Tuhaf bir ülkeyiz vesselam! Hem bir yandan bizde yaratıcı fikirler gelişmez deriz, bir yandan da yaratıcı fikirler olma potansiyeli taşıyan fikirlerle dalga geçeriz. Herkesin bu cümleye tanıklık edecek bildikleri vardır kuşkusuz.
Benim aklıma da rahmetli Dr. Hikmet Kıvılcımlı gelir. Hayatının 22.5 yılını zindanlarda geçirmiş bu insan, hayatı boyunca durmamış, yazmış da yazmış… Derdi de Marx’ın düşünceleriyle gelişmiş kendi fikriyatı içinden Doğu toplumlarının hikayesinin Batı toplumlarından farklı olabileceğine dair bazı düşüncelerini Marksizm’in içine taşımaya çalışmak. Onun için de bu fikirlerini anlattığı “Tarih, Devrim, Sosyalizm” kitabının alt başlığı “Tartışılacak Tarih Tezi” idi. Yani fikirlerinin “tartışılmasını” isteyen bir alçak gönüllülük ile yayınlamıştı bu kitabını.
Aman Allahım! “Bu ne cesaret! Kıvılcımlı kim ki Marksizme katkı yapacak!” diyerek kendi deyimiyle büyük bir “susuş kumkumasıyla” karşılaşmıştı. Tabii bu eleştirel bakışların çoğu o zamanın sol cenahından gelmişti. Ne demek “Tarihsel devrimler”, Marx’ın “Sosyal devrimlerinden ne farkı var ki?” diyerek burun kıvırmışlardı. Hele hele 12 Mart darbesi ile ilgili “Ordu kılıcını attı!” başlıklı yazısından ötürü aforoz edilmiş ve “darbeci” ilan edilmişti. Neden böyle bir başlık attığının dayanağı olan “Tarih Tezini” okumaya bile zahmet etmeden.
1971’de yurt dışına çıkmak zorunda kalmıştı Kıvılcımlı. Hasta haliyle, o günün “sosyalist” ülkelerine gitmek istemişti, kendisi TKP’nin merkez komitesinde görev yapmış biri olduğu halde o ülkelere kabul edilmedi. Ta ki konu Tito’nun önüne gelene kadar. Tito, onu Belgrad’da bir hastaneye yatırılmasını sağlamış ve böylelikle hayatı son günlerini yine doğup büyüdüğü topraklarda sonlanmıştı. Gerçekten de bir tarafıyla hüzün dolu bir hikayedir Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın hayatı. Bizde yaratıcı fikirler gelişmez diyen, bir yandan da yaratıcı fikirler olma potansiyeli taşıyan fikirlerle dalga geçen bir anlayışın doldurduğu beyinler tarafından.
Doğrusu benzer bir durumun bugünlerde Abdullah Öcalan’la ilgili olarak devreye girmiş olduğunu görmekteyim. Kendisi 26 yıldır hapiste. Zamanında şiddet kullanarak “Kürt sorununa” çözüm bulmaya çalışan bir örgütün başkanı. Kendisinin ifadesiyle 30 yıldır Türkiye ile barış ve demokratik bir değişim için görüşmek istemiş ve fakat bir muhatap bulamamış. Şimdi ise devletle birlikte bir barış sürecini götürmeye çalışmakta.
Hapishane koşulları içinde 26 yıldır okuyor, yazıyor ve özellikle sol cenaha ulaşmaya çalışıyor. Marksizm’den yola çıkılarak oluşan sosyalist devlet deneyiminin başarısızlığı üzerine şimdi “demokratik sosyalizm” dediği bir anlayışla barış, demokrasi ve sosyalizm mücadelesine devam etmek gerektiğini söylüyor.
Bazıları bugünlerde “Kim? Öcalan mı Marx’ı eleştiriyor? Öcalan kim ki ya!” diyen sol çevrelerin yazdıklarını sıkça okuyoruz. Öcalan da tıpkı Kıvılcımlı gibi Türkiye’yi Mezopotamya’ya bakarak anlayabiliriz diyen biri. Komün’den sözediyor. Yerel yönetimlerden sözediyor ama proleteryadan ve devrimden sözetmiyor. Bu fikirlerin Marksizmle bir ilişkisi yok diyiveriyor bu çevreler. Okumadan, anlamadan.
Kimbilir belki de seküler Türk kimliğinden sıyrılamamış bu çevrelerin, geçenlerde Veysi Aktaş’ın söylediği gibi bu yeni fikirleri ortaya atanın bir Kürt olması mıdır sorunları bilinmez.
Ama her neyse! Diyelim Kıvılcımlı’nın zamanı ateşli 68 günleriydi. Tarih Tezini okuyup anlamaya çalışmak yerine bir an önce devrim yapmak gerekir diye düşünülen bir dönemdi. Oysa şimdi dünya bambaşka bir dünya. “Evrensel değerler” denilen değerlerin ve fikirlerin boşa çıktığı bir dünya bu. Büyük teorilerin lime lime döküldüğü bir dünya. Ve var olan kavgaların özetinde yine Marx’ın işaret ettiği gibi “ezilen ve ezen” dinamiğinin yattığının daha da anlaşılır bir hale geldiği bir dünya. Böyle bir dünyayla ilgili bizden birinin, Öcalan’ın, fikirlerinin dikkate alınması solun gündeminde olması gerekir.
Bizde yaratıcı fikirler gelişmez diyerek yaratıcı fikirler olma potansiyeli taşıyan fikirlerle dalga geçenlere inat!


























Yorum Yazın