Fethi Açıkel’in “Kutsal Mazlumluktan Makyavelist Despotizm’e” başlıklı kitabını okurken siyasetin yalnızca kurallarla değil, aynı zamanda bir psikoloji yönetimiyle şekillendiğini daha net gördüm. Kitap, özellikle “kutsal mazlumluk” söylemleriyle kurulan dilin zamanla nasıl toplumsal algıyı yönlendirdiğini ve iktidarı eleştiriden koruyan bir kalkan haline geldiğini etkileyici örneklerle anlatıyor. Okudukça, siyasetin rasyonel açıklamalarla değil, çoğu zaman duygu yönetimiyle şekillendiğini, mağduriyet üzerinden kurulan hikayelerin toplumun geniş kesimlerinde ne kadar etkili olduğunu daha iyi kavradım. Bu perspektif, bugünkü gelişmeleri anlamamda bana ciddi biçimde yardımcı oldu.
Tam da burada kitabın başlığında geçen “Makyavelizm” kavramına kısaca değinmek gerekiyor. Makyavelizm, 16. yüzyılda yaşamış İtalyan düşünür Niccolò Machiavelli’nin Prens adlı eserine dayanan bir siyaset anlayışını ifade ediyor. Kısaca, “amaç için her yol mübah” düşüncesine dayanır. İktidarı elde etmek veya korumak için ahlaki, dini ya da toplumsal değerler ikinci plana atılır; gerekirse manipülasyon, hile veya sert güç kullanımı meşru görülür. Bugün bu kavram yalnızca siyaset için değil, psikoloji literatüründe de kullanılıyor. İnsan ilişkilerinde çıkarcılık, soğukkanlılık, manipülasyon becerisi ve vicdani sınırlardan uzak bir yaklaşımı tanımlıyor. Kitabın başlığı bu açıdan çok anlamlı: Başlangıçta “mazlumluk” söylemleriyle halkın desteğini kazanan bir siyasetin, zamanla Makyavelist yani her aracı meşru gören bir iktidar pratiğine evrildiğini vurguluyor.
Son günlerde yaşanan CHP İstanbul İl Kongresi’nin iptali, yalnızca muhalefetin iç meselesi gibi görünse de aslında siyasal rekabetin çerçevesini belirleyen bir müdahale niteliği taşıyor. Bu iptal, muhalefet içinde yeni tartışmaların fitilini ateşledi, toplum gözünde meşruiyet sorgulamalarını beraberinde getirdi. Burada asıl dikkat çeken nokta, iktidarın bu süreci yalnızca hukuki bir tartışma gibi değil, aynı zamanda Makyavelist bir siyaset stratejisi olarak kullanmasıdır. Parti içi kavgaların büyütülmesi, dışarıdan sürekli gündeme taşınması ve yargı kararlarıyla pekiştirilmesi, muhalefetin siyasi meşruiyetini aşındırmaya dönük bir hamle gibi duruyor.
Açıkel’in kitabında vurguladığı “mazlumluk psikolojisi” ile “kurumsal zafiyet” kavramları da tam bu noktada günümüzle örtüşüyor. İktidar, bir yandan kendisini sürekli mağduriyet üzerinden tanımlayıp toplumsal desteğini diri tutmaya çalışıyor; öte yandan muhalefetin kendi içinde parçalı, dağınık ve güvenilmez görünmesi için zemin hazırlıyor. Bu strateji, Machiavelli’nin çizdiği çerçeveyi hatırlatıyor: Gücün korunması için her yolun kullanılabileceği fikri. Sonuçta muhalefetin güvenilirliği toplumun gözünde zayıfladıkça, iktidar kendisini “tek güvenilir seçenek” olarak sunuyor.
Buna bir de kamuoyu araştırmalarını eklemek gerek. Son dönemde anketlerde iktidarın hoşuna gitmeyen eğilimler belirdiğinde, hemen ardından gelen sert kararlar ve hukuki hamleler dikkat çekiyor. Kongre iptalleri, ani yargı kararları, sertleşen söylemler… Hepsi, “sonuç her şeyden önemlidir” diyen Makyavelist yaklaşımı çağrıştırıyor. Kitapta geçen “iktidar fetişizmi” kavramı tam da bu durumu açıklıyor: Gücün her durumda korunması, kuralların aşındırılmasına rağmen birincil hedef haline geliyor.
Oysa demokrasi yalnızca sandık değildir. Demokrasi, muhalefetin de özgürce, meşru zeminlerde siyaset yapabilmesiyle ayakta kalır. Eğer muhalefet sürekli parti içi çatışmalarla, yargı kararlarıyla ve gündem mühendislikleriyle itibarsızlaştırılırsa, toplumun demokrasiye olan güveni giderek azalır. İnsanlar sandığa gitseler bile, seçme ve seçilme haklarının eşit şartlarda uygulanmadığına dair kanaat kuvvetlenir. Bu da uzun vadede hem siyasal katılımı hem de demokratik kültürü aşındırır.
Açıkel’in kitabı bize bu süreci anlamamız için bir rehber sunuyor. “Kutsal mazlumluk”tan beslenen bir iktidar, kendi meşruiyetini güçlendirirken, muhalefetin meşruiyetini aşındırmayı da yöntem olarak benimsiyor. CHP kongresi süreci ve sonrasında yaşanan tartışmalar, bu çerçevenin güncel örneklerinden biri. Muhalefetin “kriz aktörü” gibi gösterilmesi, iktidarın ise “düzeni sağlayan” konumuna taşınması; Makyavelizmin siyasal hayattaki güncel yansımasıdır.
Bütün bunlar bize şunu söylüyor: Adalet ve güvenin olmadığı yerde demokrasi ayakta kalamaz. Hukukun, kurumların ve siyasal rekabetin bağımsızlığını korumak yalnızca muhalefetin değil, toplumun bütün kesimlerinin ortak çıkarıdır. Çünkü demokrasi, bir tarafın kazanmasıyla değil, herkesin meşru zeminde var olabilmesiyle anlamlıdır. Bugün ihtiyaç duyduğumuz şey, tam da budur. Kuralların üstünlüğü, adaletin güvence olması ve siyasetin toplumsal psikolojiye değil, ortak akla yaslanması. Ancak bu koşullar sağlandığında, yarın için gerçek bir demokratik gelecekten söz edebiliriz.










.png)




















Yorum Yazın