Türkiye’nin Kürt sorununun çözümü için giriştiği yeni politika, yerinde mi sayıyor yoksa sadece çok yavaş mı ilerliyor anlamak zor. Türkiye’yi yönettiğini düşünen “aklın” gerçekten nasıl bir çözüm peşinde olduğunu da anlamak zor. Anlamak bize zor ama ya onlar anlıyor mu dersiniz?
Doğrusu ben bu “aklın” da olan biteni anladığından pek emin değilim. Anlamadığı o kadar ortada ki! Bunca zaman geçti, inanılmaz maliyetler ödendi, enflasyonda doğru dürüst bir ilerleme dahi olmadı? Oldu mu? TÜİK’in manipülasyonlarıyla ve de ekonominin kendi dinamikleriyle bir adım gittiysek bile “belini kırdık” naraları atabiliyorlar mı? Hayır!
Peki ne oluyor?
Dış politikada “ne şiş yansın ne kebap” mantığı içinde el atılan konuların bizatihi kendi önemlerinin yüksekliği, bizim de bu yüksek politikanın parçası olduğumuz izlenimini yarattığı gibi “Asrın Lideri” algılarının da yaygınlaştırılmasını sağlıyor. Ama o kadar!
Biliyorsunuz geçenlerde Ukrayna savaşı konusunda Amerika’da yapılan Batı’lı liderlerin katıldığı masaya çağıran bile olmadı.
Nasıl olsun ki? Faiz konusunda "Nas ortada, sana ne oluyor?" diyebilen bir aklın-ki biliyorsunuz, Nas, Allah’ın ve Peygamber’in kelamı anlamına gelir-bu dünyanın gidişatını anlaması mümkün mü? Anlayacağınız her şey hava civa!
Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi, esasında toplumu “merkezi” bir biçimde yönetmek anlamına gelir. Bir tür, biraz abartarak söylüyorum, padişahlık sistemidir. AKP(Tayyip Erdoğan), iktidara geldiği zamanlarda demokrasi konusunda söylediklerini unutup “merkezileşmeyi” tek ilke olarak görmeye başladığında bugünkü siyasi ve ekonomik sıkıntıların yaratılmasına da neden oldu. Bunun hiç farkına vardı mı dersiniz?
Bir tanesine değineyim. 8 Haziran 2011’de iki KHK ile (no: 643 ve 649) ülkede o zamana kadar kurulmuş ne kadar “özerk kuruluş” (idari otoriteler) var idiyse -ki bir hesaba göre ülke ekonomisinin yüzde 60’ına etkisi olan-hepsini bakanlıklara bağlayarak merkezileştirmişti. Peki bu ekonominin gidişini nasıl etkilemişti? Gelir serilerine bakarsanız 2013’den sonra ekonominin bayırdan aşağıya nasıl yuvarlandığını görürsünüz. Peki bu yaptıklarının böyle bir sonuç üreteceğini düşünmüşler miydi? Tabii ki hayır! Varsa yoksa her kararın kendi bilgisi dahilinde alınması! Bunun en iyi sonuçları üreteceğini sanma cahilliği! Hepsi bu!
Şimdi yanlışlığı ortada olan böyle bir yaklaşımla Türkiye, Suriye’ye “Mutlaka “merkezi” bir yapı kurmalısınız” önerisinde bulunuyor. Bunu neden yapıyor? Çünkü Suriye’nin çoğulculuğunun en büyük işareti olan Kürtlerin özerk ya da federatif bir yönetime kavuşmasını istemiyor. Kürtlerin Suriye’de özerk bir statü kazanmasının kendisi için bir güvenlik sorunu yaratacağını düşünüyor.
Ama o zaman Türkiye kendi Kürtleriyle bir barış ararken Suriye Kürtlerinden neden bu kadar çekiniyor? Kendi ülkesinde yüz yıl önce zorunlu bir entegrasyona tabi kılınmış Kürtlerin nasıl yıllar içinde kimliklerinden vazgeçmeyip varlıklarını sürdürdüklerini ve kurulmuş düzenden bu varlıklarının ima ettiği taleplerden vazgeçmediklerini görmüyor mu?
Tabii yukarıdaki soruyu şöyle de sorabilirim: Suriye Kürtlerinin merkeze entegre edilmesini öneren Türkiye, içinde bulunduğumuz bu çözüm sürecinde kendi Kürtlerine ne önerecek dersiniz? Onların kimlik taleplerini anayasada karşılayabilecek eklemeler yapabilecek mi? Eğer yapacaksa neden benzer önerileri Suriye hükümetine de yapmayıp illa da “entegrasyon” diye tutturuyor?
Bu durumda Suriye Kürtlerinin merkeziyetçi yapı içine zorla entegrasyonun ne mülteci sorununu ne de de etnik gerilim ve çatışma olasılıklarını sona erdirecek bir yöntem olmadığını görmüyor mu?
Tabii ki görmüyor. Şu anda iktidarda olan ve Erdoğan’a biat ilişkisiyle bağlı bu kadrolar neyi ne kadar görebilirler ki? Görseler bile neyi nasıl söyleyebilirler ki?
Anlayın artık! Bindik bir alamete gidiyoruz felakete!
Gerçek durum bence bu.

Yorum Yazın