Demokrasiyi seçimlerden ibaret sanmak yanlış. Yöneticilerin seçimle başa geçtiği fakat demokrasi sayılamayacak pek çok yönetim biçimi var. Göçebe aşiret federasyonlarından geç Ortaçağ İtalya’sındaki kent cumhuriyetlerine değin farklı toplumlarda liderlerin seçim yoluyla belirlendiğini (ve genellikle ömürleri boyunca bu görevi sürdürdüklerini) biliyoruz. Bugün demokrasi dediğimizde bundan daha fazlasını kastediyoruz. Karar alıcıların seçiminden ziyade, karar alma süreçlerinin kolektifliği burada belirleyici. Bir diğer ifadeyle birlikte düşünüp, ortak geleceğimizi ilgilendiren kararları beraber aldığımız siyasal sistemlerin adı demokrasi.
Birlikte karar alabilmek için bilişsel anlamda ortak bir zeminde buluşmamız gerekiyor. Tıpkı beraber futbol oynamak isteyen bir grup insanın, oyunun kuralları konusunda bir uzlaşıya varmasının şart olması gibi. Siyasi meselelerde farklı kanaatlerimiz olması elbette doğal. Hangi politik adımların atılması gerektiğine dair farklı düşüncede olabiliriz. Ancak sözünü ettiğimiz bilişsel zeminde uzlaşmak, dar anlamda siyasi olmayan meselelerde, somut duruma ve olgulara dair ortak bir algıya sahip olmak durumundayız. Örneğin sanayi politikasını ele alalım. Dünya yapay zeka devriminin arifesindeyken, Türkiye’nin de geçmiş deneyimlerinden hareketle gelecekte nasıl bir sanayi politikası izlemesi gerektiğine karar vermemiz gerekiyor. Bu kararların demokratik bir tartışma neticesinde alınabilmesi için, konunun olgusal boyutu üzerinde asgari bir uzlaşma içerisinde olmamız gerekir. Bundan yirmi beş sene önce ülkede bir toplu iğnenin bile üretilemediğine inanan birisi ile, tam tersine eskiden büyük bir sanayi ülkesi olduğumuzu düşünen birisinin anlamlı bir tartışma yürütebilmesi ve ortak karar alması imkansızdır. Zira siyasi uzlaşı bir ortak bilişsel zemin üzerinde yükselir ve olgular gibi ortak bir dizi referansa dayanır. Bu ortak bilişsek referans noktalarının bulunamadığı, olgusuz (nonfactual) bir demokrasi mümkün değildir.
Bugün tüm dünyada demokrasilerin karşı karşıya olduğu epistemolojik tehlikenin bir boyutu da bu. Hakikat-sonrası (post-truth) bir dünyada yaşıyoruz. Bu yalnızca bir çoklu hakikatler dünyası değil, aynı zamanda olgular üzerindeki bilişsel uzlaşının da tümüyle ortadan kalktığı bir dünya. Olgular anlamını yitirdiği için, siyasette yalan söylemek bir ahlaksızlık olmaktan çıkıp başarının anahtarı halini alıyor. Trump’ın sahte-haber (fake news) ithamlarında karşımıza çıkan sahtelik kavramı da artık sahih olana atıfla tanımlanan, olgularla örtüşmemeyi ifade eden bir kavram değil. Bir metni sahte, bir haberi fake haline getiren onun çıktığı kaynak. Kendi itibar ettiğimiz kaynaklardan gelmeyen bütün verileri, aksi ispatlanıncaya kadar sahte kabul ediyoruz. Bu anlamda sahtelik, siyaset dilinde bir ad hominem kalıbından ibaret.
Olguların tümüyle ortadan kalktığı, bilgi evrenlerinin kompartmanlara ayrıldığı ve sosyal medya manipülasyonlarının vak-i adiyeden sayıldığı bir dünyadayız artık. Siyasetçi için yalan söylemenin sakıncası yok. Kendi hedef kitleleri dışında kimsenin itibar etmediği haber kanalları, ürettikleri içeriklerin sorumluluğunu taşımıyorlar. Seçmenler ise doğruyu arayan yurttaşlar değil, kendi konumlarını maddi, manevi ve zihinsel olarak tahkim etme peşindeki birer otomat.
Böyle bir toplumsal bağlamda ortak tartışma ve birlikte karar alma gibi süreçlerin yaşatılması elbette imkânsız. Bugünün sözde demokratik rejimlerinde siyaset bir güç oyununu, müzakere ise bilek güreşini ve kakofoniyi ifade ediyor. Seçmenler aktif birer katılımcıdan çok ikna edilip gönlü çelinecek, kandırılacak birer oydan ibaret. Seçim çalışmaları da bu nedenle yalan ve manipülasyon kampanyalarına dönüşüyor. Zamane demokrasileri aslında sandığa atılan oylar konusunda yürütülen içeriksiz bir savaştan başka bir şey değil. Bu siyaset dünyasında sandık dışında hiçbir şey gerçek değil. Hatta zaman zaman sandığın dahi gerçekliği şüpheli hale gelebiliyor.
Bu şekli demokrasilere karşı gerçek bir yurttaş demokrasisi için mücadele etmek bir gereklilik. Zira toplumlar ancak insan sermayeleri kadar müreffeh olabilir. Demokrasi ise bu insan sermayesini en çok geliştiren siyasi rejim. Hakikate saygının yaygınlaşması ve ortak bir bilişsek temelin yeniden inşası da bu bakımdan öncül bir ihtiyaç. Elbette müreffeh toplumlara erişme yolunda başka pek çok yapısal engelimiz var. Ancak bu engelleri aşmaya bir yerden başlayacaksak, önceliği hakikate duyulacak saygıya vermek gerekiyor.




























Yorum Yazın