Aktau’da TÜRKSOY’un düzenlediği Tiyatro Festivali’nin ardından Çimkent’e geçtim. Tarihi İpek Yolu’nun duraklarından bu şehir, adeta evliyalar diyarı… Pir Ahmet Yesevi’nin babası İbrahim Ata ve annesi Ayşe Ana’nın kabirleri, Seyram Mahallesi’nde hâlâ ziyaretçilerini bekliyor. Burada dualarımızı ettikten sonra karayoluyla Özbekistan’ın başkenti Taşkent’e doğru yola çıktım. Şimdi gelin, geçmişle geleceği birbirine bağlayan bu şehirde kısa bir yolculuğa çıkalım.
Taşkent…
Kökleri İpek Yolu’na uzanan, gökdelenleriyle bugünü yaşayan; her taşında tarihin, her sokağında geleceğin izini taşıyan bir metropol.
Sanatçı dostlarım Nesima ve İbrahim’le dolaşırken, şehrin kalbinde Hazreti İmam Külliyesi’ne giriyoruz.
Ebu Bekir Kaffal eş-Şaşi’nin türbesi, kubbelerden süzülen gökyüzüyle konuşuyor.
Muyi Mübarek Medresesi’nde sergilenen Osman Mushafı’nın önünde nefesimiz kesiliyor. Ceylan derisine yazılmış satırlar… Bu yalnızca bir kitap değil, tarihin kalbi.
Öğle vakti Çorşu Pazarı’ndayız. Baharat kokuları, meyve yığınları, bakır işlemeler… Pazarlık sesleri yükseliyor.
Nesima gülerek fısıldıyor:
“Bizde fiyat söylenirse, asıl konuşma o zaman başlar.”
Bir satıcı tandırdan yeni çıkmış samsa ikram ediyor. Sıcak böreğin kokusu, pazarın tüm karmaşasına dostane bir huzur katıyor.
Taşkent metrosuna iniyoruz. Her istasyon bir tablo gibi: mozaikler, kubbeler, desenler…
Yan koltukta annesine sarılan bir çocuğun gözleri, istasyon duvarlarındaki süslemelerde parlıyor.
Bir anlığına zaman yolculuğu yapmış gibi hissediyoruz.
Akşamüstü, kızıl gökyüzünün altında Barakhan Medresesi’ne varıyoruz. Sessizlik, taşlara işlenmiş ayetleri daha da derin kılıyor.
Nesima eline bir ahşap kutu alıyor, parmağıyla desenleri okşuyor:
“Bu sadece bir eşya değil, dedemin dedesinden kalma bir nasihat gibi…”
Taşkent’de son yılların en büyük kültürel projelerinden biri: İslam Medeniyetleri Merkezi.
Yedi yıl süren inşaatın ardından açılan bu dev yapı, yalnızca bir müze değil; İslam dünyasının tarihini, sanatını ve düşüncesini geleceğe taşıyan bir kültür mabedi.
Her bölümü özenle tasarlanmış, koleksiyonları titizlikle hazırlanmış. Şimdiden turistlerin ilgisini çeken bu merkez, Taşkent’e yeni bir değer katıyor. Bir yanda Hazreti İmam Külliyesi’nin asırlık taşları, diğer yanda modern müze salonları…
Taşkent, tarihle bugünü yan yana yaşatmayı başarıyor.
Akşam olduğunda dost sofrasındayız. Buharı tüten Özbek pilavının üzerinde bıldırcın yumurtaları, sofranın bereketini taçlandırıyor.
İbrahim bir kadeh çay kaldırıyor:
“Bizim çayımız dostluğun başlangıcıdır.”
Taşkent, yalnızca taşlarla ve anıtlarla örülü bir kent değil.
Akşam olduğunda şehrin restoranları turistlerle dolup taşıyor. Mistik dokusunu modern yaşamla birleştiren Taşkent, Avrupalı gezginler için de oldukça cazip bir durak.
Dostluğun tebessümünde, pazarda yükselen pazarlık seslerinde, metroya inen bir çocuğun gözlerinde ve İslam Medeniyetleri Merkezi’nin ışığında yaşayan bir ruh var burada.
Taşkent, bozkırın ortasında açan bir gül gibi; kokusu tarihten, rengi bugünden…
Bu şehir, geçmişle gelecek arasında kurulmuş büyük bir köprü. Ve bu köprüden, asırlar boyunca daha nice nesiller geçmeye devam edecek.

Yorum Yazın