Belki de mesele sen değildin.
Belki mesele, onun sevebilme kapasitesiydi.
Çünkü sevgi, sandığımız gibi sadece bir duygu değildir; bir psikolojik kapasitedir. Tıpkı empati kurmak, bağlanmak, sorumluluk almak gibi öğrenilen, gelişen ya da gelişemeyen bir yetidir. Herkesin kalbi vardır ama herkesin kalbi aynı derinlikte çalışmaz.
Bazı insanlar sever gibi yapar. İlgi gösterir, heyecanlanır, özler gibi olur. Ama bu daha çok uyarılma halidir; bağlanma değil. Yakınlık başladığında, duygular derinleştiğinde, karşısındaki insan “gerçek” bir varlık olduğunda geri çekilir. Çünkü sevmek; kalmak, tanık olmak, sorumluluk almaktır. Ve bu, herkese ağır gelir.
Psikolog Erich Fromm’un çok net bir cümlesi vardır:
“Sevgi bir duygu değil, aktif bir beceridir.”
Sevmek emek ister. Kendinle temas ister. Korkularınla yüzleşmeyi, kaçmamayı, eksik kalmayı göze almayı ister. Duygusal kapasitesi sınırlı olan biri için bunlar tehditkârdır. O yüzden seni “çok güçlü”, “fazla derin”, “yoğun” bulur. Aslında söyleyemediği şudur: “Ben bu derinliğe inemiyorum.”
Birini sevemeyen insanlar genellikle kötü değildir; duygusal olarak yetersizdir. Çocuklukta görülmemiş, duyulmamış, regüle edilmemiş duygular yetişkinlikte sevgiyle baş etmeyi zorlaştırır. Yakınlık tehlike gibi algılanır. Sevgi, özgürlük kaybı sanılır.
Bu bana Before Sunrise filmindeki o cümleyi hatırlatır:
“If there’s any kind of magic in this world, it must be in the attempt of understanding someone.”
(Bu dünyada bir sihir varsa, birini gerçekten anlamaya çalışmaktır.)
Ama herkes sihire inanmaz. Bazıları yüzeyde kalmayı seçer. Çünkü derine inmek, kendi boşluğuyla karşılaşmak demektir.
Belki seni sevmedi çünkü sen onun aynasıydın.
Belki seni sevemedi çünkü sen gerçek bağ istedin, o ise sadece hissettiğini sandığı bir heyecan.
Ve bunu bilmek, acıyı tamamen geçirmez ama şunu fısıldar:
Sevilmemek her zaman değersizlik değildir.
Bazen sadece, karşı tarafın duygusal kapasitesinin sınırıdır.
Sen sevilebilirdin.
Ama herkes sevemez.
























Yorum Yazın