Bu süreçte CHP’nin yapması gereken anti-entelektüel pozisyonu terk ederek, çeperindeki entelektüeller, akademisyenler, STK’lar olmak üzere toplumun farklı kesimleri ile yeni “taşıyıcı koalisyon”lar kurmak olmalıdır. Hem de geç olmadan. Bu taşıyıcı koalisyonlar üzerinden ulaşamadığı toplumsal kesimlere ulaşabilir. Bunu tamamlayacak adım ise hızla bir “Türkiye viyonu”/“Türkiye hikayesi” ortaya koymak ve bunu seçmeni ikna edecek güçlü bir “kadro” ile taşımalıdır.
Geçtiğimiz günlerde Hasan Bülent Kahraman CHP üzerine önemli bir yazı yazdı.Yazısındaki şu tespit; “Solun geleceği kendisini yeniden düşünmesindedir ama ondan önceki hamle mutlaka kültür üstünde düşünmektir.”beni bu yazıyı yazmaya itti.
Geçmişten bu yana ister yakın olalım, ister uzak CHP üzerine yazmak, konuşmak daima riskli olmuştur.
Uzakta olduğumuz dönemlerde yazdıklarımız “dışardan okuma” olarak görülüp dikkate alınmazken; yakın olduğumuz dönemlerde yazdıklarımız ise parti içinden kişi/pozisyon bağı üzerinden okundu.
Oysa ikisi de değil.
Çünkü, üzerine yazılan konu, yazarı tarafından önemsendiği, anlamlı bulunduğu için yazılır.
Sonuçta yazar, her durumda kendi görüşünü ifade eder. Ve en önemlisi de yazıları yazdıran esas olarak “dert”tir. Yani her yazı, “dert söyletir” durumunun “dert yazdırır” halidir.
Diğer yandan Türkiye, her alanda ön yargıların güçlü oldu bir ülke. Bu yüzden yazıdan, yazının ortaya koyduğu fikirden çok onu yazan, yazanın kimliği, siyasi düşüncesi ve ilişkileri konuşulur. Yazı, içerdiği fikir üzerinden, yazanın kimliği üzerinden tartışılır.
Bu yüzden olsa gerek ülkede fikir tartışması neredeyse yoktur ama bolca dedikodu vardır.
***
CHP, Türkiye’nin en eski ve kurucu parti olarak sahip olduğu; i) tarihsellik, ii) örgütlülüğüyle, kendini alternatif olarak tanımlayan tüm parti, girişim ve hareketlerin gözünün olduğu parti olmuştur.
Bu nedenle CHP’de olan en küçük yönetim değişikliği, tüm bu alternatif parti, girişim ve hareketlerin kendi konumlarını yeniden değerlendirdiği ve çoğunlukla da kendilerini tasfiye ederek partiye katıldıkları bir vakadır.
Son olarak 2010 yılında Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkan olmasıyla pek çok siyasi girişim kendini feshederek CHP katılmış ve temsilcileri siyasete burada devam etmektedir.
CHP bu açıdan tarihsel ve kurumsal olarak sürekliliği -1980 Darbesi’nde yeniden açıldığı 1993’e olan dönem hariç- devam etmiş olsa da izlediği siyaset, siyaset yapma tarzı, konjonktür ve lidere bağlı olarak değişmiştir. Bu açıdan farklı dönemlerde, farklı CHP’lerden bahsetmek doğru olacaktır.
Burada CHP’nin siyasi kimliği konusunda iki soru önemlidir.
İlki, CHP, kim/ler için siyaset yapmaktadır?
CHP, hangi değerleri savunarak siyaset yapmaktadır?
Bu sorulara her dönemin CHP’nin farklı cevabı olduğu açıktır.
Buna rağmen bu tarihsellik içinde şu tespiti yapmak yanlış olmayacaktır;
CHP, istisnai dönemler dışında devlet merkezli siyaset yapmıştır. Bu açıdan da ona sol/sosyal parti demek doğru olmayacaktır.
CHP’nin topluma döndüğü, toplumsal taleplerin siyasetini Ecevit’in liderliğinde 1974-80 arası ve Kılıçdaroğlu liderliğindeki 2014 sonrası dönemde yapmıştır.
İlginç olan ise bu dönemlerde CHP’nin devlete mesafe alma gerçeğidir. CHP’nin topluma yaklaşması, devlete aldığı mesafe ile doğru orantılıdır.
İlk dönem 1980 Darbesi ile sona ermiştir.
İkinci dönem ise, Özel liderliği ile devam ettirilmeye çalışılmaktadır.
Ancak burada hemen şu tespiti eklemekte yarar var; Kılıçdaroğlu’ndan Özel’e geçen liderlikte en temel sorun, partinin yaşadığı değişimi ideolojik olarak ete-kemiğe büründürememiş olmasıdır.
Bunda parti liderliği ve bir bütün olarak partinin, “anti-entelektüel” karakterinin büyük payı vardır.
Kılıçdaroğlu, 2014 sonrasında belirgin biçimde devletten uzaklaşarak topluma yakınlaşmış ve farklı toplumsal kesimlerle diyalog kurmuştur.
Hatta 5 Kasım 2021’de başlatmış olduğu “helalleşme” siyaseti, parti içinde de, çeperindeki akademik kadro tarafından siyasallaştırılamamıştır.
Bu açıdan Özel’in CHP’de süren bu değişimi ideolojik olarak güçlenmesini sağlayacak bir söylem+kadro siyasallaşmasına imkan yaratması partinin eksik olan ideolojik pozisyonunu üretmesine katkı sunacaktır.
Ancak hemen parantez açarak şunu ifade edelim, bu ideolojisizlik hali sadece CHP’ye özgür değil, Türkiye’de kurumsal anlamda bir “Siyaset” olmadığı için -küçük ideolojik partiler dışında kalan- siyasetin genel sorunudur.
Bu tartışma bağlamında şu uyarıyı yapmayı da gerekli görüyorum; AKP’nin 2012 sonrası savrulduğu otoriterleşme politikaları, kurucu parti olarak CHP’nin siyasi tercihlerini tartışmaktan kaçamayız, kaçmamalıyız. Sonuç olarak değişim, kendine mesafe almakla başlar.
***
31 Mart yerel seçimlerinde elde edilen başarı, iktidar tarafından hazmedilememiş ve 19 Mart ile başlayan ve halen devam eden operasyonlar başlamıştır.
Bu süreçte yaşananların, hukuki değil siyasi olma nedeni de bu hazımsızlıktır.
Bütün bu gelişmeler karşısında CHP ve lideri Özel kaçınılmaz olarak bu siyasi iklim içinde siyaset yapıyor.
Biri İstanbul’un bir ilçesinde olmak üzere haftada 2 miting yapıyor. Bunun dışında farklı illere ziyaretler yapıyor.
İmamoğlu ve arkadaşlarının tutukluluk sürecini sona erdirmeye çalışıyor.
Açıkçası bir lider olarak elinden gelenin fazlasını yapıyor.
Sadece Özel değil, başta genel başkan yardımcıları olmak üzere ülke gündeminde kriz alanlarına anında müdahale ediyorlar, tepki veriyorlar.
Açıkçası CHP, siyaseten yapılabilecek her şey yapıyor.
Buna rağmen yapılan kamuoyu araştırmalarında CHP açık ara önde değil. AKP her şeye rağmen yüzde 30 civarında o alıyor.
***
O zaman şu soru ortadadır.
Peki CHP bu süreçte neyi eksik yapıyor?
Ya da daha ne/ler yapılmalı?
Açıkçası bu süreçte CHP’nin en büyük eksiği, yukarıda ifade ettiğim anti-entelektüel pozisyonu terk ederek, entelektüeller, akademisyenler, STK’lar olmak üzere toplumun farklı kesimleri ile yeni “taşıyıcı koalisyon”lar kurmak durumundadır. Hem de geç olmadan. Bu taşıyıcı koalisyonlar üzerinden ulaşamadığı toplumsal kesimlere ulaşabilir.
Bunu tamamlayacak adım ise hızla bir “Türkiye vizyonu”/“Türkiye hikayesi” ortaya koymak ve bunu seçmeni ikna edecek güçlü bir “kadro” ile taşımalıdır.
Yani CHP üreteceği Türkiye vizyonunu, Türkiye hikayesini kendi kanalları dışında inşa edeceği yeni taşıyıcı koalisyonlarla toplama taşımalıdır.
Elbette bunları ancak ideolojik bir tutarlılıkla gerçekleştirdiğinde anlamlı olacaktır.
Şimdi yazının başına dönelim.
CHP bunu yapabilir mi?
Yapabilir.
Ama bunun yolu liderden üyeye kadar herkesin içinde olduğu, üye olduğu partiye eleştirel bakabilmekten geçer.
Bu vesile ile bu tartışma bağlamında şu uyarıyı yapmayı da gerekli görüyorum; AKP’nin 2012 sonrası savrulduğu otoriterleşme politikaları, kurucu parti olarak CHP’nin siyasi tercihlerini tartışmaktan kaçamayız, kaçmamalıyız.
Sonuç olarak değişim, kendine mesafe almakla başlar.

Yorum Yazın