MENU
  • ÇEVİRİ
  • YORUM
  • YARGI KRİZİ
  • PİYASALAR
  • GÜNDEM
  • DÜNYA
  • EDİTÖRDEN
  • SPOR
  • KÖŞE YAZILARI
  • DOSYA>Seçimin Ardından
  • GENEL
  • KİTAP
  • DOSYA>Avrupa'nın Seçimi
  • DOSYA>Emekliler
  • YAZARLAR
  • FOTO GALERİ
  • WEB TV
  • ASTROLOJİ
  • RÜYA TABİRLERİ
  • HABER ARŞİVİ
  • YOL TRAFIK DURUMU
  • RÖPORTAJLAR
  • Künye
  • Gizlilik Politikası
  • E-Bülten
Yeni Arayış
Yeni Arayış
Yeni Arayış
  • ANA SAYFA
  • KÖŞE & YORUM YAZILARI
  • KATEGORİLER
    • SİYASET
    • EKONOMİ
    • DIŞ POLİTİKA
    • KÜLTÜR SANAT
    • HUKUK
    • TEKNOLOJİ
    • PSİKOLOJİ
    • FELSEFE
    • KENT
    • EDEBİYAT
    • SAĞLIK
    • ASTROLOJİ
    • GEZİ
    • SÖYLEŞİ
    • EKOLOJİ
    • MEDYA
    • EĞİTİM
  • KÜNYE & İLETİŞİM
Kapat

Çürümüş hiçbir şey yok şu Danimarka Krallığı’nda

ANA SAYFAGEZİÇürümüş hiçbir şey yok şu Danimarka Krallığı’nda
Çürümüş hiçbir şey yok şu Danimarka Krallığı’nda

Çürümüş hiçbir şey yok şu Danimarka Krallığı’nda

19 Şubat, 2024, Pazartesi 21:30
  • yazdıryorum yazfont küçültfont büyüt
Yeni Arayış
Yeni Arayış
yazı içi reklam
Deniz, birliğin güvenliğini sağlamak üzere Castellet’nin çevresinde bir daire çiziyor, yemyeşil setlerin yanında çevreyle uyumlu sevimli askeri binalar görülüyor, yeldeğirmeni olanca heybetiyle dikiliyor. Gel de Kopenhag’ı sevme kolaysa, ne mümkün!Kâinatın bütün önyargılarını toplayıp gelseniz, üstüne de bolca Batı nefreti ilave etseniz, sanırım gene de Kopenhag’ı beğenmemek için bir sebep yaratamazsınız.Kopenhag’da sürekli Kongens Nytorv’a çıktığım için burası şehrin ağırlık merkezi olabilir diye düşünüyorum ama önce şu Dancanın tuhaflıklarına değinmek istiyorum.Polonyalıların yazmayı da yazdıklarını okumayı da beceremediğine gidince emin olmuştum, onlar kadar olmasa da Danimarkalıların da okuyup yazma konusunda hayli sorunlu olduklarına eminim artık.Bir tabela, bir yönerge veya benzeri bir şey görüyorum, soruyorum birine, anlamaz gözlerle bakıyor bana, sanki ilk defa bu kelimeleri duyuyor gibi.Neden sonra anlıyor ama aynı kelimeleri öyle bir şekilde telaffuz ediyor ki bu sefer ben şüphe ediyorum, acaba doğru mu anladı diye.Bu Kongens de bunlardan biri, “Kongens” desen olmuyor, “Kancıns” ı-ıh, “Konjan” hakgetire…Nasılsa Danimarkalılar duymayacağı için siz yazıda nasıl okumak isterseniz öyle okuyun, biz artık Kopenhag’ı gezmeye başlayalım.İlk istikametimiz, Kopenhag denince akla ilk gelen Nyhavn tabii ki.Nyhavn, renkli binalarıyla, binaların altındaki şık lokantalarıyla ve masalcı Andersen’in evinin burada yaşamasıyla çok meşhur bir yer.Nyhavn’daki lokantaların üçüne gittim ama onları sonra anlatırım, Kongens’ten geniş meydanı geçip Nyhhavn’a girdiğimize göre nehrin sağ kolundan yürürsek Andersen’in evini gelebiliriz, e o zaman gelelim, hem sol koldaki rengârenk evleri buradan görmek daha güzel.Burada bir “Kopenhag fotoğrafı” çektiyseniz karşı tarafa geçelim çünkü Küçük Denizkızı heykelini görmeye gideceğiz.Ama yolumuzun üstünde öncelikle görmemiz gereken bir saray var.
Shakespeare’in Hamlet’teki ilk cümlesini hemen herkes ezbere bilir: “Çürümüş bir şeyler var şu Danimarka Krallığı’nda…” İşte kokuşmuşluğuyla tarihe geçen kale bu ama gidip görecek fırsat bulamadım, yolum bir daha Kopenhag’a düşerse evvela bu Kronborg’a gideceğim.
Kraliçe hâlâ burada ikamet etse de sarayın bir bölümü gezilebiliyor ama ben maalesef Amalienburg Sarayı’nın içini göremedim, avlusunu gezmekle yetindim.Saray demişken Kopenhag’ın bu açıdan hayli zengin olduğunu belirtmemde yarar var; bunlardan en bilineni Kopenhag’ın biraz dışındaki Kronborg -piyesteki adıyla Elsinore.Shakespeare’in Hamlet’teki ilk cümlesini hemen herkes ezbere bilir: “Çürümüş bir şeyler var şu Danimarka Krallığı’nda…”İşte kokuşmuşluğuyla tarihe geçen kale bu ama gidip görecek fırsat bulamadım, yolum bir daha Kopenhag’a düşerse evvela bu Kronborg’a gideceğim.Böylece, bir parka geldik.Parkta aşina bir yüzün büstü var: Sir Winston Churchill.Arkasında da Anglikan kilisesi, St Alban.Gefion çeşmesi de burada, ama ben geldiğimde nedense suyu akmıyordu.Danimarkalıların Nazi işgaline nasıl direndiklerini anlatan muhteşem Direniş Müzesi, yine bu parkta.
Küçük bir köprüyü geçip geldiğiniz Castellet’e iki katlı askeri yapıların arasından yürümek keyifli, ama doğal setlerin üzerinden yeldeğirmenine doğru yürümek on kat daha keyifli.
Parkı geçip biraz yürüyelim, şehrin alametifarikası olan heykelin önü her zamanki gibi kalabalıktır.Kayanın üstünde oturmuş biraz da mahzun bekleyen Küçük Denizkızı’nın hikâyesini de anlatayım: Dünyaca meşhur bira markası Carlsberg’in kurucusunun oğlu Carl Jacobsen, Kopenhag’ın kültür tarihinde çok önemli bir yere sahip. Jacobsen, 1909 senesinde, Andersen’in masalından sahneye uyarlanan Küçük Denizkızı balesine gitmiş. Özellikle de Ellen Price adındaki balerinden çok etkilenmiş. Onun heykelini yaptırmak istemiş. Heykeltıraş Edvard Eriksen’le anlaşmış. Gelgelelim, Ellen Price, sadece yüzünün yapılmasına izin verdiğini söylemiş. Edvard Eriksen, heykelin vücudu için poz vermeye eşi Eline’yi ikna etmiş. Dört senede tamamlanmış.Buraya kadar gelmişken Castellet’yi görmeden olmaz.Castellet, anlaşılan, eskiden şehrin savunması için oluşturulmuş, bugün de işlevini bir ölçüde sürdürüyor ama bir mekân militarizmden ne kadar uzak olabilirse o kadar uzak ve ne kadar estetik olabilirse o kadar estetik.Küçük bir köprüyü geçip geldiğiniz Castellet’e iki katlı askeri yapıların arasından yürümek keyifli, ama doğal setlerin üzerinden yeldeğirmenine doğru yürümek on kat daha keyifli.Böyle diyorum ama bunu set üstündeyken söylemek kolay değil, zira öyle zalim bir rüzgâr esiyor ki insanın yüzü gözü yer değiştiriyor, yanakların şakaklarına yükselirken bere kafandan uçmasın diye sıkı sıkı sarılıyorsun.Gene de etrafın büyüleyici güzelliği her şeyin üstüne çıkıyor.Deniz, birliğin güvenliğini sağlamak üzere Castellet’nin çevresinde bir daire çiziyor, yemyeşil setlerin yanında çevreyle uyumlu sevimli askeri binalar görülüyor, yeldeğirmeni olanca heybetiyle dikiliyor.Gel de Kopenhag’ı sevme kolaysa, ne mümkün!Danimarka Yazıları serisinin ikinci yazısını okumak için lütfen tıklayınız...
Yazarlar sayfasını izyeret ettiniz mi?

Yorum Yazın

yazı altı ebülten
Yeni Arayış
    Yeni Arayış

    Bizi Takip Edin
    Facebook
    X (Twitter)
    Instagram
    Linkedin
    Mastodon
    Bluesky
    Köşe Yazarları
    Armağan Öztürk
    Armağan Öztürk Terörist İsrail Türkiye’ye saldırabilir mi?
    Murat Paker
    Murat Paker CHP üzerinden narsisizm, haset ve politik liderlik
    Başak Yağmur Eray
    Başak Yağmur Eray Biz ne yaşıyoruz, biz ne yapıyoruz?
    Kübra Evliyaoğlu
    Kübra Evliyaoğlu Gösteri toplumu: Yaşamı geri alabilir miyiz?
    Hakan Tahmaz
    Hakan Tahmaz CHP’nin direniş maratonu ve Türkiye’nin yol ayrımı
    Erol Katırcıoğlu
    Erol Katırcıoğlu Parti değiştiren başkan, başkanlığı da bırakmalıdır!
    Murat Aksoy
    Murat Aksoy CHP yönetiminin hiç mi suçu yok?
    Hasan Çetin
    Hasan Çetin Bunsen Komite Raporu: David Koridoru ve Suriye’de Adem-i Merkeziyet
    Sema Erder
    Sema Erder Yolsuzluktan isyana: Devlet-Toplum ilişkilerinde meşruiyetin sorgulanması*
    Eser Karakaş
    Eser Karakaş Voleybol, basketbol, futbol, Ali Koç, liyakat, rekabet
    Korhan Gümüş
    Korhan Gümüş 6-7 Eylül Sergisi’ne yapılan saldırı kendisini nasıl deşifre etti?
    Akın Özçer
    Akın Özçer Yanlışta ısrar
    Yüksel Işık
    Yüksel Işık 12 Eylül’ü yenersek, geleceği kazanırız
    Murat Kartalkaya
    Murat Kartalkaya Beleş darının güvercini çok olur!
    Çağhan Uyar
    Çağhan Uyar Kemal Bey’e açık mektup
    instagram gel gel
    Yeni Arayış
    KünyeGizlilik PolitikasıE-BültenRSSSitemapSitene EkleArşiv
    SOSYAL MEDYA BAĞLANTILARI
    FACEBOOKTWITTERINSTAGRAMLINKEDIN

    Yeni Arayış | Onemsoft Haber Yazılımı