Yeni Arayış okurları sizlerle tekrar buluşmak güzel.
Sizler için son yazımı yazdığımda oyazının“Son” yazım olabileceğini düşünmüştüm.
Şu adı bile ürkütücü olan “açık kalp ameliyatı” na girmeme yirmi dört saat kalmıştı.
Neyse, sanırım rekor denilebilecek yirmi saatlik bir süreyle ameliyatı atlattım. Yalnız bu ameliyatlardan sonra sıkça karşılaşıldığı söylenen zihinsel dağınıklığı atlatmam fiziksel sonuçlarını atlatmamdan daha uzun sürdü. Sonuçta bu yazıyı yazarken tümüyle atlatmış olmayı umut ediyorum en azından.
“Mutlak istirahat” buyurduğu için hekimim, bana da bu emre uymak düştü. Sırt üstü yattım (Yan yatmak yasak, haberiniz olsun). Kitap okuyacak halim yoktu. Nerede kaldı yazı yazmak! Bilgisayarda herhangi bir şey yapmak mümkün değildi. Günlerce bunlar olmaksızın yattığınızı ve arada bir ciğerleriniz ile bacaklarınız hareketlensin diye yürüdüğünüzü düşünün. Hepsi bu…
Ama inanılmaz inadıyla “insan evladı” böyle durumlarda çare üretme şampiyonudur. Kafatasınız “içindeki cevher” çalışıyor mu? Evet! Ya göğsünüzün solundaki muhteşem alete muhteşem bir cerrah yeni damar yolları açmış, zayıflayan debisini daha da geliştirmiş mi, kim tutar sizi? Gelsin “hareketsiz hareket”. Yatarsın sırtüstü, gözler fıldır, fıldır, başlarsın olur olmaz her şeyi düşünmeye. Yazdığın kitapları tekrar gözden geçirirsin, sıkılana kadar. Sonuçta bir daha dönüp yazmak istemezsin onları. Günahıyla sevabıyla dursunlar durdukları yerde.
Yeni romanlar için yeni konular üzerine düşünmeye başlarsın. Gelecek, geçmiş, şimdiki zaman ararsın onlar için. Yüzyıllar içinde on yıllar ararsın hatta. Kahramanları düşünürken yorulursun, abarttığını fark ettiğini hissedersin böyle bir iş için uygun güce sahip olmadığın açıktır henüz.
Akışa bırakırsın zihnini, o da bendini çiğner ve coşar. Hareketten alır enerjisini, şimdi hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Damarlarındaki asil kan, damar yoluna bağlı serumla beslenmektedir. İlaveten, kesiklerinin acısını azaltmak için verilen maddeler bir yan ürün olarak zihninin uçuşunu kolaylaştırmaktadır.
Zihnin oradan oraya çarparak ilerlemeye başlar. Freni yok gibidir. Metrobüslerdeki artan yankesicilik olayları, çocukların işlediği cinayetler, alçak yalancı siyasetçiler, öldürülen köpekler, kediler, aşağılanan kadınlar, bir serseri mayın gibi birinden birine çarparak dönüp durmaktadır. Nabzın bir düşmekte bir yükselmektedir. Bunlardan birisine çarpıp duracaktır nihayet zorlamazsın kendini.
Öyle de olur. Bu çarpışmaya fazla ihtimal vermesen de muhtemel olduğunu kabul edersin en azından. Kulaklarına fazlasıyla çarpmıştır son günlerde ve gözlerini rahatsız eden fotoğraflar da görmüşsündür. Uzun süredir tabu olan bir konudur bu. Devlet ve asker ilişkisi. Asker ve toplum ilişkisi.
Asker ve toplum ilişkisi üzerine düşündüğünde daha kolay sonuçlara varmışsındır hep. Aşk ve nefret ilişkisi gibidir bir bakıma. Korkulan muhafızlar! Yabancı ve dolayısıyla daha çok korkulan muhafızları “sınırlarımızın” dışında tutan muhafızlar. Ama yatarken vaktin çoktur ve eski klişelere hemen kapılmak istemezsin.
Arada neler olmuştur ki daha dün “Şanlı ordu, şanlı asker” olanların üzeri aranmaktadır, o mesleğe ilişkin yüzlerce yıllık “zanaat” birikimleri yani şu meşhur “teamüller” bir yana fırlatılabilmektedir? Çırak kalfanın, kalfa ustanın yerini alabilmektedir. Birbirini zaman zaman rakip de olarak gören devletin silahlı kurumları birbirine karşı dikilmek olarak algılanabilecek durumlara sokulabilmektedir?
Bu “yatay düşüncelerin” yazarının, savunma ve TSK gibi konularda okur olmaktan ileri bir birikimi yoktur. Fakat olan bitenler de bazen kaygı uyandırmak için daha fazlasına gerek duyurmamaktadır.
Beğenin beğenmeyin, var olan ulus-devletlerin tamamı şu ya da bu şekilde modern orduların eseridir. Başka türlü ifade edersek ulus-devlet orduya, ordu da ulus-devlete muhtaçtır. Yani bir ordunun yapısı hakkında düşündüğünüzde devletin ve doğrudan ulusun da yapısı hakkında düşünürsünüz.
Alman ordusu ancak Alman ulus aidiyeti varsa mümkündür. O da Alman Devleti. Geçenlerde idi sanırım bir sene kadar önce, AB ülkelerinde vatandaşlara “Ülkeniz işgale uğrarsa savunur musunuz?” şeklinde bir anket sorusu sorulmuş ve “evet” diyenlerin oranı çok ama çok düşük çıkmıştı. Elbette bir gün “akıştan” çıkıp bu gibi soruların üzerine ciddiyetle ve gerçek uzmanlarla düşünmeliyiz.
Mesela “En kötü barış, en iyi savaştan iyi midir?”
Mesela Ukrayna pek çok “uzman”ın önerdiği gibi “ver-kurtul” stratejisi mi izlemelidir?
Ya da Putin, devleti Wagner’e mi vermeliydi?
Sizce ordular feshedilmeli ve yerini küçük hafif silahlı yarı-polis güçlerine mi bırakmalı?
Dahası ulus-devletler, ulusal yasalar, mahkemeler, eğitim kurumları vs ile birlikte fesh mi edilmelidir?
Sınırlar kaldırılmalı mıdır?
Ukrayna-Rusya savaşında ortaya çıkan bir manzara var, dikkatle üzerinde düşünmemiz gereken.
Bugün Ukrayna ordusunun oldukça büyük bir kısmı cepheyi uzaktan bile görmemiştir. On binlerce kadın ve erkek savaşa joysticklerinin başında dron pilotu olarak katılmakta ve “düşmana” büyük kayıplar verdirmektedir. Evet, bunlar savaşçıdır ve yaptıkları “vatanı savunmaktır”. Peki cephede çamur, su, fare dolu siperlerde savaşan askerlerin yaptıkları nedir? Bu askerler birbirleri hakkında bu soruları sormayacaklar mıdır? Bu sorular orduların yapılarını, düzenlerini, psikolojilerini etkilemeyecekler midir? Birinci Dünya Savaşı sırasındaki Rus siperleri askerlerinin anılarını okumak tekrar mı gereklidir?
Çar, o Rus askerleri için yarı kutsal bir “Baba”idi. Bugünün askerleri için hiçbir rejim ve hiçbir lider yarı olsun, çeyrek olsun böyle bir kutsiyete sahip değildir. Savaş, vatan, kahraman, devlet, lider, hayat… Bütün bu kavramların içeriklerinin boşaldığı yeniden doldurulmaya çalışıldığı bir tuhaf dönem bu.
Öyle bir döneme girdik ki devletler, ordular, toplumlar hızla değişiyor. Akışla bile bu değişimin hızlarını yakalamak zorlaşıyor.
Her büyük dönüşüm öncesinde olduğu gibi, şiddet, herkesi ve her kurumu kendisine başvurmaya çağırıyor. Şiddete en uzak kurumlar dahi bu çağrıya uyabildikleri anda uymakta tereddüt etmiyorlar. Kolay çünkü.
Ama bütün devletlerin ve onları ayakta tutan aktörlerin unutmaması gereken bir şey var, “beka” bir sorun haline geldiğinde ilacı şiddet olarak görüldüğünde zaten şiddet için oluşturulmuş kurumlar sahneye çıkar ve olayların akışını onlar belirler.
Kalp ve Damar cerrahının damarları diktiği, onardığı gibi onun da “uzmanlık alanı” bellidir.
Ülkeler ve dünya “üç vakte kadar” bilinen döngüyü yeniden üretirler.
Benim “yatay akışlarım” dahi bundan kaygılanabilir.

Yorum Yazın