak değerlendirilmemelidir; bu süreç aynı zamanda bir devletin yönetişim kalitesi, hukukun üstünlüğüne bağlılığı ve demokratik normlara uyumu açısından da dönüştürücü bir etkide bulunmaktadır. AB üyeliği, aday ülkeler için liberal demokrasinin kurumsallaşması, temel hak ve özgürlüklerin güvencelenmesi ile şeffaf ve hesap verebilir kamu yönetimi normlarının içselleştirilmesini teşvik etmektedir. Türkiye özelinde değerlendirildiğinde, üyelik perspektifi, 2000’li yılların başında demokratik reformlara hız kazandırmış; sivil-asker ilişkileri, ifade özgürlüğü ve yargı bağımsızlığı gibi alanlarda önemli ilerlemeler sağlanmıştır.
Ekonomik açıdan bakıldığında ise AB üyeliği, tek pazarın sunduğu avantajlar sayesinde yatırım ikliminin iyileşmesini, dış ticaret hacminin genişlemesini ve mali politikaların istikrar kazanmasını mümkün kılmaktadır. Hukuki çerçevede ise AB müktesebatına uyum, ulusal mevzuatın uluslararası normlarla senkronize edilmesini sağlamaktadır. Bu durum hem iç yatırımcıların güvenini artırmakta hem de uluslararası düzeyde ülkenin itibarını yükseltmektedir.
Ayrıca, Avrupa Birliği üyeliği bir “aidiyet” meselesi olarak da değerlendirilmektedir. Bu bağlamda üyelik, yalnızca teknik kriterlerin yerine getirilmesini değil, aynı zamanda Avrupa değerlerine – demokrasi, çoğulculuk, insan hakları ve barış – yönelik bir siyasi ve kültürel bağlılığı da gerektirmektedir. Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinin donması, bu normatif aidiyetin sorgulanmasına neden olmakta; Türkiye'nin uluslararası sistemdeki yönelimlerinin daha pragmatik ve doğuya dönük bir eksene kaymasına yol açabilmektedir.
Sonuç olarak, AB üyeliği Türkiye için yalnızca bir dış politika hedefi değil; aynı zamanda iç politikada demokratik konsolidasyonu sağlayacak bir kaldıraç işlevi görmektedir. Bu nedenle, üyelik sürecinin askıya alınması hem siyasi reformların motivasyonunu azaltmakta hem de dış politikada yönsüzleşme riskini beraberinde getirmektedir.
Türkiye’nin bu süreçte yeniden bir aday ülke konumu kazanabilmesi, yalnızca iktidar değişikliğiyle değil, daha derin bir demokratikleşme dalgası, kurumsal yeniden yapılanma ve toplumsal uzlaşı zemininde mümkündür. Siyasal kültürün demokratik normlarla uyumlu biçimde yeniden inşası, uzun vadeli bir stratejik yönelimin parçası olmalıdır.
Kaynakça
· Levitsky, S. & Ziblatt, D. (2018). How Democracies Die. Crown Publishing.
· Merkel, W. (2004). Embedded and Defective Democracies. Democratization, 11(5), 33-58.
· European Parliament. (2025). Report on EU-Turkey Relations. Strasbourg: European Union.
· Pridham, G. (2005). Designing Democracy: EU Enlargement and Regime Change in Post-Communist Europe. Palgrave.

Yorum Yazın