Toplumsal ilişki ağları maddi ve manevi her dönüşümle farklı şekillerde yeniden dengeye geldiklerinden yani sabit olmadıklarından, toplum her aşamada yeni bir sözleşme çerçevesinde bireyler üretir. Yani toplum da, kendisine gösterilen dirençlerden ve onu yeniden örgütlenmelere zorlayan maddi manevi değişimlerden etkilenir.
İnsan, bir topluluk içerisinde doğmadığında ölür. Bütünüyle savunmasız, bedenini kullanmayı bilmeyen, aşırı güçsüz, hiçbir eylem şansı bulunmayan insan bebek, yaklaşık on dört yaşına kadar tek başına yaşamda kalabilme yetilerini geliştiremez. İnsan, varolabilmek için bir topluluk içerisinde doğmalı ve belli bir yaşa kadar gereksinimleri ve korunması topluluk tarafından üstlenilmelidir. Aksi takdirde ölüm kaçınılmazdır.
Bu yaklaşım, sıkça savunulan bir ezberi, bireylerin toplumu oluşturduğu varsayımının karşısında bir konum alır: bireyler toplumu değil, toplum bireyleri oluşturur. Toplum, bireyi yaşamda tutarken, ona gelişkin bir model sunar. Bu modelde temel görev, içine doğduğu toplumla nasıl entegre olacağıdır. Entegrasyon düşünsel, inançsal, töresel, ahlaksal, ekonomik, siyasi ve dilseldir. Bebek, genetik özellikleri ve içgüdüsel tepileri çerçevesinde bir benlik üretmeye yönelmez, içine doğduğu toplumla uyum sağlamak için her aşamada kendi genetik özelliklerinden ve içgüdülerinden taviz verir. Toplumun kuralları çerçevesinde kendi bedenini, toplumla pazarlık bağlamında geriye alır. Kıyafetler giyer, cinselliğini kamusal alanda geri çeker, siyasi geleneğe uyum sağlar, hiyerarşik yapılar, bürokratik tasarımlar, ekonomik donanımlar, ahlaki kuşatımlar, dilsel ifadeler bağlamında toplumun genel kabullerini içselleştirir. Bireyliği ve toplumsallığı arasında bir alana yerleşir.
Bu alana yerleşmesinin ardından, uyumlu bir toplum bireyi olarak, toplumun her alandaki kalıtlarının birer uygulayıcısı, denetçisi, öğreticisi ve yayıcısı haline gelir. Toplumsal varsayımlar, bireyin her aşamasında onun birer özdenetimcisine dönüşür. Bu özdenetimin dışına çıkıldığında ise birey, toplum tarafından ayıplanır, utandırılır, dışlanır, cezalandırılır, küçümsenir, görmezden gelinir, aşağılanır. Birey ile toplum arasındaki ilişkide, kurucu öğe birey değil, toplumdur. Bireyin, toplumun olmadığı bir dünyaya doğmuşluğu ancak ölümle sonuçlandığı için yoktur. Birey, ancak toplum dolayımında vardır.
Fakat toplumun kendi yapısı da geçmişten pek çok kalıt almakla birlikte, o topluluğun gelecek planlarına, topluluğu bir arada tutan ideolojik, stratejik, ekonomik, sosyal, siyasi, ahlaki, dini ve sanatsal pek çok farklı ilişki ağına dolanmış aşırı komplike ilişkiler ve karşılıklı tepkimelerle donatılmıştır. Bu ilişki ağlarının ve tepkimelerin sabit olmaması ve tüm bu bileşenlerdeki her türlü minik değişime dahi duyarlı olması, sürekli değişen bir toplum yapısı ortaya koyar. Bu yüzden aynı coğrafya ve aynı siyasi haritaya doğsalar dahi her nesil benlik inşasını farklı bir ilişkiler ve tepkimeler ağı içerisine kurar. Dışarıda her şey benzer görünse dahi, farklı nesiller, aynı anda aynı mekânda farklı ilişkiler ve tepkimeler ağlarına dahildir. Donanım aynı olsa da işletim sistemleri farklılaşmıştır. Çünkü kurucu öğe birey değil, toplumdur. Geniş nüfuslarda, herkes kendisine özgü farklı bir topluluk içerisinde hareket eder. Böylelikle kapsayıcı bir şemsiye toplumun altında pek çok alt topluluk var olur ve kişiler, içerisinde yaşadıkları alt topluluklara da uyum sağlarlar.
Bireyin, toplum karşısında etkin olmaktan çok edilgin olması ve toplum karşısında pek az müdahale şansının bulunması bireysel açıdan heves kırıcıdır. Bu yüzden bireyler, kendilerini mahkûm hissettirecek bu yaklaşımı olabildiğince bilinçlerinden süpürmek isterler.
Ekonomik sınıflar, ideolojik kabuller, yaş aralıkları, sayısalcılık-sözelcilik, dinsel inançlar, eğitimsel farklılıklar, coğrafi farklılıklar gibi pek çok alt bileşen, toplumun her bir bireyini yeniden farklı alt topluluklar içerisinde konumlar. Her birey, farklı toplumsal alt topluluklar kesişimlerine dağıtılır.
Böylece İstanbul’da Kadıköy’de büyümüş, lisans ve yüksek lisans okumuş, yüksek gelir grubuna dahil, pek çok kez yurt dışına çıkmış, ahlaken flörtleşmesi yasaklanmamış, kıyafetlerine karışılmamış, eğitilirken dayak yememiş, bir ya da birden çok yabancı dil öğrenmiş, hızlı internet altyapısına sahip, harcama yaparken, harcadığı son birkaç liranın ölüm kalım meselesi olmadığı bir gençle, Muş’ta büyümüş, ilkokulu zor bitirmiş, çok düşük gelir grubuna dahil olan, ahlaken flörtleşmesi yasaklanmış, eğitimi sıkça dayakla özdeşleştirilmiş, internet ve yabancı dil olanakları düşük olan bir gencin birbirlerinden çok farklı kişiler olmaları onların kişisel muktedirliklerinden kaynaklanmaz. İçlerine doğdukları toplumların onları ne şekilde kişiler olmaya yönlendirmesinden kaynaklanır. Bununla birlikte kuramsal olarak toplumlar arasında geçişkenlik mümkündür. Bir bireyin doğduğu ve bir süre içerisinde vakit geçirdiği bir topluluktan, başka bir topluluğa asimile olması her zaman olasılık dahilindedir. Fakat genellikle sonradan gelenlere, önceden gelmişler tarafından kabul kapıları pek kolay açılmaz. Sonradan gelenlere sıklıkla “sonradan görme”, “dönme”, “eski İslamcı/komünist/Kemalist/liberal” gibi lakaplar yaftalanır. Fakat yine de topluluklar arası geçişkenlik, özellikle moderniteden itibaren mümkündür.
Bireyin, toplum karşısında etkin olmaktan çok edilgin olması ve toplum karşısında pek az müdahale şansının bulunması bireysel açıdan heves kırıcıdır. Bu yüzden bireyler, kendilerini mahkûm hissettirecek bu yaklaşımı olabildiğince bilinçlerinden süpürmek isterler. Bireye mahkûm değil, özgür olduğunu, muktedir olduğunu, toplumun bireyi değil, bireyin toplumları kurduğunu fısıldayanları izlerler. Oysa birey toplumu tarafından yetiştirilirken, o toplumun varlığı için gerekli olan tüm varsayımlar ve önkabullerle donatılarak büyütülmüştür. Bu, birey, toplumun dışına çıkamaz anlamına gelmez. Birey toplumun dışına çıkabilir. Fakat bunun bedelleri olur: toplum bu kişileri ya kapatır (hapishane, tımarhane, kadınlara ev hapsi) ya da ekonomik, sosyal, sevgi bağlamlarında dışlar.
Toplumsal ilişki ağları maddi ve manevi her dönüşümle farklı şekillerde yeniden dengeye geldiklerinden yani sabit olmadıklarından, toplum her aşamada yeni bir sözleşme çerçevesinde bireyler üretir. Yani toplum da, kendisine gösterilen dirençlerden ve onu yeniden örgütlenmelere zorlayan maddi manevi değişimlerden etkilenir. Böylece şartların toplumu, toplumun bireyleri, bireylerin az da olsa şartları ve toplumu etkiledikleri, asimetrik de olsa entropik bir dönüşüm sürekli olarak yenilenir gider.
Bir insanın varoluşunda, kişi bireyci dahi olsa, zorunlu olarak toplum, bireyi önceler.
Yorum Yazın