Olası İsrail tehdide karşı Cumhurbaşkanı siyasi partileri bir araya getirmiyorsa bu tehdit ciddi değildir ya bu tehdit söylemi yani beka üzerinden tabanının konsolide etmek ya da iktidar bloku dış politika üzerinden kendine bir dokunulmazlık alanı yaratmak ve tüm muhalefetin de çizdiği bu alanda kendisini desteklemesini bekliyor demektir.
İsrail’in İran’a karşı başlattığı saldırı, ülkelerin belirledikleri hedeflere karşılıklı füze saldırıları ile sürüyor.
Diğer yandan ise bu savaşı sona erdirmek için liderler arasında diplomasi trafiği de sürüyor. Trump’ın açıklamlarının belirsizliği, Putin’in 3. Dünya Savaşı uyarısı elbette tüm dünya için risk olmaya devam ediyor.
Şurada başlayalım. İsrail Ortadoğu’da kendi çevresini risk açısından etkisizleştirmeye çalışıyor. Bunun için de en büyük risk olarak da İran’ı görüyor. İran’ın da Filistin’de Hamas, Lübnan’da Hizbullah ve Suriye’de Esad üzerinden İsrail’e karşı vekalet savaşı yürüttüğü gerçeğini bir kenara not edelim.
İsrail 7 Ekim 2023’ın Hamas’ın düzenlediği terör saldırısı sonrası Hamas’a karşı başlattığı orantısız şiddet sonrasında Hizbullah’ı da hedef aldı. Ve bu dönem içinde yaklaşık 13 yıldır süren Suriye’deki iç savaş hali hiç beklenmedik biçimde Colani’nin neredeyse çatışmasız biçimde 8 günde İdlib’den çıkarak Şam’ı alarak, ülkede yeni dönemin başlamamasına yol açtı.
Özetle 7 Ekim 2023 sonrası İsrail, İran’ın kendisine karşı kullandığı tüm vekil güçleri bir anlamda oyundan düşürdü.
Ve görünen o ki, sıra bu kez bu güçleri destekleyen İran’a gelmiş görünüyor.
İsrail başlattığı saldırıyı, İran’ın zenginleştirmiş uranyum oranının arttırarak nükleer bomba yapma aşmasına geldiği iddiasına dayandırıyor. Ama bu konuda somut ve uluslarası kamuoyunu ikna edici bir kanıt henüz yok.
Burada bir parantez açarak, dünyada şu anda nükleer güce sahip ülkelerin neden bir ülkenin daha buna sahip olmak istemesini engellemeye çalışmasını uluslarası güç ilişkileri açısında iyi okumak gerekir.
***
Bu süreç kuşkusuz Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor. Hatta pek çok yorumcu bugünlerde “sırada Türkiye var”ı dillendiriyor.
Ekim’de Bahçeli’nin başlattığı terörsüz Türkiye sürecini hatta yine Bahçeli’nin Erdoğan’ın yeniden cumhurbaşkanı seçildiği 28 Mayıs 2023 akşamı söylediği; “Önümüzdeki günlerde çok şey değişecektir, her şey değişecektir. Öyle gözüküyor. İnşallah Türkiye değişmez.” açıklamasını da bu günlerde olanlara bağlayanlar var.
Ancak burada 2000’lerin başında İsrail ev Türkiye’nin pek çok açıdan birbirine en yakın iki ülke olduğunu not düşmekte yarar var.
Eğer İsrail’in bir sonraki hedefi Türkiye ise iktidarın bu tehdide karşı yapması gerekenler açıktır.
Bunun başında bu tehdidin gerçekliği konusunda Cumhurbaşkanın Mecliste olan hatta olmayan partilerin liderlerini bir araya getirerek onları bilgilendirmek ve bu tehdidin gerçekliği konusunda ikna etmek durumundadır.
Son günlerde en çok konuşulan iç cephenin güçlendirilmesi ancak böyle bir adımla başlayabilir.
Sonuç olarak söyleşinizi gibi İsrail’in sonraki hedefi Türkiye ise bu sadece iktidar bloku ve onu destekleyenlerin değil bu ülkede yaşayan 86 milyonu ilgilendirdiği için en geniş toplumsal mutabakatın sağlanması gerekmektedir.
Bu yapılmıyorsa ya bu tehdit ciddi değildir ya bu tehdit söylemi yani beka üzerinden tabanının konsolide etmek ya da iktidar bloku dış politika üzerinden kendine bir dokunulmazlık alanı yaratmak ve tüm muhalefetin de çizdiği bu alanda kendisini desteklemesini bekliyor demektir.
Türkiye uluslarası ilişkilerde gerçekten etkili, oyun kurucu bir ülke olacaksa, İsrail tehdit olmaktan çıkacaksa bunun yolu demokratikleşmeden, adaletten ve özgürlükten geçer. İç cepheyi güçlendirecek olan da budur.
***
Uzunca bir süredir Erdoğan ve iktidar blokunun içeride ve dışarıda sürdürdüğü politikanın özü içeride kutuplaşma, dışarıda yalnızlaşmadır.
2009 yılında kadar “komşularla sıfır sorun” mottosunun yerini sonraki yıllarda “değerli yalnızlık” aldı.
Gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan gerek Dışişleri Bakanı Hakan Fidan katıldıkları toplantılarda teorik doğruluğu açık olan söylemler kullanıyor, önermeler yapıyorlar.
Ama sorun teorik olan bu doğruların uluslararası ilişkilerde pratiğe dönüştürülememesidir.
Bunun temel nedeni de, iç politikada sürdürülen kutuplaşma siyasetinin ısrarla sürdürülmesi ve toplumun yüzde 50’den fazlasıyla siyasi kavgalı haldir.
Terörsüz Türkiye söyleminin siyaseten sonuç vermesi asgari demokrasiye dönüştür. Bu sağlanmadığı ölçüde, sürecin içerde dahi sürmesi zordur.
Ya da devlet/iktidar blokunun CHP’yi adeta yasaklı çocuk gibi önce belediyeler sonra da kurultay üzerinden etkisizleştirilerek iç cephe nasıl güçlendirilebilir ki?
Erdoğan bundan 2 yıl önce bir konuşmasında;“Türkiye, uluslararası ilişkilere damgasını vuran, birçok kritik başlıkta dahli aranan, tavrı yakından takip edilen oyun kurucu bir ülke haline gelmiştir.” sözlerini sarf etti.
Evet Türkiye pek çok uluslararası ilişkilerde göz ucuyla takip edilen bir ülkedir ama oyun kurucu olarak değil oyun bozucu tavrını göstermemesi için izlenmektedir.
İktidarın 2010 sonrası izlediği dış politikanın esası, ulus-devletler arası eşit ilişkiden çok, Türkiye’nin hayali bir İslam dünyası lideri varsayımına dayanıyor. Ne yazık ki, bu temelsiz varsayımın Türkiye’ye maliyeti çok ağır oldu.
AB’den, Batı’dan uzaklaşma, ideolojik olarak Ortadoğululaşma ve demokrasinin, siyasetin alanının her geçen gün daralması bu maliyetlerden bazıları.
Uluslararası ilişkilerde oyun kuruculuk ya da bu hiyerarşide yükselebilmesini üç temel şartı vardır.
İlki iktidarın güçlü toplumsal meşruiyeti sahip olması, ikincisi risk alabilmesi ve üçüncüsü de bu riski taşıyabilecek ekonomik gücü.
Ne yazık ki iktidar, bu üçü temel kriterin hiçbirine sahip değil. Buna liderler arasına indirgenmiş kişisel ilişkilerin yarattığı handikapları eklemeye bilmem gerek var mı?
O yüzden attığı her adım risk. Özellikle ekonomik alanda yaşanan kriz, ülkenin sıcak paraya olan ihtiyacı, para bulmak uğruna toplumun bilmediği ancak anlaşmalara imza atanların bildiği tavizlerle mümkün olabiliyor.
Bu tablo içinde Türkiye’nin oyun kurucu ülke olması itiraf edelim ki çok kolay değil.
Eğer Türkiye uluslararası ilişkilerde gerçekten etkili, oyun kurucu bir ülke olacaksa, İsrail tehdit olmaktan çıkacaksa bunun yolu demokratikleşmeden, adaletten ve özgürlükten geçer.
İç cepheyi güçlendirecek olan da budur. Türkiye ancak bir “barış” ülkesi olursa “oyun kurucu” ülke olabilir. Bunun yolu da demokrasi, adalet ve özgürlükten geçiyor.

Yorum Yazın