Cumartesi Anneleri, Türkiye’de devlet şiddetine karşı toplumsal hafıza oluşturma, kamusal hafızayı canlı tutma ve hakikat ile adalet arayışı açısından örneği olmayan bir rol üstlenmiştir. Onlara uygulanan yasak Anayasaya aykırıdır. Yeni çözüm sürecinde, toplumsal desteğin artması ve sürece güvenin sağlanması için, bu hukuksuz yasağın ve keyfi sınırlamaların tamamen kaldırılması, son derece önemlidir.
Toplumun farklı kesimlerinde, yeni çözüm sürecine ilişkin şu sorular ve kaygılar yaklaşık sekiz aydır gündemdeki yerini koruyor: “Süreç neden tıkandı?”, “Neden yavaş ilerliyor?”, “Bu süreç barış ve demokratikleşme ile sonuçlanacak mı?”
DEM Parti ve iktidar yetkilileri bu tür sorularla karşılaştıklarında genellikle “Kriz yok, süreç planlandığı gibi şeffaf bir biçimde ilerliyor” şeklinde yanıtlar veriyor. Ancak süreci yakından takip edenlerin büyük çoğunluğu, tarafların açıklamalarındaki kadar iyimser değiller.
Bu durum, sürecin doğasından kaynaklanan belirsizlikler nedeniyle bir noktaya kadar anlaşılabilir. Ancak geçmiş çözüm süreci deneyimleri ile özellikle son yıllarda iktidar partisinin ülkeye yaşattığı olumsuzluklar ve derinleşen siyasal kutuplaşma dikkate alındığında, toplumun temkinli yaklaşımı haklı bir noktada durmaktadır.
Muhalif kamuoyunda yaygın kanaat, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, sürecin temel amacını kendi iktidarını tahkim etmek ve güçlendirmek olarak gördüğü yönündedir. Erdoğan pozisyonunu ve tavrını, sürecin doğal ihtiyaçlarına göre değil genellikle kendi siyasi iktidar hesaplarına göre belirliyor.
Bu durum, yeni çözüm sürecinin barışla taçlanabilmesi için iktidarın güven artırıcı adımlar atmasının zorunluluğunu ortaya koymaktadır. TBMM’de bir “Barış Komisyonu” kurulması, hasta tutukluların durumu ve ceza infaz sistemiyle ilgili sorunların çözülmesi öncelikli başlıklar arasında yer almaktadır.
Gözlerimiz Yollarda, Ellerimiz Yakalarında: Cumartesi Anneleri
Bir diğer önemli konu başlığı ise, Cumartesi Anneleri’nin oturma eylemlerinde dile getirilen talepler, yasaklar ve son dönemdeki sayı kısıtlamasıdır.
Cumartesi Anneleri, 27 Mayıs 1995 tarihindeGalatasaray Meydanı’nda başlattıkları eylemlerle, zorla gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetinin açıklanmasını, faillerin yargılanmasını ve cezasızlık politikasının sona ermesini talep ediyor.
İHD verilerine göre, 1990-1995 yılları arasında yaklaşık 800 kişi gözaltında kaybedildi. Bu kayıpların büyük çoğunluğunu Kürt siyasetçiler, gazeteciler ve insan hakları savunucuları oluşturuyor. O dönemde kayıplardan sorumlu olduğu belirtilen gruplar ise güvenlik güçleri ve köy korucuları.
Cumartesi Anneleri, 213. haftada (1999 yılında), devlet güçlerinin artan baskısı ve şiddeti nedeniyle eylemlerine geçici olarak ara vermek zorunda kaldı.
Ancak, Avrupa Birliği ile müzakere sürecinin başlaması, demokratikleşme çabaları ve Kürt sorununa çözüm arayışlarının yoğunlaştığı dönemde, 31 Ocak 2009 tarihindesessiz oturma eylemlerini yeniden başlattılar.
Bu süreçteki en dikkat çekici gelişmelerden biri, 5 Şubat 2011 tarihinde, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile yapılan görüşmedir. Dolmabahçe Başbakanlık Ofisi’nde yaklaşık 1 saat 15 dakika süren görüşmede, Cumartesi Anneleri; kayıpların akıbeti, faili meçhul cinayetler, JİTEM gibi illegal yapılanmaların araştırılması, zamanaşımı engelinin kaldırılması ve TBMM’de bir araştırma komisyonu kurulması gibi taleplerini dile getirdiler.
Başbakan Erdoğan, bu taleplerle ilgili olarak çalışmalar yapacaklarını ifade etti, ancak somut bir sonuç alınadı. Verilen sözler kısa sürede unutuldu.
Aynı tarihte, TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Zafer Üskül, iki kayıp vakası hakkında çalışma yürütüldüğünü, bunlardan birinin Cemil Kırbayır vakası olduğunu belirtmiş ve Kırbayır’ın işkence sonucu öldürüldüğü sonucuna ulaştıklarını açıklamıştı. Ancak ne Cemil Kırbayır’ın cesedine ulaşıldı ne de failler hakkında bir yargılama süreci başlatıldı.
Bu çalışma, TBMM tarihinde kayıplar konusunda hazırlanan ilk ve tek resmi rapor olarak kayıtlara geçti.
Cumartesi Anneleri, Kürt sorununda, zorla kaybetmelere karşı yürütülen mücadelede, hakikat, adalet ve onarıcı adalet arayışının güçlü bir sembolü haline gelmiştir. Uluslararası insan hakları hukukunun temel ilkeleri doğrultusunda, Türkiye’nin, zorla kaybetmelere karşı etkili soruşturma yürütmesi, failleri yargılaması, mağdur ailelerine adalet sağlaması ve hakikati açıklaması gerekmektedir.
700. Hafta ve Sonrasındaki Yasaklar
25 Ağustos 2018 tarihinde, Cumartesi Anneleri’nin 700. hafta eylemi, dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun talimatıyla, Beyoğlu Kaymakamlığı tarafından yasaklandı.
Bu yasağa rağmen eylemi sürdürmek isteyen 46 Cumartesi Annesi ve insan hakları savunucusu, polis şiddetiyle gözaltına alındı. Bu müdahale, Cumartesi Anneleri eylemleri açısından önemli bir kırılma noktası oldu, Galatasaray Meydanı uzun süre güvenlik güçlerinin ablukasına alınarak erişime kapatıldı.
Bu keyfi yasak, hem ulusal hem de uluslararası insan hakları platformlarında yoğun tepkiyle karşılandı. Bu durum, Türkiye’nin toplumsal hafıza taleplerine yönelik sistematik bir bastırma politikası olarak değerlendirildi.
Anayasa Mahkemesi Kararı ve Uygulamadaki İhlaller
Anayasa Mahkemesi, 16 Kasım 2022 tarihinde, Maside Ocak başvurusu kapsamında verdiği kararla, toplanma ve gösteri hakkının ihlal edildiğine hükmetti. Ardından Mart 2023’te, Gülseren Yoleri’nin başvurusu üzerinden ikinci bir hak ihlali kararı daha verdi.
Ancak bu kararlara rağmen yasak, yaklaşık 4-5 ay boyunca fiilen devam etti. Nihayetinde, 8 Nisan 2023 tarihinde, Cumartesi Anneleri, 941. hafta eyleminde, yalnızca 10 kişiyle sınırlı olmak koşuluyla Galatasaray Meydanı’na çıkabildi.
Bu sayı sınırlaması hala devam ediyor. Anayasa Mahkemesi kararlarına rağmen, idarenin keyfi uygulamalarla, Anayasa’nın 34. maddesi ile güvence altına alınan hakları ihlal etmeyi sürdürüyor.
Hakikat, Adalet ve Toplumsal Bellek
Zorla kaybetme, uluslararası insan hakları hukukunda ağır bir suç, kimi durumlarda ise insanlığa karşı suç olarak kabul edilmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Türkiye aleyhine açılan birçok zorla kaybetme davasında, yaşam hakkı, işkence yasağı ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
Cumartesi Anneleri, Türkiye’de devlet şiddetine karşı toplumsal hafıza oluşturma, kamusal hafızayı canlı tutma ve hakikat ile adalet arayışı açısından örneği olmayan bir rol üstlenmiştir.
Galatasaray Meydanı, kolektif hafızanın mekânsal bir simgesi haline gelmiştir.
Cumartesi Anneleri, Kürt sorununda, zorla kaybetmelere karşı yürütülen mücadelede, hakikat, adalet ve onarıcı adalet arayışının güçlü bir sembolü haline gelmiştir.
Uluslararası insan hakları hukukunun temel ilkeleri doğrultusunda, Türkiye’nin, zorla kaybetmelere karşı etkili soruşturma yürütmesi, failleri yargılaması, mağdur ailelerine adalet sağlaması ve hakikati açıklaması gerekmektedir.
Yeni çözüm sürecinde, toplumsal desteğin artması ve sürece güvenin sağlanması için, bu hukuksuz yasağın ve keyfi sınırlamaların tamamen kaldırılması, son derece önemlidir.
Uluslararası hukuk ve Türkiye Anayasası, toplanma ve gösteri hakkının keyfi biçimde sınırlandırılmasını açıkça yasaklamaktadır. Bu hukuksuzluğa son vermek, aynı zamanda yeni çözüm sürecinin ruhuna da uygun düşecektir.

Yorum Yazın