EVET burası bir cehennem. Suçluların asla hak ettikleri cezaları almadığı, adaletin olmadığı, kadınların- çocukların korunamadığı, 8 yaşındaki bir kız çocuğunun en yakınları tarafından canice öldürüldüğü, günlerce cesedinin bulunamadığı, bulunduğunda ise tabutunun gelinlikle süslendiği korkunç bir cehennem.
Bazı zamanlarda yaşamak çok zorlaşır. Aldığınız her nefes bir eziyete dönüşür. Yaşamanın, insan olmanın yükü ve sorumluluğu ağır gelir. İşte böyle zamanlarda, acının insanı aştığı bu zor zamanlarda, dünyadan soyutlamak ister insan kendini. Başka türlü baş edemeyeceğini bilerek kabuğuna çekilmek ister. Bir tür korunma içgüdüsüyle. Sanır ki, her şeyden uzaklaşırsa dayanmakta zorlandığı acılar da ondan uzakta kalacaktır.
Günlerdir böyle bir ruh hali içinde, sakin ve her şeyden uzak kalmaya çalışarak geçirdim günlerimi. Yazmak istedim, kelimeler bir araya gelmedi. Sadece dua ettim, hiç ümidim olmadan. Bir filmi defalarca izlemiş ve sonunu ezbere bilen bir seyirci gibi, sonunun ne olduğunu bilerek, gelişmeleri takip ettim.
NARİN… Gözlerindeki o ışık, duruşundaki o naiflik, masumluk, bir an gitmiyor gözlerimin önünden. Bakmaya bile kıyamadım bazen, aman dedim, nazarım değer. Çoktan kıymışlardı sana oysa ki… Zor, tarifi çok zor.
NARİN…
Olanları tahayyül ettikçe nefesim yetmedi bana, ruhum bedenime sığmadı. Feryat etmek istedim, tüm dünyayı yakmak istedim. Ama nafile, hiçbir şey bir adım ileri gitmiyordu. Tüm feryatlar diniyor, dünya kendini yeniden var ediyor ve devam ediyordu tüm kötülükler.
NARİN… Gözlerindeki o ışık, duruşundaki o naiflik, masumluk, bir an gitmiyor gözlerimin önünden. Bakmaya bile kıyamadım bazen, aman dedim, nazarım değer.
Çoktan kıymışlardı sana oysa ki… Zor, tarifi çok zor. Kelimelere dökmek çok zor. Neler yaşadığını düşünebilmek çok zor. Ama o, tüm bunları yaşadı, o minik kalbiyle. Korktu, çok korktu ama sığınacak kimseyi bulamadı. Hiç kimse Narin’i koruyamadı. Bırakın korumayı, en güvendikleri, en yakınındakileri yaşattı ona bu vahşeti.
Hep öyle olmuyor muydu zaten. Kadınların, çocukların başlarına gelen her türlü durumun faili, hep en yakındakiler olmuyor muydu? Alışmıştık buna, alıştığımız ve kabullendiğimiz daha birçok şey gibi. Bir çocuk ortadan kaybolduğunda en yakınındakilerden başlıyordu kurduğumuz senaryolar.
Biz biliyorduk bunu, daha önce yaşadıklarımız öğretmişti fakat yetkililer bilmiyor muydu? Eğer biliyorlarsa neden bir şey yapmıyorlardı?
Bizde her zaman “kol kırılır yen içinde kalır” atasözünün izlerini görmek mümkündür. Evde, sokakta, emniyette, adli kurumlarda hatta devleti yönetenlerde, hep bu basit mantıkla bakılır olaylara. Yani kırılan o kol, hep kadınların kolu olur.
KIRILAN O KOL, HEP KADINLARIN KOLU OLUR
Bir suç her durumda suçtur ve her suçun karşılığında verilmesi gereken cezalar belirlidir. Peki bir suç, en güvendikleriniz, en yakınınızdakiler tarafından işleniyorsa, yani en savunmasız olduğunuz alanda gerçekleşiyorsa, karşılığında failin alacağı ceza aynı mıdır? Aynı mı olmalıdır?
Elbette aynı değil. Bizde her zaman “kol kırılır yen içinde kalır” atasözünün izlerini görmek mümkündür. Evde, sokakta, emniyette, adli kurumlarda hatta devleti yönetenlerde, hep bu basit mantıkla bakılır olaylara. Yani kırılan o kol, hep kadınların kolu olur.
Eşinden şiddet görüp emniyete sığınan kadın, ‘‘olur öyle şeyler karı koca arasında, şimdi şikayetçi olsan daha çok kızacak kocan’’ diye ikna edilerek evine gönderilir. Polisi arayıp ‘‘karşı komşum karısını dövüyor, yardım edin’’ diye şikayette bulunulsa, polis, aile içi sorun olarak görür ve müdahale etmeye imtina eder… Hadi diyelim ki müdahale edildi, en hafif cezalarla fail geri salınır.
Daha önce yaşanan çocuk taciz olaylarında da durum farklı olmamıştır. Dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu, Ensar Vakfı’na yöneltilen cinsel istismar iddialarına ilişkin, “Buna bir kere rastlanmış olması hizmetleri ile ön plana çıkmış bir kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz” diyerek durumu normalleştirmeye çalışmış ve bu korkunç olayı kapatmak istemiştir. 2012-2015 yılları arasında 9-10 yaşlarındaki 45 çocuğun istismara maruz kaldığı polis raporuyla belgelenen dava, yalnızca bir kişinin ceza almasıyla sonuçlanmıştır.
6 yaşındaki bir çocuğun 29 yaşındaki biriyle evlendirilmesi, yıllarca bu istismara maruz bırakılması yetmezmiş gibi, ortaya çıkan gerçekler, aile ve çocuk rızası gibi akıl almaz ifadelerle normalleştirilmeye çalışılmıştır. İşte o gün kopmalıydı kıyamet ama kopmadı.
İŞTE O GÜN KOPMALIYDI KIYAMET
Yine aynı şekilde Hiranur Vakfı’nda 6 yaşındaki çocuğun istismar edilerek, evlendirilmesine yönelik 2012 yılında açılan dosya takipsizlikle kapatılmış, dönemin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ 2016 yılında yaptığı bir açıklamada “Bunlar cinsel istismar değil, bunlar cinsel istismar suçunu zorla işlemiş olan kişiler değil. Bunlar tamamen ailelerin ve küçüğün de rızasıyla yapılmış işler”şeklindeki kan donduran ifadeleriyle açıklamalarda bulunmuştur. 6 yaşındaki bir çocuğun 29 yaşındaki biriyle evlendirilmesi, yıllarca bu istismara maruz bırakılması yetmezmiş gibi, ortaya çıkan gerçekler, aile ve çocuk rızası gibi akıl almaz ifadelerle normalleştirilmeye çalışılmıştır.
İşte o gün kopmalıydı kıyamet ama kopmadı. Bunun yerine, kutsal aile- kutsal devlet bir araya gelerek çocuk- kadın bedeni üzerinden politikalarını yürütmeye devam etti. Kutsal oldukları için kimse onlara itiraz edemedi.
Evet, vurgulayarak yazmakta fayda var: TÜRKİYE’DE HER ŞEY POLİTİKTİR. O politikanın belirlediği kurallara göre her türlü değer kolaylıkla çiğnenebilmektedir. Bu savunmasız bir çocuk bedeni olsa bile.
TÜRKİYE’DE HER ŞEY POLİTİKTİR
Bunları neden hatırlatıyorum. Şunun için: Bu ülkede her ne oluyorsa bu öncelikle bir zihniyet sorunudur. Kanunların eksikliğinden değil, uygulamadaki yetersizliklerden kaynaklı sorunlardır. Yani bir zihniyet, ailenin kutsallığına inanıp onu önceliklediği için kadın cinayetleri ikincil öneme sahip olabilmekte ya da aynı zihniyet çocuk evliliklerine, çocuk istismarına sırf oy alacağı İslamcı kitle rahatsız olmasın diye ses çıkarmayabilmektedir.
Evet, vurgulayarak yazmakta fayda var: TÜRKİYE’DE HER ŞEY POLİTİKTİR. O politikanın belirlediği kurallara göre her türlü değer kolaylıkla çiğnenebilmektedir. Bu savunmasız bir çocuk bedeni olsa bile.
ECPAT 2015 yılı Türkiye raporuna göre, çocuklar, Türkiye’de cinsel şiddete en fazla maruz kalan grubu oluşturmaktadır. Türkiye’deki cinsel suçların yüzde 46’sı çocuklara karşı işlenmekte ve çocukların cinsel istismarında Türkiye dünya listesinde 3. Sırada yer almaktadır.
Ne kadar acı değil mi? Bir iddia değil bunlar, araştırmalar sonucunda ortaya konulmuş somut veriler. Dahası da var? TÜİK verilerine göre, son 10 yılda 482 bin 908 kız çocuğu devletin izniyle evlendirilmiş, son 6 yılda ise 142 bin 298 çocuk anne olmuştur.
2002’den bu yana 18 yaşın altında 440 bin çocuk doğum yapmış ve 15 yaşın altında cinsel istismara uğrayarak doğum yapan çocuk sayısı 15 bin 937 olarak kayıtlara geçmiştir.
Özetle, 20 yılda 4,5 kat artış gösteren korkunç bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzu görmemiz gerekmektededir. Yine aynı şekilde, bu artışın sebebinin politik olduğunu ve eğer böyle devam ederse bizi zifiri bir karanlığa mahkum edeceğini de.
Gerçek katilin, kadınların - çocukların bedeni ve yaşamı üzerinde söz sahibi olan, din, gelenek, örf, adet, devlet görünümlü, erkek zorbalığı olduğunu idrak etmeliyiz. Her şeyi yapma yetisini kendinde gören bu erkek zorbalığı, toplumun her katmanına ince ince işlemiş ve kendisini farklı şekillerde defalarca göstermiştir. Şiddet bunun en görünen kısmıdır. Cinsel ve fiziksel şiddetin arkasında yer alan neden, erkek zorbalığına gösterilen müsamahadır. Şiddet, gösterilen bu müsamaha sayesinde her geçen gün dozunu artırmakta ve ciddi bir toplumsal soruna dönüşmektedir.
Erkek egemen zihniyetin bu konudaki en büyük zararı, yargının içine kadar işlemiş olması ve cezasızlık gibi bir sorunla karşımıza çıkmasıdır. Defalarca eşini darp ettiği halde ceza indirimleriyle salınan ve yarım bıraktığı işi tamamlayan erkekler, kravat taktığı için iyi halden cezası hafifletilen erkekler, canice bir kadını öldürdüğü halde haksız tahrik indirimi uygulanan erkekler bu ülkenin gerçeklikleridir. Yani çözümün kaynağı yanlış yerde aranmakta daha doğrusu sorun çözülmek istenmemektedir. Eğer çözülmek istenseydi, sorunun kaynağına inilerek bu gerçeklikler görülebilir ve karşılığında caydırıcı önlemler alınabilirdi.
Geleneklere sarılarak, aileyi kutsallaştırarak hiçbir yere varamayacağımız ortadadır. Zira, kutsal kıldığımız o aile, Narin’in ve daha birçok çocuğun- kadının cehennemi olmuştur ve olmaya devam edecektir. Bu zihniyet sorununu, daha doğrusu bu kompleksli erkeklik sorununu aşamadığımız sürece, ne aile ne de devlet dediğimiz mekanizma kadınları ve çocukları koruyamayacaktır.
Biz her gün yüreğimiz kanaya kanaya aynı şeyleri seyretmeye ve acaba sıra bize ne zaman gelecek diye düşünmeye mahkum kalacağız.
EVET burası bir cehennem.
Suçluların asla hak ettikleri cezaları almadığı, adaletin olmadığı, kadınların- çocukların korunamadığı, 8 yaşındaki bir kız çocuğunun en yakınları tarafından canice öldürüldüğü, günlerce cesedinin bulunamadığı, bulunduğunda ise tabutunun gelinlikle süslendiği korkunç bir cehennem.
Narin… Güzel yavrum… Bu cehennemden kurtulduğun için şanslısın ama yine de yaşamanı isterdik. Güzel günler görebilmeni, seni gelinlikle görmeyi hayal edenlere inat bir kadının gelin olmaktan başka birçok hayali gerçekleştirebileceğini gösterebilmeni dilerdik.
İzin vermediler. Gittiğin yerin buradan çok daha güzel olduğuna eminim. Ama yine de keşke o güzel gözlerinle bakmaya devam etseydin bize. Keşke yaşadıklarını hiç yaşamasaydın, engel olabilseydik tüm bunlara…
Yorum Yazın