Siyaset Bilimci Derya Kömürcü, Yöneylem Sosyal Araştırmalar Merkezi tarafından yapılan Türkiye Siyaset Araştırması’nın bulgularını değerlendirdi.
Bu hafta içinde Yöneylem Sosyal Araştırmalar Merkezi son seçmen eğilimleri araştırmasının bazı bulgularını kamuoyu ile paylaştı. 13-16 Eylül tarihleri arasında Türkiye seçmen evrenini yansıtan 2100 kişilik bir örneklemle görüşülerek gerçekleştirilen son Türkiye Siyaset Araştırması’nın bulgularını incelediğimde en önemli gelişmenin erken seçim isteyenlerin oranındaki artış olduğunu görüyorum. Son iki ayda erken seçim isteyenlerin oranı yüzde 43’ten yüzde 54’e yükselerek 11 puan artmış. Erken seçim istemeyenlerin oranı yüzde 38 civarında.
31 Mart yerel seçimlerinin ardından seçim yorgunu olan ve sorunlarının çözümüne odaklanılmasını bekleyen toplum, giderek daha fazla sorunlarının bu iktidar tarafından çözülemeyeceğine ikna oluyor. Bunda kuşkusuz siyasal aktörlerin müdahalesinin de payı var. Son dönemde “geçim yoksa seçim var” sloganıyla yaygınlaşmaya başlayan erken seçim çağrılarının bu oranın yükselişinde payı olduğunu göz ardı edilemez. Muhalefetin tüm unsurlarına yayılan ve toplumsal muhalefet içinden de destek bulan daha güçlü bir erken seçim çağrısının toplumda daha yüksek oranlarda karşılık bulması şaşırtıcı olmaz. Bununla birlikte erken seçim talebinin ulaştığı oranın AKP-MHP iktidarının meşruiyetini sorgulatan ve yönetme kapasitesini erozyona uğratan bir noktada olmadığını da görmek gerekir. Erken seçim tartışmasının CHP’nin birinci parti olması, AKP’nin oy kaybetmesi gibi özellikle partiler üzerinden yapılıyor olması, tüm yetkiyi kendisinde toplamış olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın meşruiyetinin sorgulanmasının ıskalanmasına yol açıyor.
CHP’nin son dönemde bilinçli bir biçimde altını çizdiği, en son Tüzük Kurultayı’nda da açıkça öne çıkarılan “Türkiye’nin Birinci Partisi Cumhuriyet Halk Partisi” sloganı gerçekliğini koruduğu gibi genel olarak kabul de görmeye başladı. 31 Mart yerel seçimlerinin ardından gerçekleştirilen hemen hemen tüm kamuoyu araştırmaları CHP’nin birinci parti pozisyonunu tescil ediyor. Ancak CHP’nin 31 Mart’ta yaptığı sıçramanın ardından aynı oy oranı seviyelerinde (yüzde 34-35) kaldığını, AKP’deki oy kaybına rağmen CHP’de anlamlı bir oy kazancı olmadığını da söyleyelim. Muhalefetin parçalı bir yapı sergilediği, ittifak ya da işbirliği imkanlarının sınırlı göründüğü bir ortamda gerçekleştirilecek bir seçimde CHP’nin hem TBMM’de güçlü bir çoğunluk elde edebilmek hem de kendi adayını cumhurbaşkanı seçtirebilmek için yüzde 35 barajını aşarak yüzde 40’lara doğru yükselmesi gerekir.
CHP’nin birinci parti konumuna gelmesi önemli bir gelişmedir. Psikolojik üstünlüğün muhalefete geçmesi önemlidir. Ancak CHP’nin esas olarak muhalefet içinden beslenerek oylarını artırdığını göz ardı etmemeliyiz.
Öte yandan AKP oy kaybetmeye devam ediyor. Son milletvekilliği seçimini baz alacak olursak AKP’nin oy oranında beş puanın üzerinde bir gerileme olduğu söylenebilir. Bu, iki buçuk milyonun üzerinde seçmenin AKP’den uzaklaştığı anlamına gelir. Ancak bu kayıp esas olarak kararsızlaşma ya da oy kullanmama eğilimi şeklinde tezahür ediyor. 14 Mayıs 2023’te AKP’ye oy vermiş 5 kişiden 1’i bugün kararsız ya da oy kullanmama eğiliminde. Bununla birlikte 100 AKP seçmeninden 6’sının bugün CHP’ye oy vermeyi tercih ettiğini görüyoruz, ki bu Türkiye’nin kutuplaşmış siyasal ortamında son derece önemli bir gelişme.
Araştırmayı anlamlandırmak açısından kararsızlar ve oy kullanmayacaklar oransal olarak dağıtılmadan önceki tabloyu incelemek daha doğru olacaktır. AKP oy kaybederken kararsızlar ve oy kullanmayacakların oranı artıyor. İki ay önce yüzde 16’ya yakın ölçülen kararsızlar ve oy kullanmayacaklar bugün yüzde 20’ye yaklaşıyor. Yüzde 20 gibi yüksek bir oranı orantısal olarak partilere dağıttığınızda örneğin CHP birinci parti konumunda olduğu için gerçeklikle pek de uyumlu olmayan oranda bir pay almış oluyor.
"Türkiye'nin sorunlarını hangi parti çözer" diye sorulduğunda "hiçbiri" diyenlerin yüzde 40'a ulaşması ve CHP diyenlerin bu partinin oy oranının oldukça altında kalması dikkatle analiz edilmesi gereken bir bulgudur.
Bu seçmen kümesini analiz etmek için yakın hissettiği parti, geçmişte oy verdiği parti, geçmişte oy verdiği cumhurbaşkanı adayı, önümüzdeki seçimde destekleyebileceği cumhurbaşkanı adayı ve asla oy vermeyeceği parti sorularak genel eğilimi tespit edilebilir. Araştırma bulgularını incelediğimde kararsızlar ve oy kullanmayacaklar içinde kendisini AKP’ye yakın hissedenlerin çoğunlukta olduğunu, yüzde 40’a yakınının 14 Mayıs’ta AKP’ye oy vermiş olduğunu görüyorum. Dolayısıyla bu seçmenlerin seçim sürecinde AKP’ye geri dönebileceğini, daha da önemlisi AKP’ye dönmeseler, örneğin Yeniden Refah Partisi’ni destekleseler bile cumhurbaşkanlığı seçiminde yeniden Erdoğan’ı destekleyebileceklerini göz ardı etmemek gerekir.
Bu araştırma bulgularından hareketle, son birkaç ayda ısrarla vurgulayarak söylediklerimi tekrar etmek pahasına bazı uyarılarda bulunmam gerekir. CHP’nin birinci parti konumuna gelmesi önemli bir gelişmedir. Psikolojik üstünlüğün muhalefete geçmesi önemlidir. Ancak CHP’nin esas olarak muhalefet içinden beslenerek oylarını artırdığını göz ardı etmemeliyiz.
31 Mart yerel seçimleri sonrasında değişen siyasal iklimden kaynaklı olarak özellikle muhalif kamuoyunda değişenin gerçekte ne olduğunu doğru bir biçimde kavramayı güçleştiren bir iyimserliğin hâkim olduğunu görüyoruz. Oysa yazıya dayanak oluşturan araştırma gibi kamuoyu araştırmalarının temel iddiası seçim günü gerçekleşecek sonucu tahmin etmek değil, o güne uzanan sürecin dinamiklerini, o dinamiklerdeki değişimi ve genel olarak siyasal trendi analiz etmektir. Bu açıdan bakıldığında AK Parti’nin oy oranı düşerken MHP’nin oy oranının düşmüyor olmasını, Cumhur İttifakı’nın toplam oy oranının hâlâ -özellikle de muhalefetteki dağınıklık göz önünde bulundurulduğunda- bir iktidar iddiasını beraberinde getirdiğini görmek gerekir. CHP’nin birinci parti haline gelirken esas olarak muhalefet içinden güçlendiğini, özellikle de İYİ Parti’deki erimenin her ay biraz daha arttığını gözden kaçırmanın 14 Mayıs 2023’te olduğu gibi önümüzdeki dönemde de hayal kırıklıklarına yol açabileceğini şimdiden vurgulamanın önemli olduğunu düşünüyorum.
CHP’nin geldiği oy seviyesi parlamenter sistemde olsak çok anlamlı olabilirdi, ancak yürürlükteki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde esas olan cumhurbaşkanlığını kazanmak olduğu için iktidar ve muhalefet kutuplarının toplamda hâlâ birbirine yakın oranlarda olduğunu, yani ortada kazanılmış bir seçim ya da kaçınılmaz bir iktidar değişikliğinin söz konusu olmadığını vurgulamak gerekir.
Bu bağlamda "Türkiye'nin sorunlarını hangi parti çözer" diye sorulduğunda "hiçbiri" diyenlerin yüzde 40'a ulaşması ve CHP diyenlerin bu partinin oy oranının oldukça altında kalması dikkatle analiz edilmesi gereken bir bulgudur.
Yorum Yazın