MENU
  • ÇEVİRİ
  • YORUM
  • YARGI KRİZİ
  • PİYASALAR
  • GÜNDEM
  • DÜNYA
  • EDİTÖRDEN
  • SPOR
  • KÖŞE YAZILARI
  • DOSYA>Seçimin Ardından
  • GENEL
  • KİTAP
  • DOSYA>Avrupa'nın Seçimi
  • DOSYA>Emekliler
  • YAZARLAR
  • FOTO GALERİ
  • WEB TV
  • ASTROLOJİ
  • RÜYA TABİRLERİ
  • HABER ARŞİVİ
  • YOL TRAFIK DURUMU
  • RÖPORTAJLAR
  • Künye
  • Gizlilik Politikası
  • E-Bülten
Yeni Arayış
Yeni Arayış
Yeni Arayış
  • ANA SAYFA
  • KÖŞE & YORUM YAZILARI
  • GÜNDEM
  • KATEGORİLER
    • SİYASET
    • EKONOMİ
    • DIŞ POLİTİKA
    • KÜLTÜR SANAT
    • HUKUK
    • TEKNOLOJİ
    • PSİKOLOJİ
    • FELSEFE
    • KENT
    • EDEBİYAT
    • SAĞLIK
    • ASTROLOJİ
    • GEZİ
    • SÖYLEŞİ
    • EKOLOJİ
    • MEDYA
    • EĞİTİM
  • KÜNYE & İLETİŞİM
Kapat

Büyüyen ekonomi ve küçülen hayatlar

Ana SayfaEkonomi̇Büyüyen ekonomi ve küçülen hayatlar
Büyüyen ekonomi ve küçülen hayatlar

Dünyadaki diğer örneklerde de belli grupların zenginleşmesinin insanlara iş ve aş olarak dönmediği görüldü. Türkiye’de de durum farklı değil.

05 Temmuz, 2025, Cumartesi 06:10
  • yazdıryorum yazfont küçültfont büyüt
Zeynep Ardıç
Zeynep Ardıç

70 küsur yaşında insanların inşaatta çalışmak zorunda kalması ve iş cinayetine kurban gitmelerini normalleştiremiyorum. Okulda olması gereken çocukların fabrikalarda öl(dürül)melerini kabul etmek istemiyorum. Bu düzeni kuran ve işleten insanların en ufak vicdan azabı duymamaları beni dehşete düşürüyor. Farklı politikalarla, farklı tercihlerle yaşanabilir bir ülke inşa etmek varken bunun aksini yapmak ve insanları ezerek yok etmek benim anlamlandıracağım bir şey değil sanırım. O yüzden yapabileceğim şey, yeni milyonerlerimizi kutlamak(!) ve kalan milyonlarca insana sabır dilemek.

Ekonomi üzerine bir haberle başlayalım. “İsviçre merkezli UBS Group AG, 2024 yılının Küresel Servet Raporu’nu yayınladı. Buna göre dolar milyonerlerinin sayısı dünya genelinde yüzde 1,2 oranında (684 bin kişi) artış gösterdi. (…) 56 ülkenin incelendiği raporda Türkiye ise dolar milyoneri sayısının en fazla arttığı ülke oldu.” Türkiye’de ekonomi büyüyor ve zenginlerin sayısı artıyor. Uzun süredir devam eden ancak son 3-4 yılda eziciliğini arttıran ekonomik kriz toplumun bir kesimini etkilemiyor. Etkilemiyor derken olumsuz bir etkiden bahsediyorum elbette, yoksa milyoner sayısının artışına bakıldığında olumlu bir etki olduğu söylenebilir. Haberin devamında ise acı tablo suratımıza çarpıyor: “UBS’e göre Türkiye’de 2024’te reel bazda ortalama servet yüzde 14,6, medyan servet ise yüzde 21 azaldı. Enflasyondan arındırılmış verilere göre Türkiye, servet değişiminde 56 ülke arasında en kötü ülke oldu.” 

Bu veriler uzun süredir ifade edilen servet transferinin belgesi niteliğinde. Sadece kur korumalı mevduat (yoksuldan alıp zengine verme) dahi Robin Hood’u mezarında ters döndürecek bir uygulama. Özetle, mevcut ekonomik düzen yoksulu daha yoksul, zengini daha da zengin ediyor. Neden böyle olduğunu açıklamaya çalışalım. Yalnız, yazıya devam etmeden önce şunu belirtmek isterim, ben ekonomist değilim. Ekonomist olma meraklıları olsa da ben onlardan değilim ve bilmediğim konularda ahkâm kesmek gibi bir isteğim yok. Bu yazı daha çok kalkınma ve yoksulluk perspektifinden olacak ve bizde bir fetiş haline gelen ekonomik büyümeden (ve kalkınmadan) ne anlaşıldığını, büyüme gerçekleşmesine rağmen neden insanların yoksullaştığını kısaca anlatmaya çalışacağım.

Kalkınma denildiğinde genellikle ekonomik büyüme anlaşılması yanlış olsa da bir anlamda kabul edilebilir, çünkü geçmişte bu ikisi aynı şey olarak görülüyordu. Eğer ekonomi büyüdüyse kalkınma da gerçekleşmiş kabul ediliyordu. Gayri safi yurtiçi hasılanın artması ülkenin kalkındığına işaret ediyordu. Ancak dünyanın pek çok köşesinde ekonomik büyümenin kalkınma anlamına gelmediği anlaşıldı. Daha doğrusu, kalkınmanın sadece makro ekonomik verileri baz alarak hesaplanamayacağı, çünkü insan hayatına dokunmayan bir ekonomik büyümenin topluma pek de faydasının olmadığı görüldü. Topluma faydalı olmamasını bir kenara bırakalım, pek çok ülkede ekonomiler büyürken yoksulluk ve eşitsizliklerin arttığı ortaya çıktı. 

Kalkınmayı ekonomik büyüme üzerinden okuyanların varsayımı şuydu: Ekonomik büyümenin faydaları zamanla topluma da sirayet edecekti. İngilizcede ‘trickle down theory/economics’ olarak ifade edilen damlama teorisinde toplumun hâlihazırda zengin olan kesimlerinin avantajına olan ekonomi politikalarının düzenlenmesi (teşvikler, düşük ücretler, vergi indirimleri vb.) savunulurken bu kesimlerin zenginleşmesinin ve ekonominin büyümesinin zamanla toplumun diğer kesimlerine de ulaşacağı/damlayacağı iddia ediliyordu. Ancak bu böyle olmadı. Ekonomiler büyür ve varsıl kesimler servetlerini arttırırken orta sınıflar yok olmaya, yoksullar ise daha da yoksullaşmaya başladı. Yani ekonomi büyürken insanların hayatları küçülüyordu. Tam da bu yüzden bu kalkınma teorileri çokça eleştirildi ve kalkınmanın odağına insanları koymaya çalışanların sayısı arttı. Örneğin, Amartya Sen’in kapasite yaklaşımı, kalkınma endekslerini de ciddi bir biçimde dönüştürdü. Bugün kalkınma hesaplanırken sadece ekonomik verileri değil, eğitim ve sağlık gibi alanları da dikkate alan insani kalkınma endeksi baz alınıyor.

İnsanların hayatlarında pozitif yönde bir değişiklik yapmayan ekonomik büyümenin kalkınma olarak değerlendirilemeyeceği; insanların hayatlarını iyileştirmeyen bir ekonomi programının topluma yarardan çok zararının olduğu pek çok kesim tarafından anlaşıldı. Bir ülkede ekonominin büyümesi insanlar için daha iyi konutlar, daha kaliteli eğitim ve sağlık hizmetleri, daha yaşanabilir şehirler anlamına gelmiyorsa burada kalkınmadan bahsedebilir miyiz? Elbette hayır. Ancak, bu farkındalığın oluşması uygulamaya aynı şekilde yansımadı. Türkiye’nin de aralarında bulunduğu pek çok ülkede halen makroekonomik veriler üzerinden ekonomi programları yapılıyor ve bunların insanların hayatlarına ne tür etkileri olduğu görmezden geliniyor. Ekonomiler büyüdükçe eşitsizlik ve yoksulluk artıyor. Yazının başlangıcında paylaştığım haber de bunu destekliyor aslında. Alım gücünün her geçen gün daha da düştüğü, insanların geçim sıkıntılarının arttığı ve sahip oldukları ufak birikimlerin eridiği bir ortamda milyoner sayımız artıyor. Sizce de bir sıkıntı yok mu burada? 

Ortada damlayan bir zenginliğin olmadığını söyleyebiliriz. Dünyadaki diğer örneklerde de belli grupların zenginleşmesinin insanlara iş ve aş olarak dönmediği görüldü. Türkiye’de de durum farklı değil. İşsizlik (özellikle geniş tanımlı işsizlik) artıp ortalama ücretler düşerken insanlar artık gelecekten de umudu kesmiş durumda.

Mehmet Şimşek her açıklamasında ekonomik programın planladıkları gibi gittiğini ve başarılı olduğunu iddia ediyor. Peki, bu cümleleri herhangi bir semt pazarında kurabilir mi sizce? İnsanlar evine meyve sebze alamazken ekonomik programın başarılı olduğunu söylemek nasıl mümkün olabiliyor? Bu ekonomik program hazırlanırken insanların yaşadığı ekonomik zorlukları hafifletmek için en ufak bir çaba gösterilmemesinin sebebi ne? Geçtiğimiz yıllarda iktidar partisinden birkaç kişiye ekonomi ile ilgili eleştirilerimi ilettiğimde bu soruları onlara da sordum. Tahmin edeceğiniz üzere tatmin edici hiçbir yanıt alamadım. Bir tanesi işi kendince şakaya vurarak “Hocam Türkiye’de aç insan mı var, siz de çok abartıyorsunuz.” dedi. Bir başkası sıkıntılar olduğunu kabul ederek M. Şimşek’in programıyla bunu çözebileceklerini söyledi. Bu kemer sıkma politikasında bedeli neden halkın ödediğini sorduğumda hiçbir cevap alamadım. Neden arşa ulaşmış israf kalemlerinde değişiklik yapılmıyor da emeklinin, işçinin, memurun tepesine biniliyor? Ekonominin bu hale gelmesinden sorumlu olanlar kendi lüks ve şatafatlarından en ufak taviz vermezken krizde sorumluluğu olmayan milyonlar çok ağır bir bedel ödüyor. Orta sınıfın büyük bir kısmı dar gelirli grubuna, yoksullar ise mutlak yoksul denilen gruba kayıyor. Ama ne hikmetse dünyada milyoner sayısı en fazla artan ülke Türkiye. Bu mevcut ekonomi politikalarının neyi amaçladığını da gösteriyor aslında. İktidarın derdi sıradan insanın sorunlarını çözmek, hayatını iyileştirmek değil. İktidarı ve çevresindeki bir avuç insanı astronomik bir şekilde zengin eden düzenin devam etmesini istiyorlar, olay bu.

Damlama teorisine dönecek olursak, ortada damlayan bir zenginliğin olmadığını söyleyebiliriz. Dünyadaki diğer örneklerde de belli grupların zenginleşmesinin insanlara iş ve aş olarak dönmediği görüldü. Türkiye’de de durum farklı değil. İşsizlik (özellikle geniş tanımlı işsizlik) artıp ortalama ücretler düşerken insanlar artık gelecekten de umudu kesmiş durumda. Çok uzun çalışma saatleri karşılığında çok düşük ücretler öneriliyor ve pek çok insan bu kölelik düzeninde çalışmaktansa çalışmamayı tercih edebiliyor. Buna bir de liyakatsizlik, nepotizm vs. eklendiğinde ortaya çıkan tablo oldukça vahim. Mesela küçük şehirlerde üç harfli market zincirlerinde kasiyer olabilmek için iktidar partisinden torpil gerektiğini duyduğumda çok şaşırmıştım. Hâlbuki iş imkânlarının oldukça kısıtlı olduğu yerlerde çok düşük maaşla saatlerce ayakta beklemeyi gerektiren bir iş bile çoğu insan için cazip hale gelebiliyor. Ki sosyal medyada bu mesleği küçümseyen ve orada çalışanları aşağılayan iktidar trolleri olduğunu biliyoruz. Bu durumdan Şimşek’in haberi var mıdır ya da umurunda mıdır bilemem. Ama bildiğim şey Türkiye açısından çok kaygı verici bir noktaya ilerliyoruz. İnsanların hayatları küçüldükçe toplumsal buhran artıyor. Hâlihazırda pek çok toplumsal sorunla boğuşuyoruz ve ekonomik sıkıntılar bunlara çarpan etkisi yapıyor.

Yazıyı bitirirken değinmek istediğim bir şey var. Akademik bir yaklaşım olmayacak belki ama pek çok insanın da aklına geliyordur. Neden? Bu kadar zenginleşmiş ve güçlenmişken neden durmuyorlar? Mesele sadece insan doğasında olan hırsla, kazanma arzusuyla, hep daha fazlasını istemekle açıklanabilir mi? Bu adaletsiz ve yıkıcı düzene hiç bırakmamacasına tutunmalarının sebebi korku mu? O koltuklardan kalktıklarında yargılanmaktan korkmaları doğal, bunu anlıyorum. Çünkü son yıllarda artan haksızlık ve hukuksuzluklar ciddi yargılamaları gerektiriyor. Ancak şunu da biliyoruz ki dünyada da Türkiye’de de bu hesaplaşmalar çoğunlukla yapılmıyor. Örneğin, yolsuzluk dosyalarının çoğu sümen altı ediliyor, yargılamalar sonuçsuz kalıyor ve maalesef yolsuzluktan edinilen kaynaklar çalanın yanına kâr kalıyor. O yüzden anlayamıyorum. 70 küsur yaşında insanların inşaatta çalışmak zorunda kalması ve iş cinayetine kurban gitmelerini normalleştiremiyorum. Okulda olması gereken çocukların fabrikalarda öl(dürül)melerini kabul etmek istemiyorum. Bu düzeni kuran ve işleten insanların en ufak vicdan azabı duymamaları beni dehşete düşürüyor. Farklı politikalarla, farklı tercihlerle yaşanabilir bir ülke inşa etmek varken bunun aksini yapmak ve insanları ezerek yok etmek benim anlamlandıracağım bir şey değil sanırım. O yüzden yapabileceğim şey, yeni milyonerlerimizi kutlamak (!) ve kalan milyonlarca insana sabır dilemek.
-----
1. 
https://t24.com.tr/haber/rapor-turkiye-dolar-milyoneri-artisinda-dunya-birincisi-oldu-ama-vatandasin-reel-serveti-eridi,1245438

  • Yapay Zekâya sordum; Adalet gerçekten de ‘Mülkün Temeli’ midir? Yapay Zekâya sordum; Adalet gerçekten de ‘Mülkün Temeli’ midir?
Yazarlar sayfasını izyeret ettiniz mi?
Ekonomiİş CinayetleriKüresel Servet Raporu

Yorum Yazın

Zeynep Ardıç
    Zeynep Ardıç

    Bizi Takip Edin
    Facebook
    X (Twitter)
    Instagram
    Linkedin
    Mastodon
    Bluesky
    Köşe Yazarları
    Korhan Gümüş
    Korhan Gümüş İtfaiyenin değerinin farkında mıyız?
    Herkül Millas
    Herkül Millas Şerif Mardin ve Modernleşme
    Seda Aktaş
    Seda Aktaş Dijital çağın estetik paradigmaları: Yapay zekâ, algoritmalar ve sanatsal üretim
    Zeynep Ardıç
    Zeynep Ardıç Büyüyen ekonomi ve küçülen hayatlar
    Bekir Ağırsoy
    Bekir Ağırsoy ​​Sancaktan Devlete sonra vilayete: Hatay'ın Güncesi
    Hakan Tahmaz
    Hakan Tahmaz Siyasal dönüşüm ve muhalefet
    Murat Aksoy
    Murat Aksoy CHP’nin CHP’lilerle sınavı
    Ali Kılıç
    Ali Kılıç Savaşın gölgesinde: Madenler, hafıza ve satranç
    Burcu Ağca Karakaya
    Burcu Ağca Karakaya Yenilikçi Sınıf Projesi: Vizyoner bir başlangıç mı, ileriye taşınması gereken bir deneme mi?
    Özgür Çoban
    Özgür Çoban Aşırı sağın gölgesinde Alman yargısı 
    Başak Yağmur Eray
    Başak Yağmur Eray Duvarların ardına saklanan siyaset
    Emir Berke Yaşar
    Emir Berke Yaşar İthal bir şey: Homofobi
    Betül Özdemir Güran
    Betül Özdemir Güran Toplumun dışına düşenler, buraya!
    SON GELİŞMELER
    İhraç edilen teğmenlerin avukatlardan açıklama
    İhraç edilen teğmenlerin avukatlardan açıklama
    Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan, Yalova'da tersane işçileriyle bir araya geldi
    Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan, Yalova'da tersane işçileriyle bir araya geldi
    MSB kararını açıkladı: Teğmenler TSK'dan ihraç edildi
    MSB kararını açıkladı: Teğmenler TSK'dan ihraç edildi
    DEM Parti İmralı Heyeti’nden Pervin Buldan, DTK Eş Başkanı Leyla Güven’i cezaevinde ziyaret etti
    DEM Parti İmralı Heyeti’nden Pervin Buldan, DTK Eş Başkanı Leyla Güven’i cezaevinde ziyaret etti
    instagram gel gel
    Yeni Arayış
    KünyeGizlilik PolitikasıE-BültenRSSSitemapSitene EkleArşiv
    SOSYAL MEDYA BAĞLANTILARI
    FACEBOOKTWITTERINSTAGRAMLINKEDIN

    Yeni Arayış | Onemsoft Haber Yazılımı