Çağrımız açıktır: Taraf olmak değil, ortaklaşmak esastır. Birbirimizi tüketerek değil, birlikte üreterek yol alabiliriz. Kurultayları kriz değil, kurumsal yenilenme fırsatı olarak görebiliriz.Çünkü biz, Cumhuriyet’i kuran kadroların mirasçılarıyız. Bu mirası korumak, kişisel değil, tarihsel bir görevdir.
Cumhuriyet Halk Partisi yalnızca bir siyasal aktör değil; Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu hafızası, demokratik mücadele tarihinin taşıyıcısı ve halkın örgütlü vicdanıdır. Bu nedenle CHP’yi konuşmak, yalnızca bir partiyi değil, aynı zamanda bir kurumsal aklı, bir demokrasi kültürünü ve halk iradesinin sürekliliğini konuşmaktır. Tam da bu yüzden, bugün partimizi ilgilendiren “kurultay davası” yalnızca hukuki değil, tarihsel ve ahlaki bir mesele olarak önümüzde durmaktadır.
Son günlerde kamuoyuna yansıyan dava süreci, mahkemenin verdiği görevsizlik kararıyla birlikte başka bir boyuta taşınmış; artık yalnızca bir iç hukuk meselesi olmaktan çıkıp, partimizin iç işleyişine yönelik yeni bir kutuplaşma dalgasına zemin hazırlamıştır. Bu gelişme, CHP’nin asırlık birikimine ve krizlerle baş etme maharetine yakışmayacak şekilde, bazı çevrelerce bir iktidar arayışına dönüştürülmektedir.
Ancak şunun altını net biçimde çizmek gerekir: Bir davayı kazanmak, partiyi kazanmak değildir.
CHP, tarihi boyunca sayısız kongre mücadelesi vermiş, temsil adaletine dair zorlu sınavlardan geçmiş ve kimi zaman sancılı değişim süreçleri yaşamıştır. Ancak bu süreçlerin her birinde, temel bir fark gözetilmiştir: Tartışmalar ne kadar sert olursa olsun, “ortak yapı”ya zarar verilmemiştir. Eleştiri yapılmış, rekabet yaşanmış, ama sonunda hep örgüt aklı galip gelmiştir. Bugün yaşadığımız süreç ise, ne yazık ki bu sınırların ötesine geçmiş, yargı eliyle yürütülen bir iç siyasal mühendisliğe dönüşmüştür.
Elbette ki, parti içi muhalefet meşrudur. Değişim talebi de demokratik işleyişin doğal sonucudur. Ancak bu talebin nasıl, ne zaman ve hangi araçlarla dile getirildiği, o talebin meşruiyetini belirler. Kurultay iradesine yönelik hukuki girişimlerin zamanlaması, dili ve yöntemi; ne yazık ki birlik duygusunu tahkim etmek yerine, örgütte derin bir güvensizlik üretmektedir.
Kurultay, CHP tarihinde sadece bir seçim süreci değil, siyasal meşruiyetin tazelenme alanıdır. O kürsüde konuşan her delege, yalnızca kendi ilini değil; Cumhuriyet tarihine emanet edilmiş bir geleceği temsil eder. Bu yüzden kurultayların gölgesi dahi şaibeye açık hale getirilemez. Çünkü meşruiyetin sorgulandığı bir yerde, halkın gözündeki güven de zedelenir.
Bugün yapılması gereken, davanın teknik ayrıntılarında taraflaşmak değil; bu süreci, örgütsel etik ve tarihsel sorumluluk çerçevesinde değerlendirmektir. Hiçbirimiz, bu partinin geleceğini günü kurtarma heveslerine, kişisel hesaplaşmalara veya dış müdahalelere kurban edemeyiz. CHP’yi CHP yapan, dış müdahaleleri iç dirayetle püskürtme kabiliyetidir.
Unutmayalım ki;
İsmet İnönü’nün soğukkanlılığı,
Bülent Ecevit’in halkla kurduğu sahici bağ,
Deniz Baykal’ın kurumsal süreklilik arayışı,
bizlere yalnızca birer miras değil, birer sorumluluk çağrısıdır.
Kurultay davası, yalnızca bir hukuk süreci değildir; CHP’nin kendi vicdanıyla yüzleştiği, temsil kültürünü sorguladığı ve geleceğe nasıl bir parti olarak yürüyeceğini belirleyeceği tarihsel bir dönemeçtir.
Bu yüzden çağrımız açıktır:
Taraf olmak değil, ortaklaşmak esastır.
Birbirimizi tüketerek değil, birlikte üreterek yol alabiliriz.
Kurultayları kriz değil, kurumsal yenilenme fırsatı olarak görebiliriz.
Çünkü biz, Cumhuriyet’i kuran kadroların mirasçılarıyız. Bu mirası korumak, kişisel değil, tarihsel bir görevdir.

Yorum Yazın